Patronsuz Medya

Kybele feminist değildi

Deniz Türkoğlu - 4 Mart 2004  


Yeryüzünde buzulların yavaş yavaş erimesi, iklimin ısınması ve bitki örtüsünün ortaya çıkmasıyla yerleşik yaşama geçen tarih öncesi insan; Anadolu ve Mezopotamya'da ilk köyleri kuruyor.

Yerleşik düzene geçişiyle akıl üzerine daha çok yoğunlaşabilen ilkel ata; evrimlerden evrim, devrimlerden devrim beğene beğene büyürken, bir taraftan da yaşadığı çevreyi anlama, anlamlandırma arzusuyla kıvranıyor.

Kendinin olduğu gibi, gözlerinin gördüğü diğer tüm canlıların, bereketli doğanın, hiç durmadan dönen yaşam çarkının da yaratıcısını merak ediyor.

Günlerden bir gün, birden bire bir ışık çakıyor kafasının içinde. Tıpkı doğa gibi yaratan, doğuran ve sayısız memeleriyle emzirip besleyen kadına çeviriyor gözünü. İşte, Kybele'nin hikâyesi de burada başlıyor.

Kybele, geniş kalçalı, koca göbekli, dolgun memeli bir kadın. Anadolu'da yaşıyor. Kollarında her zaman küçük boyda bir erkek taşıyor. Erkek; kadının göğsüne yapışmış, üstüne tırmanmış gibi ve sanki kadının hem sevgilisi, hem de çocuğu. (Mitoloji Sözlüğü, Azra Erhat)

Bu kadın, bir taraftan göğsüne yapışmış erkeği beslerken, diğer taraftan da yeni insanlar yavruluyor.

Yaratıcıyı keşfettiğine inanan ilk ata, hemen tanrıların anası diyor ona. Bereketin, emeğin, üretkenliğin simgesi olarak; Bereket Ana diyor, Toprak Ana diyor.

Anadolu'nun her yerine mabetlerini yapıyor, kayalara resimlerini çiziyor, topraktan heykelcikleriyle evini, ekinini kutsuyor. Kilimine dokuyor, çanağına çömleğine işliyor.

Anadolu insanı, kadını uygarlığın anası bilip, baş tacı ediyor. Günden güne büyüyor Kybele'nin yüzündeki insan gülümsemesi.

Batının, Olimpos'lu öfkeli Tanrılarının arkasında duran, içten pazarlıklı Tanrıçalar gibi değil Kybele. Onlar gibi kıskanç, zalim, entrikacı değil. Onlar gibi ürkek, zavallı değil ya da yalnızca dişiliğiyle göz kamaştırmıyor. Ne zehirli bir cinsel çekiciliği var ne de baştan çıkarıcılığı. Ne erkte iktidarda gözü var, ne de talanda ziyanda.

Kybele; üreten, erkeğiyle yan yana duran bir kadın ana. Ve on bin yıllık mirasımız bizim.

O, çağlar boyunca, hayatın sorumluluklarını bir arada, yanyana, kolkola karşılayan kadın insanla erkek insanın eşitlikçi, emeği kutsayan ve insanı yücelten bu hikâyesini; Anadolu topraklarının belleğine çıkmamacasına kazıyor.

* * *

İlk kez Anadolu'da başlayan uygarlık ve akıl çağının başladığı ilk yer olan Anadolu; binlerce yıl boyunca, batıya rehberlik etmiş.

Duyarsızlaşmanın önüne bir türlü geçemediğimiz bu çağda ise; Kybele'nin hikâyesi de, Anadolu'nun hikâyesi de, ancak Mitoloji kitaplarının tozlu sayfaları arasında yaşıyor artık. Tarih ise, isteğe uygun siparişlerle durmadan yeniden yazılabiliyor.

Bu çağ; gerçek üreticilerini, düşünürlerini, sanatçılarını, kadınlarını ezerken, toplumları sülük gibi emenleri baş tacı edebilen hafızasız, bakar kör bir çağ. İnsanın doğarken getirdiği düşünme becerisini ipoteklemiş, düşünce yoksulu bir çağ. Yükselen değerlerini yozlukta at koşturan çürük bir çağ.

Türk kadını da bu çağdan, doğal olarak nasibini alıyor. Onun, on binlerce yıldır severek üretme becerisine göz dikenleri, cepheye sırtında taşıdığı cephanelikle tükürüp atan Selli Rahime Karı gibilerin yerini; ağızlarında batıdan ithal feminist söylentilerle egolarını tıkıştıran günü birlik isimsiz kadınlar alabiliyor.

Rahime Karı, Kayseri'nin Burunören (veya Burunviran) köyünden bir kadın. Seferberlik sırasında Sivas'taki askeri birliğe kağnısıyla cephanelik ve erzak taşıyan kadınlardan yalnızca biri.

Halbuki batıdan ithal feminizm hareketi; kadın özgürlüğünün bir çıkışı olmaktan, kadını kurtarmaktan çok uzak. Kadınla erkeği uzlaşmaz, birleşmez, ucu bucağı çoktan kaybolmuş kısır çekişmelerin içine itip, erkeği kadın düşmanıymış gibi gösterip; asıl sömürü çarklarından dikkati uzaklaştırıyor.

Kadınların ezildiği, horlandığı, haksızlığa uğradığı, canlarına kastedildiği, üretimden yeterli pay alamadığı, alt insan kimliğiyle anıldığı tabii ki bir gerçek.

Fakat, batı feminizminde kadın özgürlüğü adeta cinsel özgürlük anlamına gelip, kadının cinsel deneyimlerini dilediğince yaşama hakkına indirgeniyor. İlâve olarak erkeğe ihtiyaç duymadan yaşamanın yolları aranıyor.

Feminizmin ilk kuruluş amacı bu değil şüphesiz. Ama ne yazık ki, zaman içinde hızla yozlaşıp, sömürü politikalarının, egemen güçlerin ekmeklerine yağ süren bu bölücü ve çarpıtılmış kadın hareketi; değil toplumları, kendisini bile doğruya, güzele taşıyabilecek güçten nasibini alamıyor.

Ömrünü mitolojiye adamış bir Türk kadın yazarın tespitine katılmamak mümkün mü?

"Batılı kadında bir aşağılık duygusu var. Düşünün bir kere, kadının fonksiyonu, yani çocuk yapma, çocuk doğurma görevi o kadar aşağılık görülmüş ki, Tanrı'nın anası olacak Meryem bile kızoğlankız sayılıyor. Eh! sevişmek, çiftleşmek, aşağılık ve bir pis bir iş diye gösterilirse, bu görüş de bin yıllar yılı böyle sürer giderse, zevk mi, sevinç mi, duygu mu kalır kadında? Elbette can sıkıntısına düşer, buz gibi düşman kesilir erkeğe. (Azra Erhat)

* * *

Türk kadınına seçme ve seçilme hakkının verildiği 1934 tarihinden bu yana, aradan 70 yıl geçti. O kadın; milattan önceden beri, on bin yıldır Kybele'nin torunu ve bu 80 yıllık Cumhuriyetin kurucusu.

Hukuk alanında kabul gören kadın ve erkek eşitliğinin, sosyal hayatlarımızın pratiğinde bir hiç olarak kaldığından haberimiz var.

Toplumsal tutumlar değişmediği sürece, bir 70 yılın daha böyle geçmesi işten değil üstelik.

Kaldı ki, hayatın sürekli bir akış, sürekli bir değişim içinde olan, canlı dinamik yapısı göz önünde bulundurulduğunda; hukuk kurallarının da değişebilirliğinden, değiştirilme zorunluluğundan bahsetmek gerek.

Çünkü; yasaların amacının, hayatı karşılamaya yönelik olması gerek. Çünkü; yetersiz, göstermelik, antika yasalara yapışmış ve insanlık idealinin gerisinde kalmış köhnemiş bir adalete, adalet dememek gerek.

Ama bunun için önce; insanı kendi yalnızlığına, kadını kendi cinselliğine, çocuğu kendi savunmasızlığına, yaşlıyı kendi zaafına, hastayı kendi acısına, yoksulu kendi çıkmazına, toplumları kendi suskunlukları içine kilitleyip hapseden zincirlerin, kırılıp atılması gerek.

Çünkü; değerlerin korkunç bir gözü dönmüşlükle tüketildiği bu çağda, ne geçmişin anaerkil huzurunu geri getirmek, ne de erkeğin feodal baskıcı üstünlüğünü korumaktır mesele.

Asıl mesele; bencillikten arınmış kafalarla, sömüren ile sömürülen arasında durmadan açılan uçuruma karşı, ezilmişlik kompleksine kapılmadan ve batıdan şırınga edilen düşünce girdaplarında kaybolmadan; güçlü, dürüst, özgür ve mutlu toplumları hedeflemek olsa gerek.

Kadınlar gününü bir kutlama vesilesi olarak görüp, insanın özgürlük ve mutluluk arayışını ranta çeviren zihniyetin de 1800 lere kadar bir zahmet uzanıp; 8 Mart Dünya Kadınlar gününün hangi amaca, hangi değere hizmet ettiğini utana sıkıla da olsa hatırlaması gerek.

Dünya Kadınlar Günü'nün tarihçesi: 8 Mart Dünya Kadınlar Günü (Vikipedia)

Almanya'da Hitler faşizmi giderek yayılırken, ruhban sınıfından Niemüller adlı rahibin yaşadıkları da, benim kadınlar günü armağanım olsun rantçılara.

"Naziler önce komünistleri içeri attı. Sesimi çıkarmadım çünkü komünist değildim. Sonra mahalle mahalle, ev ev gezip Yahudileri topladılar. Sesimi çıkarmadım çünkü Yahudi değildim. Sonra sendikacılar, yazarlar, düşünürler, sanatçılar, müzisyenler geldi ardından. Yine sesimi çıkarmadım çünkü hiç biri değildim. Sonunda beni de götürdüler. Kimse sesini çıkarmadı."

Yorumlar

Sayın Deniz Türkoğlu, eski bir yazınız, fakat yeni okudum, çok toparlayıcı ve etkili derlemişsiniz elinize sağlık, yazınız benim nazarımda kalın bir kitap. Çünkü çok iyi biliyorsunuz ki değer özün içinde saklıdır ve uygun toprak onu anlar ve bağrında büyütür…

Uzak bir yaklaşım olacak fakat hep sizler gibi değerli yazarların yazılarını şeftalinin içindeki çekirdek ile özdeşleştiririm. Çünkü çekirdek (aynı zamanda kullanana göre tohum) toprağa ekiliyor ve çekirdek sağlam ve dolgunsa toprağı kavrayabiliyor, sonra o ağaçtan yüzlerce şeftaliler elde ediliyor.

Yani güzel şeftaliyi yiyebilmek herkesin harcıdır fakat toprağına ekeceksen nasıl bir çekirdek olmalı sorusu hüner gerektirir ve onu sarıp sarmalayacak toprak gereklidir.

Tülay - 6 Aralık 2007 (16:05)

diYorum

 

Deniz Türkoğlu neler yazdı?

101
Derkenar'da     Google'da   ARA