Patronsuz Medya

Babamız bizi sevmedi

Deniz Türkoğlu - 22 Haziran 2012  


Mahallede bir kız vardı, çıkmazın sonundaki evde otururdu. Adını söylesem de olur, Vildan'dı. Vildan dedin mi çünkü, herkes tanır.

Nasıl baygın gözleri vardı, bakarken içim acırdı. Ben o zamanlar merhamet hakkında bir şey bilmezdim. Merhamet duymak, biraz nahoş muydu neydi? Doğrusu çok da rahat değildim.

Sanki birden, Tanrı içini çekerken nefesinin ta ortasına düşmüşüm, o içini çektikçe ciğerlerine doğru gidiyormuşum, beni de havayla beraber yutuyormuş gibiydim.

Belki o kadarını da bilmezdim ama her keresinde göz açıp kapayana kadar küçülüp solduğumu, kütlemin buharlaştığını falan hissediyordum. Öyle olmasını istemesem de hep öyle oluyordu.

Ya da şöyle olurdu: Hasbelkader bir yerlerden bir para buldun, koştun Erzincan Gıda'ya (evin altındaki mahalle bakkalı), hemen bir baston çikolata aldın, jelatinini yırtmadan açtın (jelatin cebe), bastonu on numara bir mutlulukla ağzına görtürdün, tam dilini çıkartmışsın çikolataya bir dişlik mesafe kalmışken, Vildan baygın gözleriyle karşında dikiliyor.

- "Vallahi billâhi daha ısırmadım, yalamadım bile, al bu da jelatini, hiç kırıştırmadım hem de." deyip, hemen arazi olurdum.

Acayip bir şeyler vardı o kızın gözlerinde. İnsan tabakhaneye yetişir gibi gereğinden hızlı büyürse, derisi bu hıza yetişemez yol yol çatallanır, çatır çatır çatlar ya, zihnimi çatlatan biriydi o da. Neden öyleydi, bilmiyorum.

Hiç biri diğerine benzemeyen, hepsinin de babaları ayrı, en büyüğü 3 en küçüğü 1 yaşında iki kardeşi daha vardı, ama ilâç için -buna kendi babası da dahil- bir babaları bile yoktu.

Anası vardı bir tek. Dillere destan sürmeli. Anası vardı ama sayılmazdı. Sürmeli aşağı, sürmeli yukarı, iyiydi güzeldi de, çok pis bir hastalığı vardı sürmelinin. Durduk yerde üstünü başını soyar, sen giydirirsin o çıkarır, sen tutar eve getirirsin, o durmaz kaçar, insanın başına dert üstüne dert, içine yara üstüne yara açardı.

Asıl Sürmeli'nin anacağzı Cazgır Hasene bakardı hepsine. Bunca nüfusun bakiyesi ondan sorulurdu hep. Ama o da neye yetişeceğini, kime sığınacağını şaşırmıştı. Sürmelinin başına o kötü işin geldiği her keresinde, "Allah canımı alsa da kurtulsam" diye ağlayıp bağrışır, üzüntüden kendini parçalar, herkesin yüzüne şüpheyle acı acı bakardı.

Cazgırlığından başka numarası yoktu Hasene'nin. Gözü döner, odunu kaptığı gibi bir fırlama fırlar, sonra da sokağın ortasında elindeki odunu kimin kafasına indireceğini şaşırıp, birdenbire taş kesilmiş gibi zınk diye dururdu. Ömrü insan yüzlerine bakmakla geçti.

Anasının tersine sürmeli, sanki tatlı bir uyku çekiyormuş gibi her daim baygın bakar, bilenin içini paralar ama bilmeyene bir uçurum dolusu günahı ayak altı yaptırıverirdi. İşte aynı gözler Vildan'da da vardı. İnsanın ciğerini delik deşik eden gözler. Bir keresinde Cazgır'ı bizimkilerle dertleşirken duymuştum. Babası sürmeliyi sevmedi diyordu.

Sonra yıllar yıllar geçti. Çocukluğu bırakıp başka mahalleye taşındık. Artık kalplerimiz daha yüksek desibellerde kırılıyordu. Sene, TCK takvimine göre 141/142 ve 163, mevsim, İtalyan faşizmine dudak uçuklatacak kadar bahardı. Hava da inadına bir o kadar fenaydı. Kurt puslu havayı sever dedikleri cinsten.

Bize gelince mum gibiydik diyeyim, başka söze ne hacet? Ona rağmen besin zincirinin aranan halkasıydık. Zannımca bizi bulur bulmaz, kepek niyetine hamura katıp pişirecekler, ucuz ekmek adı altında, gene kendi çocuklarını gene aynı fakir halka yedireceklerdi. Geriye kalanların durumundaysa herhangi bir değişiklik yoktu. Toplanan toplanmış, atılan atılmış, satılan da çoktan satılmıştı.

Ne yaptık biz de? Gitmemiz gereken yerleri boşlayıp, gitmememiz gereken yerler bulduk kendimize. Her şeyi topyekun reddettik ve Galata Köprüsü'ne dadandık. Ne inancımız vardı, ne de gelecek günlere dair en ufak bir umut. Nihilist olduk. Bohem miydi, hayır, dibine kadar inme geçiriyorduk. Başka türlü bir kıyametin ortasındaydık ama hiç değilse serkeşlikte militandık. Acınacak kadar pejmürdeydik.

Bir sabah köprünün merdivenlerinden öyle bir kadın indi ki, yüzü her şeyi daha ilk bakışta ele veriyordu. Yüzündekileri hazmetsen, sarhoşluğuyla başa çıkılmazdı. Kalçalarını ölüsünü sürükler gibi bir o yana bir bu yana sallayarak geldi, yanımızdaki masaya yıkılmaya ramak kala devrilir gibi oturdu. Çürümüş elma gibi kokuyordu.

Daha ağzını açmadan önüne kahvesini getirdiler, mutlaka ayılması gerekiyordu. Ama içmedi. Sonra da kahvaltı diye çayla simidini getirdiler. Onlara da dokunmadı. Gözünü bizim biralara dikmişti. İştahla bakıyordu.

Perişanlığın dehşetine rağmen, neyin açlığı bu diye düşündüm. Düşündüğümü duymuş olacak, kaldırdı gözlerini, dik dik bakmaya başladı. O zaman uyumak istedim. Bazen öyle olur, insan birdenbire çok yorulur.

- "Ulan orospu çocuğu, ne kaçırıyorsun gözlerini, nooldu beybabandan kalma inciler mi döküldü?" diye bağırdı o da. Çay bardağını tuttuğu gibi bizim masaya fırlattı. İsabet ettiremedi, dedim ya, çok sarhoştu.

Gene de korktum. Hem de o an ölecekmişim gibi korktum. Köprü, Haliç'in boklu suyunda sallandıkça, aç karnına içtiğim sabah biraları ağzıma gelmeye başlamıştı. Ağzımı açıp tek lâf etmedim o yüzden.

O da böylece zıvanadan çıktı, ondan utandığımı düşündü. Belki düşük, kirli, çürük görüp küçümsediğimi, bulaşmak istemediğimi sandı, belki tanımanın pişmanlığıyla tanımazlıktan geldiğimi sandı, ayağa kalkıp, masaya geldi. Üstüme yürüyüp, "Sana mı kaldı ulan bana şefkat göstermek? Sen kim oluyorsun da bana babamın almadığı baston çikolataları alıyorsun, sen bip kimsin bip biiip ulan biiip biiiiip…"

Yumrukları diri, ciğerleri hırıl hırıl, ayakkabısının topuğunun biriyle, ön dişlerinin tamamı kırıktı. Sesi bir müddet sonra tamamen sessizliğe dönüşüyor, insanı bir kuyunun dibine inmişçesine tenhalaştırıyordu.

Yıllar sonra Perihan Mağden, "babanız sizi sevdi de ne oldu, korkak, kör ve bok gibisiniz" diye yazdı. Sonra o şiiri Baba Zula şarkı yaptı.

Vildan dedin mi çünkü, herkes tanır. Adını söylesem de olur, sürmelinin kızıydı. Yıllar önce Galata Köprüsü'nde kalbimi ne fena kırmıştı. O beni o gün, öyle hırpalarken, ben muhtemelen o gün de en fazla bugün düşünebildiğim kadarını düşünüyordum.

Yeni cami önündeki güvercinlerin buğdayı var mıdır hâlâ? Çünkü açlığın her türlüsü başa belâ.

Yorumlar

Öyküde sözü edilen şiirin orijinali aşağıdaki gibidir.

BABASIZ KIZLAR BALOSU

"bu davette topuğunuzun ya da kanadınızın
biri kırık olmalı
bu şartı yerine getirmeyenler
kırık ön dişler ya da deşik ciğerlerle de
katılabilirler"

uzun hazırlıklardan geçtik biz
uzakdiyarlara uçtuk: başka çaremiz yoktu
babasız kızlar korosu:
babamız bizi sevmedi
çirkiniz! çirkiniz!
zır deliyiz. güzeller güzeli şüphe
kır kalbimi, alışığım ben
yeşil gözleri babamın: gözleri zehirli yosunlardandır
ince ince proje dokur, gürcü soğuk ve mağrur
babamı hiç görmedim - ki onca yıldır

"bu baloya davetli kızlar
babalarının cenazesinde bulunmayacaklar"

niye seveyim seni
babalarının terk ettiği kızlar, kötülüklerinde cömert
aşklarında hazin ve güvenilmezdirler

babasız kızlar korosu:
babamız bizi sevmedi
öyle bir şey koptu ki içimizde
bütün kötü kadınlar bizden sorulur
kaçmayı biliriz biz en iyi
ey cesur! ey sevgili! sıkıysa bak gözlerime
taşa çeviririm seni, mum gibi eritirim
çocukluk acıları pazılarımdır benim
ah ben ne güçlü ne unutkanım bilemezsin.

"balomuz gece yarısını geçe başlayıp
canımız isteyince biter"

kandırdur arabalarıyla dolanmayız biz
cam kırıklarında dans etmek varken
babasız kızlar korosu:
küfredip kavga çıkarırız
çirkiniz! çirkiniz! çirkiniz
babamız bizi sevmedi
cümlenizin hakkından geliriz
yaralarımıza şap dökerek büyüttük kendimizi
göçebeyiz; talan eder tüyeriz
hayat, baskınımıza mazur bir davet yeridir
arka kapıları tekmeler içeri gireriz
yaklaşma yakarım, dumanını üflediğim gibi
keyfime bakarım

ön kapıdan ve sırayla
buyrun kibar hanımlar beyler
babanız sizi sevdi de ne oldu?
Korkak, kör ve bok gibisiniz.

Perihan Mağden

Şarkının videosu da şurada: Babasız kızlar Balosu →

Baba Zula - 23 Haziran 2012 (22:13)

Eşim günlerdir Deniz abinin yeni yazısını oku diye başımın etini yeyiyordu uzun zamandır okuduğum en güzel öykü. Helal olsun seni seviyoruz. (Tarık & Arzu)

Tarık - 10 Temmuz 2012 (17:12)

İlk kelimeleriyle kendisine bağlayan bir hikâye okumayalı uzun zaman olmuştu, kaleminize iyi bakın güzel şeyler yazıyor.

Ahmet Duranlı - 19 Temmuz 2012 (17:57)

Yenilgilerin gücü, bazen iyi bazen kötü bazen kontrolsüz ama güçlü işte…

Ernesto - 20 Temmuz 2012 (17:24)

diYorum

 

Deniz Türkoğlu neler yazdı?

87
Derkenar'da     Google'da   ARA