Patronsuz Medya

Duvarların eskiyişini seyredebilir misin?

Deniz Türkoğlu - 17 Kasım 2003  


İsmet Tekerek'in mektubu

Bu "kendinize acıma" duygunuzu gıdıklayacak ya da sizi "onurlandıracak" salya sümük bir mesaj değildir.

Ne yapmış (geçmiş), yapıyor (gelecek) ya da yapacak olduğunuzu bilmemekle birlikte -ki bunları bilmeden oturup size (aslında sizin özelinizden genele) ilişkin yazmak sakıncalı ve hatta "haksız" sayılsa bile- "hiçliğe" kavuşmak için "hiç bir şey yapmamanın" da aslında "yeterli" olmadığını söylemek isterim.

Üstelik bizatıhî "hiç bir sey yapmamak" da bir şey yapmaktır! Tabii bu süreç, içinden yeniyi çıkartacak bir düşünme, bir tefekkür ya da içedönmeye eşlik ediyorsa. Bir süre bir şey yapmamak iyi bile gelebilir! (1)

"İstediğiniz" ya da (varsa bir tasarınız) tasarladığınız şeyi yapamamaksa asıl sorun, ki anladığım kadarıyla öyle, bunun üzerine belki biraz daha düşünmek gerek. (2)

Size bir paradoks: Bir arkadaşım ancak diğerleriyle birlikte (ütopyayı (3) kurma yolunda) yapılması gerektiğini düşündüğü şeyi yapmaya çalışıyordu, yani paylaşarak, etkileşim içinde özellikle düşünmek/okumak, gelişmek/geliştirmek, ötesinde çalışmak, yaşamak vs istiyordu; ancak o kadar fazla biliyordu ki bir takım "yapay" gruplar, topluluklar vs içinde bu etkileşimi bir türlü "hayata" geçiremiyordu.

Onun o paylaşım (4) isteği, -ne de çok paylaşmak isteyen- o gruplar içinde onun giderek asosyalleşmesine neden oluyordu! Çünkü bilgisini paylaşmak ve etkileşimi sağlamak için ağzını her açtığında ya da tartışmaya girdiğinde farkında olmadan daha fazla dışlanıyordu, (dışlamak kolundan tutup dışarı atmakla olmaz, çoğu zaman kişiyi kendi haline bırakırsınız gider) ve aslında bu ona verilecek en kötü cezaydı; sonunda dışında kaldı her yerin, hemen her şeyin.

Şimdi dünyanın öteki ucunda temel ihtiyaçlarını karşılamaktan görece daha fazlasını sağlayacak geçici bir işte çalışıyor ve de tek başına kitaplarını okuyor. "Daha fazlasını yapabilirsin, illâ diğerlerine mi ihtiyacın var? Tek başına oku, düşün ve yaz." dediğimde "Ama ben bütün bunların tek başına yapılmasının bir anlamı olmadığını düşünüyorum ve mutluluk bireyin etrafında şekillenmez ve insan tek başına 'güzellik yaratamaz" ' diye karşılık verince, aslında onu biraz anladım; bu paradoks -en azından şimdilik- çözümsüz görünüyor onun için. Ve kendi haline bıraktım onu.

İşin kötüsü artık tembelleşti ve alıştı durumuna. Ve işte şimdi dünyanın öteki ucundaki eski işine geri dönmüş, çalışıyor. Geri kalanın geçmesini bekliyor ya da bekleyecek. Belki ara sıra kendini tatmin etmese de yine bir şeyler yapacak, oraya buraya yazacak, anlatacak, okuyacak, yaşayacak ve diğerleri, ama bunların hiç biri asıl isteğinin gölgesi bile olamayacak. Çünkü istemek için artık inancını kaybetmiş. İnanç yoksa bilgi hiçtir.

Temel ihtiyaçları içeren maddî sıkıntıları -kira, elektrik ve diğerleri- belki geçici olsa da aştığınız anlaşılıyor, bunlar -ana sorunu teşkil etmemekle birlikte- tâlî de olsalar asıl içerideki sıkıntıyı katmerleştiriyor olabilir. Bu bir tespit; size para yardımı teklifinde bulunacak değilim. Zaten öyle de algılamadım durumunuzu merak etmeyin. Sonuçta bunlar bir şekilde halloluyor şöyle ya da böyle. Milyonların, hatta milyarların durumu sizden daha iyi değil. Bunu bildiğinizi biliyorum ama ara sıra hatırlamak gerekli.

Ancak bu hatırlama, merhamet duygusunu, "insan olma" yı (5) diri tutmaya değil, daha çok ne yapılabiliri düşünmeye yöneltecek bir tür motivasyon aracı olarak hizmet etmeli. Çünkü gülen insan düşünür ama "acıyan, düşünemez", duygularıyla hareket eder: Çözüme yönelik çareler merhametten geçmez. Şu çocuğa değil de, bu çocuğa acımanız neyi değiştirecektir? Üstelik bu çocuk nasıl, neden ötekine göre daha fazla acıma hakketsin? Kapınızın önünden geçen sefalet size tesadüf etmekten başka hangi nedenle acınıza hedef olmuş olabilir?

Benzer hikâyeleri yaşayan insanların aslında "tahmininizden" daha fazla olduğunu bilin. Kendinizi bunu yaşamakla "biricikleştirmeyin" sakın. Çünkü diğerlerini "dışlamak" gerçekte mümkün olabilecekleri de ötelemek demektir. Tabii herhangi bir şeye inancınız varsa.

Bildiğiniz çoksa, bunu diğerlerine de anlatın. Anlamayacaklarını düşünüyorsanız bunun neden kaynaklanıyor olabileceğini sorun. Hiç bir şeye değmez diyorsanız, siz de bir şeye değmezsiniz. Çünkü değeriniz diğeriyle birlikte varolabilir ve onunla birlikte ölçülebilir ancak. Yorulduysanız, biraz dinlenin ama bu diğerlerinin yorulmasını gerektiriyorsa kısa kesmeye çalışın. Nereden başlayacağınızı bilemiyorsanız -en kolayı yine en iyi bildiğinizdir-; kendinizden başlayın. O zaman tekrar tekrar başlayın! (6)

Ama arkadaşımınkine benzer bir paradoksunuz varsa -ki bence bu cezaların en büyüğüdür- bunun için biraz daha kafa yorun belki geliştireceğiniz çözüm onun da işine yarayabilir.

Düstursuz girdiğim için affola.

E-posta icat olalı insanlar birbirinin dünyasına daha kolay girer çıkar oldu.

Selâmla…

İsmet Tekerek (Ara sıra Derkenar okuru)

* * *

Dipnotlar:

(1) Kös kös bunalımın kimseye faydası yoktur. Böyleleri için de hiç nefes tüketmem.
(2) Bilgiçlik taslamak değil, duygudaşlık olabilir bu ancak.
(3) Sisteme yönelik düşünce ve görüşlerimi aktaracak değilim.
(4) "Paylaşım"; "fahişe sözcükler sözlüğü" ne yaraşır bir tane daha.
(5) "İnsan olma"; bir tane daha, sözlüğe girmeye aday.
(6) Bunlar bir "kitabeden" çalınmış sözler değil, kimi zaman kendi kendime sayıkladıklarımdır! Dahası, "sen" yerine "biz" diye de okunabilir bu cümleler.

* * *

Son not: Adres çubuğunda gördüğünüz gibi mesajın bir kopyası Hızlı Gazeteci'ye de gidiyor, çünkü bunun bir sakıncası olduğunu düşünmüyorum. Zaten yazışıyorsunuz. Aslında bu mektup size özeldir, ama bana da aittir.

Büdütörün notu:

Sevgili İsmet, yaklaşık iki hafta önce gönderdiğin -bana özel- ilk mektubunu (minik hurufatla 8 sayfalık Word dosyası) ve daha sonrakileri de göz önünde tutarsak, Derkenar'ı arada sırada okuyan (ve beğenmeyen) biri olarak, epeyce dışadönük bir insan olduğun anlaşılıyor. Bu yoğun "akıl-fikir" desteğin için teşekkürler. Lütfen bundan sonra da ilgini bizden esirgeme.

Deniz'in yanıtı:

Her okuyup yazanın diğerlerine bunu mutlaka "öğretmesi" gerekmiyor

Merhaba İsmet…

Bundan önce ne yaptığımı ve bundan sonra ne yapacağımı bilmediğiniz halde, bana ilişkin yazıyor olmanızda hiç bir sakınca yok. Kendinizi haksızlık yapıyormuş gibi görmeyin. Tam tersine bu bir emektir, benim için harcadığınız emeğe ve zamana teşekkür ederim.

Hayatın anlamını ve amacını; şüphesiz herkes kadar, ben de kendime sordum. Ve bazı izleri takip ederek; çoğumuzun genel amacının "olma" isteğinden kaynaklandığını buldum.

Başarılı bir iş, belki hatırı sayılır maddî bir zenginlik, unvan-şan-şöhret, bilgiyi üst üste yığabilecek kadar geniş bir bellek, büyük bir akıl veya şimdiye kadar yanlış gitmiş bir şeyleri değiştirme düzeltme isteği, insanlığı kurtarma çabası, daha fazla dikkat, daha çok meşakkat, hatta tıpkı arkadaşınızın arzusu gibi bir ütopya gerçekleştirebilmek ve bunun gibi sayısız kutsal hedef.

Bana göre; bu beklentilerin maddîsinden manevîsine, hepsi de kutsaldır. Kaldı ki çoğu, aile toplum tarih tarafından şekillendirilmiştir ve hâlâ izlenmektedir.

Tam da bu tespitten sonra, "hayatın anlamı ve amacını" bir kez daha durup düşünmek gerektiğine inanıyorum. Kolaylıkla anlaşılacağı gibi bunun sebebi; bazı gereksiz safralardan temizlenmek ve herkesin rahat rahat kendi hayat tarifini yapabileceği ve yönünü özgürce tayin edebileceği bir yere ulaşabilmesine yöneliktir.

Sizin de "hiç bir şey yapmamak" noktası dediğiniz yerin, aynı yer olduğunu sanıyorum. Ve eğer, sizi doğru anlamışsam, bu noktada sizinle hemfikirim.

O yere gerçekten de ("damdan düşenin halinden en iyi damdan düşen anlar" deniz ve necdet mektuplarında alıntılanmış) Necdet Şen'in "Sorular sorular sorular" yazısındaki "sen karşı duvara sıkılmadan kaç dakika bakabilirsin?" merakıyla varıldığını düşünüyorum.

Hangi sebeple olursa olsun (diyelim ki işsizlik, hastalık, bezginlik vs) böyle lüks bir soruyu kendine soran her insanın da; bir süre sonra hayat ve amaç hakkındaki algısının-fikrinin değiştiğine inanıyorum.

Hiç bir şey yapılmayan yerden, hiçliğe varılır mı? Bu sorunuzun cevabı maalesef bende yok. Bilemiyorum.

Ben yalnızca; hayatın bir angarya değil hepimizin tercihine uyum gösterebilecek kadar sonsuz bir kaynak olduğunu, her birimizin kendini yargısız ifade edebilme özgürlüğüne sahip olduğunu, korkusuzca ve suçluluk duymadan yaşamanın özgürlük olduğunu ve kimsenin kimseye hayatı nasıl yaşaması gerektiği konusunda bir direktif verme hakkının bulunmadığını biliyorum.

Dolayısıyla, mektubunuzun (3) ve (4) numaralı sıralamalarına ilişkin bir iki şey söylemek istiyorum. Bunlar, yalnızca benim düşüncelerimdir bu sebeple doğru yerleri varsa paylaşmaya, yanlış yerleri varsa üstlenmeye hazırım.

Ben ne geçici işlere, ne bir gün gerçekleşeceğini umduğum ütopyalara, ne de hayatın yarınlarda bir yerlerde beni bekleyen bir hediye paketi olduğuna inanmıyorum. Ben, hayatın tam da burada ve şu anda yaşanan bir şey olduğuna inanıyorum.

Bana göre herkesin okuyup yazması gerekmiyor, her okuyup yazanın da diğerlerine bunu mutlaka öğretmesi gerekmiyor, öğrenmek isteyene etekte ne varsa dökülür, orası başka ama her köyde bir piyano olmasa da olur.

Herkesin kendine mutluluk veren şeyi, kendinden başka bileni yoktur gibi geliyor bana. Çevremdeki insanlara, toplumlara, uluslara baktığımda; her biri kendi hayatlarını zehir eden sınırlamalarla tıka basa doluyken, en koyusundan bir hapishane halini körü körüne yaşarlarken, öğretecekleri yeni bir şey yok muş gibi geliyor bana.

Düşündüğümün, eylemlerimin kısaca yaşadığımın; onaya, desteğe, kalabalıklara da pek ihtiyacı yok.

Kendine inanan, güvenen, kendini sevmeyi en nihayet başarabilen birileri; hayata da aynı duyguları duyabilirmiş, kahramanları, peygamberleri, kurtarıcıları çok aramazmış gibi geliyor bana.

Bu sebeple Necdet Şen'in ilk etapta lüksmüş gibi duran o sorusunu, fazla önemli buluyorum.

Bir gün mutlaka ama mutlaka bir yerlerde sorulması gerekiyormuş, çünkü sorulmazsa hiç kimsenin yakasından "sefil ve berbat bir dünyada yaşıyorum" duygusu düşmeyecekmiş gibi geliyor bana.

Böyle hissetmek de kızgınlıktan, nefretten, acıdan ve savaştan başka bir kaderi kabartmaz her halde diye düşünüyorum.

Hoş; böyle hissettiğimizde her zaman düşüncede veya şimdiki gerçekte bir yerlere kaçıp sığınmak mümkündür ama, eninde sonunda hayatı iyi veya kötü algılayanın yalnızca kendimiz olduğunu, hatta onu bakış açılarımız yargılarımız ve tutumlarımızla biçimlendirdiğimizi nasılsa öğreniyoruz.

İlginize ve emeğinize yeniden teşekkür ediyor, iyi günler diliyorum.

Yorumlar

"Gönül Yarası" filminden bir diyaloğu hatırladım şimdi. Yeni emekli olan Nazım öğretmen (Şener Şen) İstanbul'da taksicilik yapmaktadır. Başkalarının sorunlarına çözüm bulmakla bir ömrü geçiren Nazım öğretmen, kendi kızının bir rahatsızlığını ihmal etmiş; bunun sonucu yıllar sonra ortaya çıkmış, kızı artık hamile kalamayacak ve evlense de çocuk sahibi olamayacaktır. Gecikmiş bir ihmalin artık özürü de mümkün değildir.

Mesleği boyunca kendi ailesini ve yakınlarını ikinci plana itip, ideolojisinin mensupları için bütün enerjisini harcayan çoğu insan tanıdım çevremde. Hatta aynı fedakârlığın izleri, kendi yaşantımda da bolca yer aldı.

Gerçeği öğrendiğinde, Nazım öğretmenin yüzündeki o şaşkın ifade hâlâ aklındadır. İnsanın içine eğilmesi gerektiğini, başkaları nezdinde iyi insan olmak çabalarımızın bazen ne kadar komiğe kaçtığını da hatırlatıyor bana.

Deniz'in yazısını biraz da bu duygularla okudum…

Gökhan Akçiçek - 28 Eylül 2013 (00:55)

diYorum

 

Deniz Türkoğlu neler yazdı?

99
Derkenar'da     Google'da   ARA