Patronsuz Medya

Hiç bir şey olmuş bitmiş değil

Deniz Türkoğlu - 16 Mayıs 2011  


Adalet hak ve hukukun uygunluğu, devletlerin ya da kişilerin, herkesin hakkı olanı doğrulukla dağıtması, vermesi demekse, ben adalete güvenmiyorum. Fakat ilâhî adalete güvenirim. Bunu da yeri geldikçe her fırsatta söylerim ve çevremden sırf bu yüzden epey tepki alıyorum.

İlahi adalet lafı, mevcut akıl yürütme yöntemlerimizle anlaşılmaya pek müsait değil. Bu laf, ne bilimin neden-sonuç ilişkileriyle ne de felsefenin yöntemli düşünce biçimleriyle açıklanamayacağına göre, adaleti derin gerçekliğin içinde daha başka usullerle, "sezgilerle" aramaya çıkmış insanlardan ve o insanların gözlerini diktiği daha başka bir algılama alanından dem vurmuyor mu?

O alanın adına rahatlıkla "ilâhîyat" denilebileceğine göre, bu lafı ettiğim her keresinde, "vaaay sen dinci mi oldun?" demiyorlar ama topun ağzında yedekte tutuyorlar beni. Din, halkların afyonudur çünkü.

Toplumda, bizim gibi mürekkep yalamışların kendilerini özellikle uzak tuttukları bir alan bu, adeta bir yasak bölge aynı zamanda. Hele bir de solcuysan, demokratsan, liberalsen, aydınsan… Ağzına pek değil, hiç yakışmaz böyle konuşmalar. Hatta başlı başına bir eğitimsizlik, acizlik göstergesi olarak kabul edilir.

Geldiğim yere baktığımda, ilâhî adalet lafına tepki gösterenlere hak vermemem mümkün değil. Çünkü bizler bir zamanların sıkı devrimcileriydik ve ağzımızdan "inşallahla maşallahla iş olmaz" lafını hiç düşürmezdik. Yalnızca bu slogan bile, nasıl bir düşünce sertliği içinde olduğumuzun göstergesi gibi geliyor bana şimdilerde.

Eğer düşüncelerinizi eğip bükebilme, onları esnetebilme beceriniz yoksa, sertsinizdir ve günün birinde "kırılma" kaçınılmazdır. Hani Matrix filminde Neo'nun bakışlarıyla kaşığı eğdiği sahnede "aslında kaşığı değil, düşüncelerimi eğiyorum" dediği gibi.

Neo gibi düşünmek dururken, yüzüme karşı olmasa da, düşünmeye bile zahmet etmeden "döndün sen" demeyi tercih edenlere ulaşmam mümkün değil tabii. Onlar için ben Matrix'in öttürdüğü kavalın zırt dediği son deliğim. Benim için de onlar, ilâhî adaletin günün birinde mutlaka uyandıracağı, derin bir gaflet uykusundalar.

Peki döndüm mü sahi? Yoo, dönmek böyle mi olur? Basiret sahibi olmaya çalışmanın, döneklik neresinde?

Neden kanın gövdeyi götürdüğü o geçmiş zamanlarda, kendimizi adam yerine koyup (eğitimli, aydın, solcu vb.) meydanlara çıkmadan önce, yaşadığımız toplumu anlamaya çalışmak ve o toplumun dinle olan ilişkisini kavramak yerine, bu olmazsa olmaz şart şöyle dursun, bu ilişkiyi tümden yok sayacak kadar gözü karaydık ki biz? Acelemiz neydi bizim?

Gençliğin en büyük zaafı heyecanıdır. Peki, olgunluğun göstergesi ne?

Yorumlar

"Yavuklu yerine çıplak mavzere sarıldık eyy halkım unutma bizi" diyordu abilerimiz, ablalarımız. O halkımıza sömürüden, haksızlıklardan, sınıftan, sınıfsız toplumdan söz ediliyordu.

Yoksulluktan bitab düşmüş insanımızın çok hoşuna gidiyordu bu sözler. Bazı bölgelerde araziler işgal edilip, parsellenip, bu insanlara ev yapmaları için dağıtılıyordu… Ev yapımında onlara, emek gücü katkısı yapılıyor, kızlı erkekli kazma kürek çalışılıyordu. Öğle yemeklerinde bulgur pilavı yapılıyor, türkülerle, güzel yarınların yakında olduğu söyleniyordu. Ama "selâmün Aleyküm" denmiyor, "merhaba yoldaş emmi" ya da "selâm yoldaş ana" deniyordu. Tanrı din konularına gelindiğinde, o insanların "diyalektik materyalizm" konusunda tez hazırlamış akademisyen filân olduğu düşünülüyordu sanki. Direkt olarak "din afyondur" deniliyordu.

Sonra 12 Eylül çöktü cöğrafyamızın üstüne. Halkımız 12 Eylül anayasasını yüzde doksan küsür oy oranıyla referandumdan geçirmişti.

Yazınızı okuyunca, lise yıllarım her an kopacakmış gibi pır pır titreyen siyah beyaz bir film gibi geçti gözümün önünden.

Muhittin Duyargalı - 17 Mayıs 2011 (01:34)

diYorum

 

Deniz Türkoğlu neler yazdı?

75
Derkenar'da     Google'da   ARA