Patronsuz Medya

Hayat Okulu Apartmanı

Deniz Türkoğlu - 19 Mart 2004  


Zeliş'in evi, bizim evin tam karşısında. Boya falan arama. Suratında boz bulanık bi tabaka var ama, ne üstünde ne de altında renk yok.

Sarılardan, pembelerden, mavilerden kırılıyor sokak; bu da gelmiş hepsinin ortasına kurulmuş, o karanlık haliyle başka bir yerleri işaret ediyor sanki.

Kambur, çirkin mi çirkin dikiliyor karşımda. Ev dediğim, giriş kapısı kanatları apartılmış dört katlı ahşap bi apartman. Başka deyişle yolgeçen hanı. Hırlısından hırsızına şişesini kapan içeride.

Tahta merdivenleri leş gibi sidik kokuyor, kusmuk kokuyor. Hastalığı bilmeyen, yokluğu tanımayan buyursun girsin içeri. Burdan öğreneceğini başka yerden öğrenemez.

Zaten bi kaç sene önce baktık ki, Medet merdiveni apartman isminin yazdığı nişe dayamış, elindeki çekiçle pirinç harflerin hepsini tek tek parçalıyor. Yerine getirdi kocaman bi tenekeye kendi el yazısıyla yazdığı başka bi tabela çaktı. Hadi oldu mu sana kırk yıllık Süreyya apartmanı, "hayat okulu". Olacak artık, Medet bu.

Medet, hayat okulu apartmanının sahibi. Giriş katında oturuyor. Her zaman kapı görevlisi, her zaman profesör, dekan, cumhurbaşkan. Yerine göre diktatör, yerine göre tarator. Bazen böyle insan olur mu, bu bir evliya dersin. Ama bi vurdu mu, itin malikanesinin önünde alırsın soluğu.

Uzun boylu, iri yapılı, belâ lı. Kırkbeşinde, ellisinde var. Nevîzade sokağında meyhane işletiyor. Asıl işi, insan sarraflığı. Göz yerine başka bi şey vermiş Allah yüzüne. Sıkıysa geç karşısına, dikil bak. Bakarsın bakmasına ama yağlı kazıkta yürür gibi bakarsın. Daha ikinci adımını atamadan ayağın kayar.

Gecenin geç saatlerine kadar evden hiç çıkmaz. Kapışmadığı zamanlar, sesi de çıkmaz. Aslında iyi biri Medet, huzurlu, sakin. Kapısı her zaman açık. Tel dolabı ağzına kadar dolu. Şişesiz girenlere şişe, karnı acıkanlara ekmek peynir veriyor.

Ondaki parayla Nişantaşı'nda oturulur, Bebek'te oturulur. Son model araba bile çeker istese altına. Dünya nimetlerinde eli eteği yok sanki.

Gel gelelim Medet fazla asabi. Tersi çok çabuk dönüyor. Diyelim ki ayyaşlar itişip kakıştılar apartmanın içinde, işini gücünü bırakıp en üst katına kadar merdivenleri bi çırpıda tırmanıyor.

Döve söve top gibi yuvarlayarak, kimi bulduysa fırlatıp atıyor dışarı. Yağmurda çamurda kalmış kimsesizleri, girdikleri deliklerden tek tek toplayıp getiren de kendisi. Ceplerine para da koyuyor. Bi kaç gün üst üste görmediklerini sokak sokak arayan da o. Sonra bi şey oluyor. Artık ne olduysa onu bi Medet biliyor.

Öyle hemen dinmiyor öfkesi. Asfalta yapıştırdıklarını bir bir kaldırıyor sokağın ortasından. Gün ışığında bi daha inceliyor. Eğer ağzı burnu sağlam kalan varsa, veriyor veriştiriyor yeniden. Kan görmeden bırakmıyor.

Onun gazabı dinene kadar taksiler peş peşe dizilmiş, uslu uslu yolun açılmasını bekliyorlar. Mahalleli, pencere tüllerini çekip arkasından seyrediyor olanı biteni. Karakol şuracıkta ama, kimse karışmıyor Medet'in işine. Var bi sebebi herhalde.

Herkes almış Medet'in huyunu. Vukuat günlerinde kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Bi matem çöküyor sanki mahallenin üstüne, bi sessizlik, bi tenhalık.

Sonra gecenin geç saatlerinde Medet kapıdan çıkıyor, mahalleli bacadan eski haline dönüyor. Yavaş yavaş elektrikler yanmaya başlıyor evlerde. Serseriler görünüyor köşede. Birer ikişer hayat okuluna giriyorlar. Zaten kilit milit yok, açıyorlar tel dolabı. Gün boyu acıkmış karınlarını doyuruyorlar bi güzel.

İkinci katta, ermeni bir sinema emekçisi oturuyor. Adı Mıgırdıç. Leyla Sayar'a fena takmış kafayı. Aşık olmuş sonra da yuvarlanmış gitmiş o karşılıksız aşkın uçurumuna. O gün bu gündür, hayata emek memek vermemiş. Gece gündüz demeden, durmadan piyiz. Arada bir galeyana gelip, penceresini ardına kadar açıyor.

İşte o zamanlar kafasındaki dünyayla, gerçek dünya birbirine karışmış, yarı beline kadar Yeşilçam sokağına doğru sarkıtıyor kendini. Gölgesi ikinci katın semalarından birinci kata doğru usul usul kayarken, yakası açılmadık küfürlerle veryansın ediyor sinemaya. Her seferinde aynı hikâye. "Ulan beni yediniz bitirdiniz be!"

Mıgırdıç'ın komada parende attığı böyle anlarda, Medet gene iş başında. Bi omuz koyuyor kapıya, "Ulan Allahtan korkmaz, gene mi kitledin bu kapıyı ulan?" nidalarıyla saniyesinde odanın ortasında. Kartal pençesiyle yakalar gibi ensesinden tutup, çekiyor içeri. Kucağına yatırıp pışpışlıyor. Fazla değil beş on dakka sonra kesiliyor adamın sesi.

Ama bir de o çulsuzlardan birine kafa tuttuysa, hele ki polise şikâyet edip onları o merdivenlerden attırmaya yeltendiyse, Medet'e rağmen bir ekip otosu dayandıysa hayat okulunun kapısına… Medet hemen Mıgırdıç'ın ensesinde bitiyor. Tuttuğu gibi sarkıtıyor baş aşağı, sokaktan kim geliyor kim geçiyorsa bir bir özür diletiyor.

"Nasıl özür dilemeliyiz? Tatbikiyle işte burda." diye gümbür gümbür bağırıyor. "Ey Mahalleli, gel kaçırma! Elimde gördüğün şu bi adet şahşiyetin sözlerine kulak ver. Her eve lâzım bu sözler" sallıyor, silkeliyor hiddetle. "Neymiş babacım?", "Kardeş kardeşe kıyar mıymış?" Kendi sorusunu kendi cevaplıyor. Uzata yaya bi kaç kez cevaplıyor hem de. "Kıymaaz, kıymamalıı."

Sonunda yoruluyor, içeri alıyor yine adamı "ispiyon yok ulan, ispiyon yok!" diye iki yumrukla düzeltip, fırlatıyor bi köşeye.

Üçüncü katta Erzincan'lı bi aile oturuyor. Ayda bir bi kamyon dayanıyor apartmanın önüne. Tulum peyniri kokan hane halkı, hayvan postlarına tıkızca doldurulmuş çuvalları, kamyondan eve taşıyorlar. Sonra da peyniri, pazarın içindeki tezgahta satıyorlar. Geçim derdine düşmüşler, çoluk çocuk okutuyorlar. Kazandıkları kendi boğazlarına ancak yetiyor. Ne suya, ne sabuna dokunmuyorlar.

Zeliş, kocasını trafik kazasında kurban verince, elinde kızıyla birlikte Ankara'dan kalktı, İstanbul'a geldi. Geldi ve hayat okulunun en üst katında Medet'in senelerdir kiraya vermediği o daireye sığındı.

Kıpkırmızı bir tayyörü var. Tayyörün eteği, dizkapağının biraz altında aniden bitiveriyor. Ceketi, deniz kabuğundan dört düğmeyle sımsıkı kapalı. Kuzgun siyahı saçlarını her zaman yüzünün çevresinde topluyor, elleriyle gerip yuvarlıyor avucunda, fildişi bir şişle ensesinde tutturuyor. Kulaklarında iki koca yuvarlak çingene küpesi, altından. İki kaşının arasında doğuştan bir ben. Gözleri kapkara.

O böyle ilk kez girdiğinde mahalleye; büyüğünden küçüğüne, akıllısından delisine herkesin yüreği hop etti.

Medet o ana kadar Zeliş'i hiç görmedi, bilmedi. Bizimkilerin aynı mahallede hararetle kiralık ev aradıklarını duyar duymaz, hızır gibi yetişmiş. Hikâyeyi öğrenir öğrenmez de, daireyi temizletmiş. Bu iş apartmanın her yerine postu sermiş, ense yapan ayyaşların hoşuna gitmese de, ilk kez çekmiş kapatmış bi kapıyı. Anahtarı da cebine atmış.

Rahmetli öğretmendi. Zeliş el bebek gül bebek, cımbızlı şiirden başka şiir bilmez, umrumda mı dünya şiarıyla yaşayıp gidiyordu. Kocası birden bire ölünce, üstünü değiştirmeye fırsat bulamadan ev haliyle yakalanıvermiş hayata. Neresini örteceğini şaşırmış. Tutup bizimkileri aramış. "Şimdi ne yapayım?" diye. Zeliş'te bizimkilerden başka hısım akraba yok. Gidecek, sığınacak yeri yok.

"Biz sana kol kanat gereriz" diye çağırmış bizimkiler de. Çağırmışlar çağırmasına da, mahallede boş ev yok. Tam o sıra Medet gelmiş, anahtarı masaya bırakmış. Bizimkilerin hiç hoşuna gitmemiş bu iş ama, Medet'e "hayır" denmez ki.

Zaten Medet Zeliş'e daha o gelmeden, Kasımpaşa'daki askeri dikim evinde iş bulmuştu. Zeliş, hemen işe başladı. Bir yandan dikiş makinesinin iğnesini aynı sol baş parmağına haftada bilmem kaç kere saplayıp, hastanelik ola ola terzilik öğreniyor. Öte yandan da kızını yatılı okula yazdırma çabasında. Bizimkiler önce diretti. "Yatılı okul da neyin nesi, üç kuruş parayla altından kalkılmaz bunca giderin, gönderelim işte Taksim İlkokuluna, bizim çocukla birlikte gidip gelsinler." diye ama "Olmaz öyle şey!" dedi Medet, Zeliş'ten tarafa hiç bakmayarak. "Böyle olacak!"

O zaman bizimkiler sustular. Medet'in bu okul işinde parmağı var diye düşündüler. O böyle kaç çocuk okutuyor, sayısını kendi de bilmez. Herkes Medet'in bu kızı da okutacağını anlayıp, rahatladı.

Zeliş geldiğinden beri, uyku da yok durak da yok bende. Yemeden içmeden pencere nöbeti tutuyorum. Sabahları bizim apartmandan ok gibi fırlayıp, Medet'e rağmen, kapıda bitiyorum. Eğer kapıda karşılaşmazsak, belli ki zamanı biraz kaydırmışım. Bi solukta tahta merdivenleri tırmanıp, Zeliş'i ya inerken ya da tam çıkarken yakalıyorum.

Bazen merdivenler düzenli oluyor, serseriler hiç değilse merdiven kenarında falan büzüşmüş ortada inecek bi yer bırakmışlar. Bazen de bi kalabalık oluyor ki, tespih böcekleri gibi kıvrılmış sayısız bedenin üstünden atlayıp, düşe kalka iniyoruz aşağı.

En zoru da Medet'in önünden geçmek. Kırmızı tayyörle duvar arasında bir yere siperlenip, "Medet'le göz göze gelmeden bi çıksak apartmandan" diye ettiğim duanın bini bi para. Çünkü bu adam, gece gündüz hiç uyumaz.

Ama Zeliş'in Medet'ten çekindiği falan yok. Tam tersine araları iyi. Hatta Medet bizimkine oyalansın diye möbleli bir pikap hediye etmiş, bi kaç da 45 lik. Bi müzik eksikti bu zıkkım apartmanda. Zeliş eve gelir gelmez koyuyor aynı plağı, "… yapraklarım ellerimdir tam yüz bin elim var yüz bin elle dokunurum sana istanbula yapraklarım gözlerimdir şaşarak bakarım yüz bin gözle seyrederim seni istanbulu yüz bin yürek gibi çarpar yapraklarım…" Gece yarılarına kadar bangırdatıyorlar mahalleyi. Ayyaşların da keyfi yerinde. Bi benim mi canım sıkılıyor, bi ben mi bozuluyorum buna?

Zeliş'i sokağa çıkardıktan sonrası kolay. Köşeden dakka başı geçen sekizlik dolmuşlardan birine atıp, işine gönderiyorum. Kız da yatılı okuyor zaten. Haftanın iki günü de, yemese içmese tutar bu nöbeti insan. Bir de şu kırmızı tayyörü giymese. Saçlarını öyle toplamasa. Kulaklarındaki altın küpeleri bir daha takmamacasına, çıkarıp atsa. Onları satıp üstüne renksiz bi elbise alsa. O almazsa ben alırım, orası kolay. Asıl mesele Medet'le olan ahbaplığı bitirmek. Demek ki bi de pikap parası biriktirilecek. Günde 25 kuruştan kaç ayda birikir bu meret? İlkokul harçlığıyla zor.

Her akşam iş dönüşü, Medet'e bi uğruyor kapıdan. Medet de yeni çıkan plakları veriyor Zeliş'e. Veriyor vermesine de, pikabın üstünde dönen aynı plak yine. Aslında iyi biri. Bir kötülüğü yok. Hem o var diye, kimsenin kafasını yerden kaldırıp Zeliş'e bakmışlığı yok, bakacağı da yok.

Bir sabah gene Zeliş'i işe göndermek için kapıya dayandığımda, onu çapulcularla konuşurken buldum. Medet'i soruyordu. Bütün gece eve gelmemiş. "Ben işe gitmem." dedi Zeliş. "O zaman ben de okula gitmem." dedim. Kalktık meyhaneye gittik. Gece aniden yere düşüvermiş Medet. Apar topar İlkyardım'a kaldırmışlar. Doktorlar kalp krizi demiş. Yoğun bakımdaymış.

Biz ne yapmalı diye şaşkın şaşkın meyhanenin içinde dönerken, birden kapı açıldı ve eli çantalı bir adam girdi içeri. Kendini avukat Ekrem diye tanıştırdı. Medet'in çok yakın bir dostuymuş.

"Hepimizin başı sağ olsun, onu kaybettik." dedi, yere bakarak.

* * *

Zeliş bütün gece hastanede kaldı. Morgun kapısının önünde, sessiz sedasız oturdu. Ben de yanında otururdum ama bizimkiler beni sürüye sürüye çıkardılar hastaneden.

Öğle namazıyla defnettik Medet'i. Sonra hep birlikte mahalleye geri döndük. Mahalleli "Hayat Okulu" nun önünde toplandı. Avukat Ekrem, tabureye çıktı. Çantasından çıkardığı bir kağıdı okumaya başladı.

"Dostlarım, kardeşlerim, mahalleli. Herkes testisini rahat bi yere koysun, çöksün. Vasiyetimi okuyorum.

1- Hayat okulunun kapıları bilavakit açık kalacak. Kiracılar, okulu en tezinden tahliye edecekler. Bu okul, hayatın sillesini yemiş kardeşlerim içindir. İkinci katta oturan Mıgırdıç kardeşim hariç, diğerleri burdan gitsin.

2- Kiracıların tahliyesiyle beraber, aynen sokak kapısı gibi, hane kapıları da sökülüp parçalansın. Mıgırdıç'ın kapısına dokunmayın.

3- Hayat okuluna devam eden kardeşleri için, mahalleli her vakit tetikte duracak. Okul ahşaptır ve yangın tehlikesi vardır. Bu kardeşler cigara içer, ısınmak için ateş yakar, sonra da gevşeyip sızarlar. Bu kardeşler, sık sık hastalanırlar fakat içlerinden dışlarına haber sızdırmazlar. Bu kardeşler, zaman zaman birbirlerini itip kakarlar, bazen de kin tutarlar. Böyle hususlara karşı uyanık ol mahalleli.

4- Nevizade'de ki meyhane aşevi haline getirilecek. Kapalı çarşı'daki dükkanların kirası bu aşevine verilecek. Aşçıya, garsonlara ilişilmesin. Maaşlarına her altı ayda bir, hayat şartlarına göre zam yapılsın.

5- Para işlerinin muhasebesini avukat Ekrem kardeşim tutacak. İhtiyacı olan tanıdık tanımadık herkesin imdadına, bu paralarla koşulsun.

Dostlarım, kardeşlerim, mahalleli. Ben öldüm. Sizleri Allah'a emanet ediyorum."

* * *

Sonra avukat Ekrem tabureden indi. Ağır ağır bizim yanımıza geldi. "Yukarı çıkalım da, Medet'in bir vasiyeti daha var. Bu kez Zeliş Hanım'a. Onu da okuyalım." dedi.

* * *

"Zeliş Hanımefendi, Oturduğumuz bu ev, bildiğiniz o meyhane, Kapalı çarşı'da üç dükkan, bi de Cihangir'de altı katlı, çift daireli, asansörlü, sıcak sulu, deniz görür, bahçe içinde lüks bi apartman; işte dünyalıklarım.

Ölümümü müteakiben işinizden ayrılın. Kızınızı tıpkı İstanbul'a gelirkenki gibi, gene elinden tutup, bu kez Zeliş apartmanına götürün. Epey evvelden, katlardan en hoşuma gidenini boşaltmış, hayatta ilk kez böyle garip bir zevki tadarak dayayıp döşemiştim. Kısmet olur da, belki bir gün, karşılıklı dairelerde otururuz diye. Fakat bunu size söyleyecek cesareti kendimde bir türlü bulamadım. Olmadı ne yapalım?

Hanımefendi, siz şimdi o dairelerden hangisini beğenirseniz oraya yerleşin. Boş duran ikinci daireye de Erzincan'lı aileyi taşıyın. Onların da çocukları büyüdü. Kız evlâtları var. Bundan sonra orada otursunlar. Refik efendi işine Cihangir'den gider gelir artık. Bu aileden katiyetle kira almayın. Aksine çocukların okul masraflarını siz karşılayın. Apartmandan elinize geçecek kira miktarları, epey yekun tutar. Bu aile gibi en az on aileyi daha, gül gibi geçindirir. Artık size güveniyorum, sizin yüzünüz gibi, huyunuz da güzeldir.

Son bir isteğim daha olacak. Vakti, yeri önemli değil. İstanbul'a geldiğiniz ilk zamanlarda sizin kırmızı bi tayyörünüz vardı. O tayyörü bir gün, benim için, bir kere daha giyer misiniz?

Şimdilik Allahaısmarladık.

"Medet Kimsesiz"

diYorum

 

Deniz Türkoğlu neler yazdı?

80
Derkenar'da     Google'da   ARA