Patronsuz Medya

Bir araba yol

Deniz Türkoğlu - 26 Şubat 2011  


Bugünlerde Derkenar'da sık sık araba yazıları çıkmaya başladı ya, okudukça hatıralarım depreşti, kendi araba maceralarım film şeridi gibi geçti gözümün önünden. Hazır mevzu da istim üzerindeyken bir tanesini anlatayım bari.

Geçmiş zaman, dostlarımdan birine araba lâzımdı. Bir şey lâzım olunca, mıhla aklıma çakarım. Artık unutmam. Takıntılısın diyorlar. Desinler. Takılıp kalmak, kayıp gitmekten daha az korkutuyor beni. Napalım, kafam öyle işliyor diyorum. Her şey herkese anlatılmaz çünkü.

O arabayı bir bulsam… Daha bulmadım da… Şöyle dostumun ayağını yerden kesecek, çarşı pazar işlerini görecek, yükünü taşıyacak bir araba. Bir bulsam… Bölgede kurulan pazarlara, galerilere, tanıdıklara falan bakıyorum.

Bizim Rıza bir ara lafın arasında söylemişti, "Kesikçam'ın düzlüğüne kışın hafta sonları bir araba pazarı daha kurulurdu eskiden, ama iki senedir yok" demişti. Oraya da gitsem mi diye geçiriyorum şimdi içimden. Bakmadığım bir orası kaldı.

Kesikçam da bir araba yol. Nasıl yapmalı? Ulaşımı zor, sapa. Her vesait girmiyor oraya. Sonunda dayanamadım, Rıza'ya "Senin arabayı bana bu hafta sonu için ödünç versene, bir yere gidip gelmem lâzım" dedim. Rıza ondan ne istesem hiç sakınmadan çıkarır verir. Ama sorma huyu vardır. Dibini bulana kadar karıştırır sağ olsun. Bin tane ahiret sorgusundan geçirdi gene.

- "Nereye gideceksin, ne işin var, ne zaman döneceksin, tek başına mı gidiyorsun?"

Rıza'ya Kesikçam'daki araba pazarına bakacağımı söylesem, hayatta salmaz beni. Rıza'nın "yok" kavramı hakkıyla, derinlemesine sahici. Ona göre bu pazar son iki senedir kurulmuyorsa, bu hafta sonu da yoktur. Bana göre öyle değil. Benim "yok" kavramımda neler yok ki?

Rıza arabayı getirip evin önüne çekti ama, anahtarı bırakırken "Arabanın içini dışını parfümlü sularla yıkattım kız gibi oldu, arkadan çocuk koltuğunu çıkarttım yaylaaa yaylaaa, müzikler on numara, bir şey lâzım olursa sen arama ben torpido gözüne bıraktım, anlarsın işte, hadi iyi eğlenceler" deyip pis pis sırıttı.

Kesikçam yaban kasabalardan birisi. Kısa dağların sakladığı etekli bir tepsinin içinde, hamur gibi kabarmış. Arabanın tekerlekleri balçıklaşmış yumuşak toprağa durmadan saplanıyor. Lastikler çukurun içinde cızır cızır dönmekten artık kıvılcımlar saçıyor. Üstelik toprağın üstü, yol boyunca hiç bir yerde rastlamadığım kalın bir kar tabakasıyla kapanmış. Issız sokaklar uzun bir kış uykusuna dalmış, sessizce uyuyorlar. Etrafta yönümü bulmama yarayacak ne bir tabelâ, ne bir insan, ne bir sokak köpeği, ne de iğne yaprakları lapalanmış çamlardan başka yaşam belirtisi var.

Kasabanın yaşadığını her biri kendi içlerine dönüp sokakla ilgisini kesmiş evlerden, onların boru gibi tüten bacalarından anlayabiliyor, aralarına sıkışmış dar sokaklara dalıp, yolumu bulmaya çalışıyorum. Çok geçmeden bir düzlüğe çıktım. Düzlüğün çamur ve benzin kokan avlusunda büyücek bir camii, hemen yanında badanası dökülmüş küçük bir otel, haşmetli bir belediye binası, jandarma karakolu, bir esnaf kahvesi, bir esnaf lokantası, bir yığın ıvır zıvırla dolu birkaç dökük dükkân ve neredeyse aramadığım her şey var. Ama araba pazarından eser yok.

Belki Kesikçam'ın başka bir düzlüğü daha vardır. Belki araba pazarını Kesikçam'ın dışında bir düzlüğe kurmuşlardır deyip kahvedekilere sormaya karar verdim. Hem de sıcak bir çay içip ısınacağım.

Arabadan inip ayağımı düzlüğe bastığımda, içim dalga dalga yükselen tatlı bir hisle öyle rahatlıyor ki, Kesikçam'ın tek düzlüğü budur, evet, ama öyle bile olsa, iyi. Huzurluyum. "Yok" u bilmenin huzuru bu.

Kapıyı itip içeri girdiğimde kahvenin ortasında duran koca sobanın kozalak kokulu ısısı yüzüme vurup, sıcaklığı ciğerlerime kadar iniyor. Sırtımın omurundaki bütün kedi tüylerim zevkten bir bir ürperip, tek tek ayağa dikiliyor. Şimdi bir de çay söyledim mi…

Sobanın yanındaki masada oturan adamlardan biri, yanındaki arkası kapıya dönük kişiye soruyor:

- "Rıza, senin araba değil mi kapıdaki? Hani arabasız gelmiştin?"

Rıza yüzünü dönüp önce kapıda duran arabaya sonra da bana bakıyor ve…

- "Senin ne işin var burada?" diye soruyor.

- "Asıl senin ne işin var?" diyorum şaşkınlıkla.

- "Ülen, burası benim babamın toprağı unuttun mu? Çoluk çocuk hafta sonları el öpmeye geliriz."

Donmuş sandığım kasabada, düzlüğün bir kenarında, arabayı bıraktığım yerin yanına düşen kayalıklı çukurda, birbirine sokulmuş çamların arasından yolunu bulmuş şırıltılı parlak bir su, taşların üzerinden seke seke, kıvrılarak akıyor. İnerken görmemişim. Kesikçam'ın ne güzel deresi varmış meğer. Kalbimin neşeli gümbürtüsü dışarıdan bile duyuluyor.

- "Ülen, ben de hovardalığa gidecek diye seviniyorum, Kesikçam'da senin ne işin var?"

Ne denir ki şimdi Rıza'ya? Anlatsan da anlamaz işin ince kısmını.

Yorumlar

Sayın Deniz Türkoğlu, sizin "yok" kavramınızda yok yoktur kesinlikle. Her yazınızda birazının daha üstündeki örtüyü kaldırıyorsunuz. Lâkin keşke daha çok yazsanız. Zaten o kadar uzun zaman ara verdiniz ki, yeniden yazmaya başlamanızı beklerken sizi çok özledik. Beni hatırlarsınız, yıllar önce size kendi yazılarımı göndermiştim. Sizden akıl sorar, kitap öğütleri isterdim. O günler için özellikle teşekkür ederim. Benimle çok uğraşmıştınız. Üzerimde emeğiniz var. Bana çok nazik davrandınız. Söylediğiniz şeylerin beni nasıl rahatlattığını bilemezsiniz. Yorum yazmayı beceremediğim halde, size özel bir adres olmadığından, eski adresinizden mektuplarım geri döndüğünden burayı kullanmak zorunda kaldım. Dergiye her gün bakıp yeni bir yazınız var mı diye merak ediyorum. Kaleminizle yolumuzu aydınlatmaya devam edin.

Güler - 18 Mayıs 2011 (10:08)

diYorum

 

Deniz Türkoğlu neler yazdı?

74
Derkenar'da     Google'da   ARA