Patronsuz Medya

Havanızı görürüm efendiler

Deniz Türkoğlu - 19 Ekim 2003  


Hazırlıksız yakaladığımın farkındayım. Bu kadarını sineye çekeceksiniz artık, çünkü siz de bana evde misin diye sormadınız.

Bu gece evde yokum. Nar çiçeği kırmızısı olsun diye dipten bir duyguyla tutturduğum, yetmiş iki aylık senetlerini de imzalarken cüzdanın orucunu bozduğum dört kollu yerli arabamla gezmeye çıkıyorum.

Eğer işgüzar bir trafikçi beni yoldan çevirirse, o zaman halim yaman.

Bu ehliyet meselesini siz bilmezsiniz.

Bundan en az on sene önce Maslağın o çukur yerinde; sabahın karga vakitleri, çapakları parmak uçlarıyla iki yana itip, ekmek sırasına girmiş karneliler gibi, uzun kuyruğunun ucu görünmeyen bir boa endamıyla, hem devrik hem sürüngen ve fakat hiç mağlup değil, hâlâ yiyecek ekmeği var, ağzında dişleri, bir de zehirli dili, velhasıl kornasından tekerine kadar henüz sağlam, aynı zamanda derisi ha değişti ha değişecek esen rüzgârlara göre, mevsimli şüphesiz deri bu boru değil, soğuk kanlı da olsa kızarıyor sonuçta ve sürünüyor nitekim hiç unutmam bir şubat ayında, oligarşi önünde eliyle olmasa da pençesiyle divan.

Siz bu oligarşiyi bilirsiniz. Her an her yerden bir grup sürü çıkabilir; neticesinde takım erki, kaç dekar uzansan o kadar galip gelir.

Oturmuşum ben de diğerleri gibi, aynı oltanın ucuna balık yasağında, ağzımda zoka, ehliyete doğru bakışıp duruyoruz.

Üç kişiydiler; o zaman telepati yoluyla konuşan iki devirden dört devire parmak zoruyla (tercihen orta parmak) çıkan bir kaplumbağa var bende, haliyle iki kapılı, önden silkeleyerek pek naif bedenimi, bir koltukluk pay ha kaldı ha kalmadı ensemin kökünde, ikisi arkaya geçti. Biri yanımda ceberutun.

Üçü de geceden soğana-sarmısağa yatırılmış, ben de o gece aksi gibi mari antuanet'le sabaha kadar pastalamışım, bi mide bulantısı kafatasımın iç çeperinde, torpidoyu yokla diyor çeperim, mari'den çıkarken azık olsun diye koltuk altı ettiğin fransız şampanyalarını, demin atmadım mı dibine kadar yalayıp fakat? Attım evet tamam da, çekilir dert değil bu.

Neyse ki ön ceberut konuştu.

"Basınız gaza!"

Bastık tabii. Maslağı o meşhur çukurunun üstünden, altına doğru birinci viteste iniyoruz. Maslağa sorsak gayet memnun, gel gelelim sağına soluna çıkıntı yapmış bir takım tabelâlar var, bence mahzuru yok amma bir de gıdıklanıyor haspa. Haliyle daha ağır bir havadan sürmek lazım, sudan da bir sohbet tutturduk kaplumbağamın içinde, memleketler tokuşmazsa tokuşmasın, sonuçta dördümüz de İstanbul'lu, "sen İstanbul'un neresindensin" i dert ettik bu kez, bi taraftan da gidiyoruz, arkadan yankılanıyor "ikinci vitese geç!" emri, "baş üstüne komtanım", üç-dört derken yolun sonunu bulduk.

Bu kez önce ben indim. Arkadaki iki künefe rahat çıksınlar diye. Bu iş oldu diyorum içimden. Yaşasın fransa kralı. Ve dahi onun sevgili eşi.

Üç silahşörlerin ellerinde enlemi boylamı hesaplanamaz bir dosya, gülümseyerek bir şeyler yazdılar çizdiler, sanıyorum ki ehliyeti çıkarıp oradan verecekler.

"Adınız?"

"Deniz"

"Soyadınız?"

"Türkoğlu"

"Gelip bizi görün-iz Deniz, ehliyetiniz tamam."

Göremedim tabii. Ehliyeti de alamadım böylece. On küsur senedir aynı tas aynı hamam. Üzerime ne ehliyet kursları açıldı, kaç atlı Üsküdar'ı geçti, kaç çenesi muazzam bana ayıp ettiğimi söyledi.

Ne çıkardı tabii onu ben de biliyorum, ne çıkardı biraz yol yordam bilseydim, ne çıkardı böyle gelmiş böyle gidicilere ensemi öptürüp bi de cehrisinden gül endam eyleseydim.

Öyle de böyle de çıkan bir şey yok çok şükür. Ben, bu gece evde de değilim nitekim.

Caddelere çok bulaşmadan, yasak insan basmış ara sokaklardan-derkenarlardan, tabelâlara toslaya toslaya, o kaldırım benim ötekiler senin olsun, ve fakat bu kez baltacı mehmet gazabıyla kanı kımızlı ve katerina'sına fena takmış kafayı, "ehliyet eniştem olur" hamili kart edasıyla gezmeye çıkıyorum. Üç günlük ömrümde sıkmayın canımı, zaten arabanın üçüncü taksidini de Kemalettin Tuğcu ödesin, o ödemiyorsa Suna Tanaltay'a gönderin, bi daha da gelmeden önce haber verin.

diYorum

 

Deniz Türkoğlu neler yazdı?

83
Derkenar'da     Google'da   ARA