Patronsuz Medya

Bize yumurta ve kek verdiler

Deniz Türkoğlu - 2 Nisan 2003  


Bunlar mı kafayı yemiş, yoksa ben mi gidiciyim? Sabahtan akşama kadar televizyonda, naklen yayınla savaş seyrettirilir mi? Sen de seyretme o zaman demek kolay. Gel de sen seyretme bakalım. Savaş sektörünün ekonomisi bu denli yükselmişken hem de.

Gecesi gündüzü yok, televizyonlarda 24 saat aralıksız, bangır bangır "Irak'ta Savaş" yayınlanıyor. İyi ki ırakta savaşılıyor, bir de maazallah yakında savaşılsa, hep birlikte ayvayı hazmetmek zorunda kalacakmışız. Verilmiş sadakamız varmış.

Gelgelelim bunların propagandalarına yetişeceğim diye koşturmaktan dalağım şişti benim. Ne nefes varmış elin Amerikalısında, breh breh! Dakka başı bir gol!

Tabii savaş daha yeni, bu bolluk ilk günlerin hevesidir diyordum fakat kaç günler geceler geçti, hâlâ televizyon karşısında sabahlıyorum. Ne dur var, ne de durak. İhtiyaç molası bile vermiyorlar.

Artık bu gece dayanamadım, ne olursa olsun, gidip yatacağım dedim kendime. Son savaş bu olmayacak ya, bizde bu ense, amerikada bu para oldukça, nasılsa daha çok dayak yeriz.

Tam yerimden kalkıyordum ki, CNN Türk yeni bir yayına başladı bu kez de. Ne yaparsa en iyisini, en kalitelisini bu Amerikalı yapıyor arkadaş! Yiğidi öldür ama hakkını yeme.

Bir mekân ki, lebiderya. Sen de metropol, ben diyeyim uzay üssü. Bir şehirde neler neler olmalıysa, hepsinin yekûnu burada. Alt yapısından, üst yapısına kadar, yollar, köprüler, çarşılar, parklar, evler… hepsi birbirinden şahane.

Şehir orada, insanlar nerede?

Normal şehirlerde, sokaklarda insanlar dolaşır, normalde.

Fakat burada insanlar birdenbire yok olmuşlar sanki. Sokaklarda in cin top oynuyor. Etiyle kemiğiyle koca bir toplum su gibi buharlaşmış olmalı ki, şehirde evler dahil, her yer her şey, ürkütücü bir ıssızlığın ortasında duruyor.

Otoyollar var, asfalttan yayılan korkunç motor gürültüleri var ama görünürde bir araba bile yok, uğultulu, ezici bir trafik sesi var ama araçlar yok, kiliseler var, onların ayine çağıran çan sesleri var ama cemaat yok, okullar var, pencerelerden okul bahçesine taşan cıvıltılı çocuk sesleri var ama çocuklar yok, kuş şakırtılı, insanların bolca konuştuğu, bolca gülüştüğü parklar var, bisikletlerin zil sesleri, atlı faytonların ritmik nal sesleri var ama insanlar… İnsanın bu garip boşluğu seyrederken tüyleri ürperiyor.

Ben ekrana çakılmış, bu tekinsiz şeye aval aval bakarken, daha acaba neler oluyor dememe kalmadan, birdenbire sesler seyreldi, görüntü bulanıklaştı, akabinde ekranda biri CNN muhabiri, diğeri Amerikan askeri, iki adam ortaya çıktı ve durumun aslını astarını kameralara açıkladılar. Meğer burası, Amerikan askerlerinin savaş eğitimi yaptıkları sanal bir yermiş. Bizim coniler burada yetişiyorlarmış da, bizim haberimiz yokmuş.

Onların sahneye çıkmasıyla, savaşın başlaması bir oldu. Muhabir ile asker sokaklarda gezerken, tepelerinde aniden devasa savaş uçakları peydahlandı. Bir anda korkunç uğultularla üstlerine konfeti gibi yağan, düştüğü her yeri patlatan bir bomba yağmuruna tutuldular. Kaçmaya çalışırlarken, tanklarla burun buruna geldiler. Nereden çıktığı belirsiz tepeden tırnağa silâhlanmış yüzlerce coni, etraflarını bir anda sarıverdi.

Askerin zevk kahkahaları sık sık muhabirin "aav may gat" nidalarıyla kesiliyor, şehir ağır bombardımanın altında toz gibi dağılıyor, alev alev yanıyordu. Binalar yıkıldı, köprüler ortalarından ikiye ayrıldı, ağaçlar devrildi. Tablo bir anda savaş tablosuna dönüştü.

Bir kez daha, iyi ki ırakta savaşıyorlar dedim kendime. Gittim yattım. Sabaha kadar hopur hopur oynamışım yatağın içinde. Bir taraftan da "aav may gat" diye uzun uzun ulumuşum. Öyle söyledi evdekiler.

Sabah gazetelerine bakarken, şöyle bir haber gördüm:

"Irak'ta beklenmedik bir direnişle karşılaşan ve lojistik sorunlarla boğuşan Amerikan ordusunda çatışmalar nedeniyle ikmal konvoylarıyla irtibatı kesilen ABD askerlerine Iraklı siviller yiyecek vererek yardım eli uzattı. Birlikten çavuş Wilson, Iraklı kadınların Amerikan kampındaki aç askerlere yiyecek getirdiğini belirtirken, Tony Garcia adlı asker de, 'Bize yumurta ve patates verdiler'dedi. Birkaç gün önce Amerikalı esir delikanlıların ve genç kızların 'şok ve dehşet' içinde titreyen bedenlerini gördüğümüzde duyduğumuz hüzne, bu kez kendi istilâcısına yumurta ve patates sunan Arap kadınlarına duyduğumuz o tarif edilmez saygı-hüzün karışımı duygu ekleniyor. Yumurta ve patatese "saldıran" aç erin bir sonraki cümlesi de şöyle: "Yerel halkın bize minnettar olduğunu ve Saddam'ın devrilmesini istediğini sanıyorum." (Milliyet)

Ne vereceklerdi ya?

Bu ne şaşkınlık yahu, kafayı mı yemiş bunlar? Yoksa bu doğulu gözlerle batı trenine yandan çarklı bakan ben mi gidiciyim?

diYorum

 

Deniz Türkoğlu neler yazdı?

57
Derkenar'da     Google'da   ARA