Patronsuz Medya

Meyva ile Sebze nasıl ayırdedilir?

Durmuş Düşünür - 21 Eylül 2009  


Bu soruyu yıllardır her rastladığım insana sorar dururum, düne kadar cevabını tatminkâr bir biçimde veren birine rastlamamıştım. Dün, Ramazan bayramının son günü, valdeyi ziyarete gelen konuklardan birinin kocası olan ziraat fakültesinden bir profla tanıştım ve bu konuyu sordum.

Gayet net bir biçimde anlattı: Bitki, kök, gövde ve dallardan, yapraklardan oluşurmuş. Çiçek açıp ardından meyva verirmiş. Meyva, içinde tohum olan ve dalların ucundan sarkan şeylere denirmiş. Sebze ise, bitkilerin yenilebilir olan dal, yaprak, kök kısımlarına verilen genel bir isimmiş.

Ama halk arasında bazen meyva ile sebzenin karıştırıldığı da olurmuş. Meselâ, domates, hıyar, patlıcan falan aslında meyvaymış (dikkat, içinde çekirdek -yani tohum- var). Diğer yandan, havuç, patates, kereviz, yer elması, turp gibi kökleri yenen ya da marul, lâhana, pazı, maydanoz gibi yaprakları yenen ve içinde tohum olmayan bitkilere de sebze denirmiş.

Daha ayrıntılı bilgi veremiyorum. Çünkü sözün burasında profosorun hanımı "hadi kalk gidelim, herkes sıkıldı" dedi ve bizi dinmek bilmez merakımızla baş başa bırakarak kocasını kaptığı gibi savuştu.

Yine de onlar gitmeden kapı aralığında şunları da öğrendim:

Manavdan ve marketten aldığımız sebzelerde -çoğunlukla- zehirli olabilecek derecede zirai ilâç bulunmaktaymış. Aslında bu ilâçlama işinin kanunu kitabı varmış ama aç gözlü çiftçiye lâf anlatmak pek mümkün olamıyormuş. Herifçioğulları (çiftçinin bir kısmı yani) kendisi ve ailesi için başka, pazarda satmak için başka ürün yetiştiriyormuş. Normalde ilâçlamayla pazara sunma arasında dört beş günden birkaç haftaya kadar değişen bir zaman geçmesi gerekirken, kâr hırsıyla, akşam ilâçladığı sebzeyi ertesi sabah pazarda satışa sunan vicdan yoksunu çiftçiler de varmış.

(Bunu geçen hafta sohbet ettiğim bir kooperatif başkanı da söylemişti. İşte, organik tarım bu nedenle çok önemliymiş. Sıkı sıkıya denetleniyormuş.)

Satın aldığımız meyva sebzeleri mutlaka ve adam akıllı yıkadıktan sonra -maalesef- kabuğunu soyarak yemeliymişiz. En riskli sebze ve meyvalar, sera ürünü olanlarmış. Çünkü sera, nemli bir ortam olduğundan, sera bitkisinde daha fazla haşere ve hastalık oluşurmuş, dolayısıyla da daha fazla ilâçlanırmış.

Bu ilâçların bir ömrü (bitkiye nüfuz etme süresi) varmış ve zamanı gelince kendiliğinden parçalanırmış. Parçalandıktan sonra da zararlı dozda olmaktan çıkarmış. Yani, maalesef, taze sebzede bu zehirden bolca bulunurken, beklemiş -ve pörsümüş- sebzede daha az kimyasal bulunurmuş.

İki ucu necis bir değnek yani. Ya taze sebze/meyva ya da pörsüyüp kurumaya yüz tutmuş ama daha az zehirli meyva/sebze yiyeceğiz.

Önlem olarak, domates de dahil, her türlü meyva ve sebzeyi, "vitamini kabuğunda" falan demeden soyarak yemeliymişiz. Ama buna rağmen, ne adam akıllı yıkamak ne de kabuğunu soymak, yüzde yüz koruma sağlamazmış. En önemli şey, yediğimiz içtiğimiz nesnenin üretim sürecini sıkı sıkıya takip etmek ve denetlenmesi için yöneticilere baskı yapmakmış.

Bir de tarımdaki destekleme politikaları yüzünden, yurt dışına ihraç edilemeyecek olan ya da iç pazara fazla gelen ürünleri devlet sırf üretici mağdur olmasın diye satın alıyormuş. Ama bunun da çeşitli sakıncaları varmış. Anlatması uzun sürermiş. Hangi ürün pahalıya satılıyorsa herkes onu üretiyormuş ve diyelim yüz ton ihtiyaç olan üründen iki yüz ton üretiliyor, hepsi satın alınıp -meselâ- yarısı imha ediliyormuş.

Tüketicinin ve vergi mükellefinin cebinden hovardalık yapılıyormuş yani.

Doğru olan politika, ne ne kadar lâzımsa ondan o kadar üretilmesiymiş. Tabii bunun yolu da sıkı sıkıya denetlenmesi ve kafasına göre üretim yapan çiftçiye taviz verilmemesiymiş.

Ben uzmanın yalancısıyım. O öyle diyor.

Planımı şimdiden yaptım; bir sonraki bayramda yakınlarımı örgütleyip, proforosorun eşini lâfa tutturarak ondan daha fazla bilgi alacağım. O zaman bu sayfanın altına o yeni bilgileri de ekleriz inşaallah.

Afiyet olsun efendim. Lütfen salata malzemesini daha özenli yıkayınız. Sakata gelmeyelim.

diYorum

 

Durmuş Düşünür ve onun gibiler neler yazdı?

66
Derkenar'da     Google'da   ARA