Patronsuz Medya

Sarkislerin sonuncusu

Deniz Türkoğlu - 22 Eylül 2010  


Tünel'in geniş ağzı esneye esneye caddeye kadar açılır, sonra serin loşluğundan yığınla insanı ortalığa bırakır. Cadde, her insana sıcak bir yakınlıkla davranır. Ama bazı ahbaplarını diğerlerinden daha çok lafa tutar, oyalar, durdurur gidişlerini, eski günlerle ilgili anılarını kışkırtır.

Tünel'den çıkıp Galatasaray'a doğru yola vurduğum her seferinde, kendimi, sanki bir başıma değil de, gölgesiyle yürüdüğüm, o sevgiliyle konuşur bulurum. "Şimdi siz gene Taksim'e gidiyorsunuz. Yollar bu saatte hengâme tabii, işten hep geç çıkıyorsunuz, ben her zamanki gibi sizi Karaköy'de biraz bekledim. Geldiğinize göre, artık gidelim." O, hemen önümde gencecik ayaklarını yorgunluktan sürür. Vitrinlere bakmaz. Kahvelere girip oturmaz. Alışveriş de yapmaz. Ama her akşam eski Lebon'un köşesindeki kuruyemişçiye girer, iki paket sigara alır (sigarayı çok abartır). Haftada bir gün Balık pazarındaki Üç Horon'a uğrar. Kapıdaki görevliden bir mum satın alıp içeride yakar. Kilisenin içinde değil, asıl kafasının içinde konuşur tanrıyla. Der ki, "Buraları bir karıştıran var. Göz, aradığı gözleri artık göremez oldu." Meydana çıkmadan İstiklâl'in son sokağına sapar, köşedeki gotik usulle yapılmış apartmana girer, ikinci katın ışığını yakar.

Bu böyle haftanın yedi günü devam eder. Pazarları da çalışır. Çalışmasa, sabahın ilk ışıklarıyla evden çıkıp Karaköy'deki o basık tavanlı küçük büro odasına kapanmasa, hiç bir şey kaybedeceği yoktur. Kazanmaya da kaybetmeye de kafasını pek yormaz. Kendini hayatın akışına da bırakmaz, bırakamaz. Yazgıyla henüz arası yoktur. Zekâsı somut şeyler üzerine kuruludur. Gördüğü kadarını bilir, yaşadığı kadarını düşünür. Ötesine karışmaz. Her ay eline geçen parayı, ev kirası, sigara parası, yol parası ayırdıktan sonra aynı yere bırakır. Kürkçü Sarkis'in son on yıldır yaşadığı vakıfa.

Gitmeden Baylan'a uğrar mutlaka. Sarkis'in müptelâsı olduğu meyveli şekerlemelerden bir kutu alır. Her keresinde yaşlı adamı pencerede onu bekliyor bulur. Doksanları devirmiş eskimiş yüzde, solgun bir heyecan dalgalanır hemen. O da bunu ilk bakışta görür. Yüksek sesle söylemese de, sırf, yaşlı adamın yüzündeki bu heyecanı yeniden görebilmek için ömrünün sonuna kadar bu şehirden gidemeyeceğini, ayrıca hiç bir yere gitmek istemediğini bilir.

Odada yan yana otururlar. Şekerlemenin paketini açarlar. Sarkis hem dayanamaz, hem de en güzel şekerlemeyi bulmak için ağırdan alır. Durup durup, "Herkes nereye gitti, söyle hepsi gelsin. Şekerlemeden alsınlar." diye bağırır.

O sırada kalkar, Sarkis'in yatak çarşaflarını yenileriyle değiştirir. Yastığını düzgünce yerleştirir. Dolabı açar, temiz çamaşırları koyar. Duvarlardaki siyah beyaz fotografların tozlarını alır. Sarkis bu arada şekerlemeye kanar. Yatağa oturur, temiz yastığı koklar. Derin bir "oh" çeker. Her keresinde sigara içmek ister. "Yeraz'cığıma söyle, benim cigaralardan bir tane versin bakalım." der. Der demez unutur.

O, Sarkis'i ellerinden tutup yataktan kaldırır, odanın ortasına çektiği sandalyeye oturtur. Tıraş etmeye başlar. Tırnaklarını keser. Üstünü değiştirir. Sonra adamın her yerini Yeraz'ın sevdiği leylâk kolonyalarıyla siler. Sarkis'in gözü duvardaki fotograflardadır. Bir şeyler hatırlar gibi olur. "Üç Horon'daki tören İstanbul'un gördüğü en güzel törendir." der.

"Kim o günkü kadar güzel bir gün yaşamıştır?" diye kendi kendine sorar. "Kolumda Yeraz'cığım melekleri kıskandıracak kadar güzeldir." der ve her şeyi hatırlar. Ardından büyük bir coşkuyla anlatmaya koyulur.

"Tanrı düşman gözlerden korusun, bakan bir daha bakmıştır. Bendeki kudreti göreceksin asıl. Kime nasiptir böyle sıhhatli hem de mesut olmak? Eh, bir de yaramıştır ki bana Yeraz'ın aşkı, yerde basılacak toprak bırakmamıştır."

Çizgilerin, çukurların, yumruların kapladığı yüzünde, gözünden akıttıkları aşağıya inemeden kaybolur.

"Yeraz!" diye seslenir koridora açılan kapıya. Bekler. Gelen giden olmayınca, "Söyle Yeraz'a biraz yanıma gelsin." der.

"Tanrı'nın sevimli bir çifti olarak, mutluluğumuzda eksiğimiz hiç yoktur" diye devam eder. "Kalabalığa bak hele!" diye ellerini çırpar. "Şu güzel insanları bir araya getiren talihe şükretmeli. Beraberliğimiz hep kutlamalarla şenlensin, konu komşu herkesten, evimizden, memleketimizden dertler uzak dursun." diye dua eder.

Sen bilmezsin, doğmamıştın, otur da dinle deyip yanını işaret eder. "Balık Pazarı'nın bir ucundan, öbür ucuna kadardık. İçerilere sığamadık o gün. Biz de masaları Pazar'ın ortasına kurduk." Çocuk gibi neşeli, büyük, hesapsız bir gülüş patlatır.

"Esnaf hep tezgâhları boşalttı. Masaların yanına kattı. Soframız boydan boyaydı. Hep beraber afiyetle yedik içtik. Herkes kendince hediyeler sundu. Yeraz'cığım gelinliğiyle bir oraya bir buraya koşturdu, mezeler hazırladı, boşalan içkileri doldurdu. Çalgıcılar bir fasıl geçti ki o gece, işte bu kulaklardadır. Gecenin sonu gelip herkes dağılırken bizi evimizin kapısına kadar getirdiler, sonra da sırtıma yumruk üstüne yumruk indirdiler. Yeraz bunu öğrendi ya, ne zaman bana kızsa sırtımı yumruklar. Bilmez mi sanki, o yumruk başka yumruktur."

Kıs kıs güler, kapıya bakar.

İlk defa görür gibi sorar. "Sen kimlerin çocuğuydun? Bizim sülâleden misin yoksa?" Cevap beklemeye koyulur, sessizliğin ortasında "Dur, dur!" der aniden.

"Kapı komşumuz Türk bir aile vardır hani, can dostlarımızdır. Onların böyle seninki gibi çatık kaşlı, üzgün suratlı bir yavruları oldu. Yeraz'la ellerimize doğdu. Sevimlidir, güzeldir. Sonra ne oldu? Büyüdükçe solgunlaşmakta… Ah, ne üzüyor anacığıyla babacığını. Bize dayanamaz ama, hele ki Yeraz'ın ev işi çikolatalarına."

Sarkis'in uyuduğuna emin olduktan sonra ışıkları söndürür, kapıyı yavaşça çeker ve gencecik ayaklarını sürüye sürüye, vakıf binasının ıssız koridorlarını bir bir yürüyüp geçer. Dışarıda, solgun ay ışığının aydınlattığı insansız yolda, nereye gideceğini unutmuşçasına bir süre durur. Sonra vakfın küçük bahçesindeki taş bankta biraz oturur. Üst üste sigaralar içerken, "Buraları bir karıştıran var" diye düşünür. "Durmadan gidiyorlar."

Birden, başını hışımla göğe kaldırır ve yüksek sesle, "İşine karışmak gibi olmasın ama, onları haber gelmeyen uzaklara gönderenlere hesap sormalısın! Görmüyor musun, kendi istekleriyle gitmiyorlar, düpedüz kovuluyorlar." diye bağırır. Başını tekrar kucağına sarkıtır, "Buna isyan etmeyeyim mi?" diye sorar.

"Yanına aldıklarına, Yeraz'a, bütün tanıdıklara iyi bak. Ölüme kim karışır? Ama insanlar birbirlerine ölümden beterini yapıyorlar. Buna bir lafın yok mu?" diyerek Sarkis'in tanrısına sitem eder.

Sonra gönülsüzce ayağa kalkar ve son defa görüyormuş gibi vakıf binasına uzun uzun bakar. O, önümde gencecik ayaklarını sürüyerek sessizce yürürken, bir kerecik olsun arkasına dönüp, bana bakmaz. Baksa da yirmi sene sonraki, kendi yorgun yüzünü tanımaz.

Yorumlar

Ellerinize sağlık. Eski yazılarınızla geç tanışmıştım. Defalarca da okudum. Yeniden yazılarınızı Derkenar'da görmek çok güzel. Hoşgeldiniz. Yazmak iyidir her zaman 'duvarları seyrede seyrede eskitmekten'. Hoşgeldiniz, iyi geldiniz yeniden…

Işık Siral - 23 Eylül 2010 (19:20)

diYorum

 

Deniz Türkoğlu neler yazdı?

78
Derkenar'da     Google'da   ARA