Patronsuz Medya

Ukraynalı Nadya

Ali Türkan - 7 Haziran 2001  


Son tüyüm yolunmadı ama son kaleme göz diktiler üstad. Bak sana dün gece yaşadığım bir olayı, Ukraynalı Nadya'yı anlatayım:

Berlin'in dışında epey köy var. Kente pek uzak olmadıkları için sessiz, sakin bir hayatı tercih edenler, oralarda bir ev alıp kaçıyor buralardan. Eh, bu taksiciler için de iyi bir durum. O köylerden birine müşteri çıkınca, bütün gece yaptığın parayı bir saatte yapıyorsun. Tabii bu "normal" taksiciler için böyle. Ben de hafiften bir gece körlüğü var. Kentin ışıklı caddelerinden çıkar çıkmaz burnumun ucunu göremiyorum neredeyse.

Bu gece işler çok kötüydü. Night on Earth filmini izledin mi? Hani (sanırım İsveç'ti) o karlı havada bir meydanda dönen taksici olacaktı… Hah tam o triplerdeyken, iki tane 15 - 16 yaşlarında kız çocuğu el salladı. Önlerinde durdum, elime bir cep telefonu tutuşturdu daha büyük olanı. Telefonda kızların babası. Son treni kaçırmışlar (gece iki gibi), yanlarında fazla para da yokmuş verdiği adrese götürür müymüşüm… Verdiği adres de o köylerden birinde. Kızlar da kızımın yaşındalar, çaresiz kabul ettim.

Neyse, kızları sağ salim adrese teslim ettim ve (her zamanki gibi) Berlin'e dönüş yolunu bulamadım. Acaip, ürkütücü bir orman yolunda Berlin'den uzaklaştığımın ya da yaklaştığımın hesaplarını yaparak ilerlerken, yol kenarında (önce geyik falan gibi vahşi bir hayvan sandığım), hiç de yol kenarında olmaması gereken bir şey yüzünden frene dibine kadar bastım.

Bir ağaca sırtını dayamış, her yanı kan içinde bir kadındı yol kenarındaki.

Hemen arabadan inip yaşayıp yaşamadığını anlamak için yanına yaklaştım.

Ayağa kalkacak durumda değildi. Beni görünce ilk tepkisi kaçmaya çalışmak oldu. Sürekli "nyet", nyet diyordu.

Önce sakinleştirmeye çalıştım ama korkunç bir şok geçiriyordu. Sanırım söylediklerimden çok, sesimin tonundan sakinleşti ve yaralarına bakabildim. Bedeninde pek yara yoktu ama yüzü şişmiş, gözlerinin altına kan oturmuş, dudağı patlamış ve birkaç dişi kırılmıştı.

Arabadaki içme suyuyla ve ilk yardım kutusundaki bezlerle elimden geldiği kadar temizledim yaralarını. Arabaya bindirdim.

Amacım hemen Berlin yolunu bulup bir hastaneye götürmekti. Bir yandan da konuşuyor, sakinleştirmeye çalışıyordum. "Hastane" lâfını duyunca öyle bir tepki gösterdi ki, önce mafya falan gibi bir takım olasılıklar geldi aklıma. Değilmiş… Berlin'de kaçak kalıyormuş ve hastaneye götürürsem, sınır dışı edilecekmiş.

Neyse, fazla uzatmayayım. Verdiği adrese, evine götürdüm. Sandık odası gibi, tuvaleti bir kat aşağıda, duvarlarındaki rutubetten nefes alınmaz halde bir odaydı "evim" dediği.

Adı Nadya. Bir yıl önce Ukrayna'dan gelmiş. Zengin evlerinde temizlik yapıyor ve kazandığı parayı ailesine, Ukrayna'ya yolluyormuş. Sonra Elazığlı bir oğlanı sevmiş. Bir süre "çıkmışlar". En son da dün gece… Bizim Elazığlı hayvan birkaç arkadaşıyla gelmiş ve kıza "malûm" teklifi yapmışlar. Kızcağız olmazlanınca da üçü birden yumruklarıyla girişip arabaya attıkları gibi kent dışındaki o ormanda bırakmışlar. Kızı yumrukla dövmüş orospu çocukları. Görsen nasıl narin, kırılacak gibi."

Baktım olmayacak, kucağıma aldığım gibi bizim eve getirdim. Şimdi eski eşimin şefkatine emanet. Ben de bu gece Elazığlı o hayvanı ve ekürisini bulacağım. Polis'e gitmek mümkün değil çünkü kız sınır dışı edilmekten korkuyor. İş başa düştü yani.

Bunlar beni santim santim öldüren şeyler. Nadya, ağzını açamayacak halde olmasına rağmen, bunları anlattı bize. O durumda bile, gözünden dökülen yaşları örtmeye çalışacak kadar onuruna düşkündü.

Kalelerim birer birer alınıyor.

Şimdi herkes, "bulaşma, kızı kurtarmışsın işte" falan diyecek bana. İyi kız kurtuldu. Yaraları da iyileşir. Hadi ruhunda açılanları da iyileştirir diyelim. Ama ya ben? Ben o hayvanların bunu yaptıklarını, yaptıklarının da yanlarına kaldığını bilerek nasıl yaşayabilirim?

Biraz düşününce, yaşam boyunca bunun gibi kaç şeye, bir takım kaygılarla es geçiyoruz?

Bu, o ruh haliyle yazılmış bir mektuptur abiciğim. Ben dün geceden beri delirmedim ya, artık hiç delirmem her halde.

Kendine iyi bak. Eyvallah!

diYorum

 

Ali Türkan neler yazdı?

62
Derkenar'da     Google'da   ARA