Patronsuz Medya

Ben o sokaklarda büyüdüm

Deniz Türkoğlu - 14 Kasım 2003  


* İyi Ramazanlar Hocam yazısındaki olay maalesef gerçektir. O genci de dövdüler hem de tam anlattığım biçimde, -ters yönde gelen bir arabayla- o kediyi de ezdiler. Kediyi bilerek ezmediler ama, bence o genci bile isteye dövdüler. Asıl dehşetli olan, insanların tepkisizliğiydi.

Dünden beri, hani derler ya "bastığı yeri bilmiyor" bir halde tekleyip duruyorum. Aile, İstanbul'un Avrupa tarafında oturur. Benim sütümün içine zamanında nasıl bir yabancı madde karıştıysa artık; onlar nereye gittiyse, ben tersine gitmişim yıllardır. Anadolu yakasında oturuyorum yani. Anadolu da nasıl sevilmez ki?

Felâket haberlerinin ışıktan, düşünceden bile hızlı yayıldığını herkes bilir. Ben de de öyle özel bir valide var ki; manşeti de belli "Şişli ve Beyoğlu yıkıldı". O bunu der demez bu yakadan o yakaya gitmiş kadar oldum. Hele "herkesi aradım, hepimizin sağlık durumu iyi, fakat etraf kan gölüne döndü" deyince bacaklarımın bağı çözüldü biraz.

O semtlerin her kaldırım taşına bastık çocukken. Biraz palazlanınca da; okul harçlıklarımızı çıkartmak için, yarım günlüğüne girdiğimiz iş kapıları, hep o sokaklardan açıldı. Kâh bir kumaş toptancısının yanında çıraklık yapmak için, Osmanbey Pangaltı'dan geçen otobüsleri kovalıyoruz, kâh (geçenlerde de anlattığım gibi) Kuledibi'nde Dolapdere'de cirit atıyoruz. Doğma büyüme Pera'lıyım ben. Hiç de çekinmem, Beyoğlu diyeceğime Pera derken. Maria'larla, Nubar'larla, Raşel'lerle kırdığımız cevizlerin tadı hâlâ damağımda.

Çocuktuk. Ayrımız gayrımız yoktu. Bitişik nizam cumbalı evlerde otururduk. Makaralı bir sistemle cumbaların arasına gerilmiş iplere, pazar fileleri mandallayıp, bu evden öbürüne çizgi romanlar, kurabiyeler, oyuncaklar tokuştururduk. Bu müthiş trampa sektörünü baltalamaya bir tek analarımızın gücü yeterdi. Koltukaltlarına sıkıştırdıkları sepetlerde kokulu çamaşırlarla gelip, kovalarlardı bizi ipek yolumuzdan. Ruhen böyle engellenmesek, belki şimdi hepimiz kurt tüccarlar olmuştuk.

Ben o sokaklardan biliyorum işte, "İyi Ramazanlar Hocam" daki sebil tepsilerini. Kapı kapı dolaşacağımız evleri hep o Müslüman, Musevi, Hıristiyan kadınlar tarif etti. Yoksulluğun, açlığın, hastalığın ne olduğunu hep onlardan öğrendik ramazanı, şabatı, paskalyayı, noeli.

Fakat, sembollerle hiç çekmediler bizim kulaklarımızı, kaba etlerimizi mitlerle kızartmadılar. Cehennem ateşiyle, günahla, şeytan aldatmacalarla çıkmaz korkular salmadılar yüreklerimize. Rengârenk inançlarıyla su gibi, ırmak gibi akıcı ve serinleticiydiler.

Hepsi ayrı dinlerdendi ama, zamkla yapışmışçasına bir arada yaşıyorlardı. Ayrımcılığın, yalnızlığın, diş bilemenin, kin gütmenin sevilecek bir şey olmadığını; hayatın hep orada, o an ve olduğu gibi yaşanan bir şey olduğunu onlardan öğrendik.

Allah'ı da öğrendik. Ama şimdikinden epey farklı bir tarifle. Her birimizin aklının, yüreğinin, gözünün içiydi O. Güneşe dönen günebakanlar gibi, insanın iyiliğe dönen yüzüydü.

1986'da patlatmışlardı Neve Şalom'u, sen de hatırlarsın. Yine bir cumartesi, yine aynı saatlerde. O zaman da bu kadar insan ölmüştü. 92'de bir daha denemişlerdi. Bu kez can alamamışlardı. Dün, bi daha…

Yine gidenler gitti. Kalanlar da gidip, geri döndüler. Herkesin yüreğine yeni bir korku, yeni bir acı daha yüklendi. Bunu din adına mı yaptılar? Nasıl bir Allah'a inanıyorlar ki; gardiyan gibi cellât gibi gücünü yalnızca korkudan ve işkenceden alıyor?

Nasıl bir dinleri var ki; orduların yetemediği giremediği yerlere girip, ulusları insanları korkuyla hizaya getirebiliyor?

Bütün işaretler bu katliamları din ve milliyetçilik savaşları gibi gösteriyor. Yalnızca 11 Eylül 2001'den bu yana Amerika ve Avrupa gerisini sağlama alıp, uygun bir yere oturduğundan beri; "İslam terörü" de belki evin içine giremiyor ama ne kadar arka bahçe varsa, hepsinde de patlıyor. Hatta eylemlerinin çoğunu Müslüman ülkelerde (!) gerçekleştiriyor. Hadi Türkiye; Amerika'ya da, İsrail'e de yakın bir ülke. Peki Bağdat'taki, Necef'teki benzer katliamları kimler yapıyor?

Hani bir zamanların moda tabiriyle "rüşvetin belgesi mi olur?" gibisinden, terörizmin de dini milliyeti olmaz demek mümkün de; ya bu saldırıları yapanların sanıldığı kadar kutsal bir mesajları yoksa?

Hadi var diyelim, mesaj ne öyleyse? Yani bize şunu mu demeye getiriyorlar:

- "Bak, sen Amerika'lılarla, İsrail'lilerle hâlâ sıkı fıkısın, ne biçim Müslümansın, böyle devam edersen ben de senin canını alırım" .

Peki böyle bir mesaj insanları kitleler halinde zaten açılmış bekleyen malûm kucaklara oturtmaz mı?

Yok canım, saldırı bize değildi. Onlar İsrail'i hedef almışlardı? Ha yani bize dokunmayan yılan bin yıl yaşasın? E, ölenler kimlerdi?

Özetle; Ya, demokrasi özgürlük adına yapılan bütün bu savaşlar, birer düzmeceyse?

Ya, "işte görüyorsun ey ahali boğazına kadar düşmanla çevrilisin, seni korumam için silâh satın almam (üretmem) lâzım, bunun için de para lâzım, şimdi de ucundan azıcık (almam) vermem lâzım" türünden bir senaryo söz konusuysa?

Ya amaç, insanın özgürce düşünebilme gücünü elinden alıp, onu sıkıntıya sokup, iradesizleştirerek, korkuyla sindirmekse?

Yalnızca iki satırlık yanıt mektubu yazacaktım güya, olan oldu artık, bi baktım, siyasî yorum olmuş.

* * *

(Not: Bu yazı yazıldığında Galatasaray'daki İngiliz Konsolosluğu'na ve Levent'teki HSBC bankasına yapılan ikinci dalga bombalı saldırılar henüz gerçekleşmemişti. Terörün hızına yetişmek zor.)

diYorum

 

Deniz Türkoğlu neler yazdı?

92
Derkenar'da     Google'da   ARA