Patronsuz Medya

Berlin'in orta yeri

Ali Türkan - 10 Temmuz 2006  


Ne boktan bi gece bu! Sıcak! Sanki, buharı tüten bir tas çorbanın içinde yürüyor gibiyim. Dışardan "cır, cır" sesler geliyor. Ağustos böcekleri mi? Ne güzel, takvimi bilmiyor böcekler. Agustus'un kaprisini de…

Hem ağustos böceği olup, hem de temmuzda cırlamak, nefis olmalı.

Ooof! Güneşli bir pazar öğleden sonrası, Adalar vapur iskelesi gibi içim. Onca insan, onca hayal kırıklığı, onca hayat. Aşk şiirleri yazıp, duvarlara haykırmak istiyorum bir yandan; bir yandan da, kalkıp, hayatımın en şık kafasını atmak şu duvardaki çiviye.

Şu masamdaki tahta heykelcik gibiyim. Dizlerinin üstüne kapaklanmış, yüzü avuçlarının arasında, sırtı kamburlaşmış.

Acıdan mı kıvrılır insan? Utanç mıdır yoksa? Yoksa, bir şey mi devrildi üstüme? Şu kitaplar meselâ… Vicdan azapları, çaresizlik, yarım kalmış aşklar mı? Yoksa, üstüme abanan şeylerden korunmak için mi iki büklümüm böyle. Tıpkı, hedef küçültmeye çalışan bir solucan gibi.

Kalkıp vursam mı alkolün dibine? Yarım şişe rakı kalmıştı şurada. Kalmayan yarısını kimle içmiştik? Kalmayan yarımdı galiba. Ya da hiç olmayan yarım. Yok, alkol yaramıyor bana. Keyif veriyor, şebek yapıyor. Oysa, şuramda, iki göğsümün arasında bir sancı var şimdi. Oraya dokunamayan bir elin bıraktığı, kocaman bir sancı. Bilsem ki, bu sancıyı arttıracak, kalır mıydı bugüne kadar o şişe? Başka şişeler girmez miydi hayatıma.

Kalkmalı. Partalları çekip, dilenmeli bir mabet önünde. En çok, Yeni cami önünde dilenmek istedim ben. Ekmek parası için değil; onun için dilenmek onuruma dokunur. Dilenecekse, alkol için dilenmeli adam. Uyuşturup uyuşturup, herkesin hakaret edebileceği biri olmak için dilenmeli.

"Tükürün ulan yüzüme! Ettiğiniz her hakaret, sizden olmadığımı hatırlatıyor bana" diye çığlıklar atabilmeli içinden.

İyidir Yeni cami önü. İki adım ötende deniz, balıklar. Sudan çıkınca, ağızlarını anlamsız anlamsız açıp kapamalarına bayılırım. Anlamsızlık, hayatımın tam ortasına çöreklendiği için belki de.

Neden, şimdiye kadar en iyi anlaştığım insan, tek kelime Türkçe, Almanca, İngilizce bilmeyen Polonyalı bir çocuktu? Ben de tek kelime Lehçe bilmiyordum. Balıklar gibi açıp kapıyorduk ağzımızı. Ne çok şey anlattık birbirimize.

Doğma büyüme Varşovalı'ymış. Votkayı bira bardağından içse de, alkolle hoş değilmiş başı. Ama esrar, eroin, ekstazi, kokain, hap, ne bulursa kullanırmış. Sevgilisi varmış, gösterdi resmini, güzel kız. Edyta'ymış adı, AİDS'den ölmüş. Bu taşıyıcıymış. Önce kendini gösterdi eliyle, sonra da kızın resmine bıçak saplar gibi yaptı." Hayır, no, nein" falan dedim ama anlamadı. Elimi salladım kaşlarımı çatıp. Sen öldürmedin be Grzegorz! Beni de sen öldürmedin. Valla sen değildin gözümdeki ışığı söndüren.

Şu kovadaki balıkları da sen öldürmeyeceksin. Anlatamamaktan sönüyor onların gözleri de. Baksana yüzlerine, açılıp kapanan ağızlarına; nasıl da çığlık atıyorlar hiç ses çıkartmadan. Duymayanlar utansın.

Edyta'ya selâm benden. İkinizi de kucaklıyorum. Toprağın bol olsun. Senin sallamadığın, benim sevemediğim bir Tanrı'dan rahmet dilemem sana.

Merdivenlerde ayak sesleri var. Cır cır böcekleri de sustu. Bir tehlike mi var acaba? Ne tehlikesi olacak ki bu saatte? Alacaklılar gündüz gelir. Kollarının altında çantalarıyla haciz memurları, dünyanın en utanılacak işini yaptıkları hâlde, sen çorabındaki delikten, odanın dağınık olmasından utanırsın. İçinden insanlığı söküp atamamış biri, "biz de emir kuluyuz" gibi bir şeyler geveler. "Kulluğu kabul ettikten sonra, emirlerden niye rahatsız oluyorsun?" diyemezsin. Karşında utanan, utanmayı oynayan bir insan vardır. Ve vicdanını rahatlatmanı bekliyordur senden.

Üst katta durdu ayak sesleri. Ne garip, yüzünü hiç görmedim ama nerdeyse bütün alışkanlıklarını biliyorum komşumun. Çok sık tuvalete kalkıyor ve bir kadın için, çok gürültülü temizliyor gırtlağını sabahları. Bulaşıklarını öğleden sonra yıkıyor, benim gibi.

Onun evi çatı katı. Yıldızlara bakan bir penceresi var. Ama hep yalnız geliyor evine hafta sonları ve bu saatlerde. Yazık o yıldızlara. Yattığın yerden, sevgilinin elini tutmadan bakıyorsan, Deneb mi derim ben ona.

Komşum ayakkabılarını çıkartmadı daha. Bugün topuklu giymiş. Sıkıntılı olur bu saatlerde hep. Kimbilir ne hayal kırıklıkları yaşadı bugün de. İki tek de öyle atar ve önce kendine acıyıp sonra da bütün erkekleri suçlayarak dalar uykuya. Benim de, hemen üç metre üstümde, yalnız uyuyan bir kadın umurumda olmaz.

Yaşlanıyorum galiba. Yalnız uyuyan kadınlar umurumda değil artık; ne güzel.

Şarkı lâzım bana. Tori Amos iyi gider şimdi. Yok, onun çağrışımlarına dayanamam, Kibariye daha iyi gider. Sevebildiğim tek Sezen Aksu şarkısını, "İstanbul, İstanbul olalı" yı söylesin. Ben de "geberiyorum aşkından" kısmına eşlik edeyim uzanıp Kanlıca'nın orta yerinde bi taşa.

Ne çok uzandım taşlara. Beş yıldızlı arka sokaklarım oldu, gittiğim hemen hemen her şehirde. Bütün dillerde küfretmeyi öğrendim. Müzeleri gezip, fotoğraflarından ezbere bildiğim şeylere, ilk defa görüyormuş gibi bakmadım hayran hayran. Hiç fotoğraf makinası olmadı boynumda. Ve parıltılı meydanlarında dünyanın, hep yadırgadım kendimi.

Kötü sopa yedim Napoli'de, kaburgalarım çatladı. Viyana'da burnunu kırdım birinin. Sağ elimin üç parmağı, Graz'da, Üç Karga otelinin önünde çıktı. Madrid'de, kadın sandığım adamın yanından koşarak kaçarken, kahkahalar attım "kestane az daha gidiyordu" diye. Hayatımın en hızlı deparlarından biriydi. İrlandalılar'la "İngiliz Kürt'ü" diye dalga geçtim Dublin'de.

Ve her yere, sorular sormak için gittim. Yalnızca beni ilgilendiren, cevabını da hiç öğrenemeyeceğim sorular.

Yaşadım be! Mutlu bile oldum kimi zaman. Mutlu da ettim sanırım.

Bir şeyler karaladım, kendiliğimden. İstedim ki, on yedi yaşlarında ve bir yandan dünyanın tüm deyyuslarını pataklamayı kafasına koymuş, öte yandan da, kadınların peş peşe sevilecek kadar güzel olduğuna inanmış bir fırlama, bir piç kurusu olsun bir yerlerde, yazdıklarımın altını çizsin kendiliğinden.

İstedim ki, aşık olsun o it! Babasının parasıyla, Manolya düğün sarayında dünya evine girip, amcasının ilişkileriyle bulduğu bir iş yerinde ömür tüketmesin. Hayatından bütün dostları çekilip giderken bile, sapına kadar inansın dostluğa. Kapısını çalabileceği son insanın kapısını hiç çalmasın. Uzansın Kanlıca'nın orta yerinde bir taşa.

İstedim ki, "koysun postasını, görsün restini!" He canım! Adam gibi getir üstünü.

Bunaldıkça, itilip kakıldıkça da sevdikleri tarafından, şu karalamalarıma sığınsın isterse.

Ve şu anda, evrenin ortasında kimsesiz, çaresizsem, umutsuz olma hakkımı kullanıyorsam bir yandan; canım Yeni cami önünde dilenmek ve bana edilecek her hakarette, "onlardan" olmadığımın onayını almak istiyorsa, gene sorarım: Ben burada ne arıyorum?

Böcekler sustu. Komşum, apış arasındaki sancıyla daldı uykusuna. Bir yerlerde bir kadın, sevgilisinin genç kollarında uyuyor. Şimdilik bütün kaygıları gitmiş. Başka bir kadın, erkeğini özlüyor hıçkırıklar arasında. Bir çocuğun saçları terliyor yastıkta. Hayat devam ediyor. Benden sonra tufan değil.

Ben, Berlin'in orta yerinde, geberiyorum kahrımdan. Bir tek bunu öğrendim hayattan. Dünyanın her dilinde ve her yerinde, kahrımdan geberirim.

Hadi delikanlım, sen yazdıklarımın altını çiz gene. Ben de üstümü çizenlere ağlamamayı öğreneyim.

Rabbime senalar olsun!

Yorumlar

Göremesen de çiziyorum satırlarının altını günün bu saatinde usta. Yaşım olsun 17 olsun 27. Allah'a emanetsin benden. Kendine iyi bak oralarda.

Alvian Luschen - 14 Haziran 2008 (22:29)

Yine bunalımlı bir gece. Ama bu yazı hep iyi geldi bana. Boş umutlardan, vaatlerden bahsederek değil, hayatın ne kadar adaletsiz ve çirkin olduğunu anlatarak bile umut aşılayabilen bir yazı. Üstümü çizenlere ağlamamayı hâlâ öğrendim Ali Türkan'la. Umarım gittiği yerde de umutsuz olma hakkını kullanmak zorunda kalmıyordur.

Alper İduğ - 21 Aralık 2008 (04:50)

İki yıl doldu dün. İki yıldır her gün bakıyorum buraya, yazılarına yazılan yorumlara. Çok düşünüyorum hem yazılanlar hem de yazılmayanlar hakkında. Hâlâ bir sonuca da varamadım. İnsan diyorum garip bir varlık. Ne yapacağını çoğu zaman kestiremiyorsun. Haliyle de herkesin doğrusu da kendine doğru oluyor. Gene de çoğu insana az ya da çok umut olmak her babayiğidin harcı değildir değil mi? Ve bu dünyada bir tek senin söylediğin her söze yüreğimi koyarım. Bunu da biliyorsun.

Bir de unutmadan, hatırlıyor musun "benden sonrası tufan değil" diye yazmıştın ya bir keresinde? Bilesin ki senden sonrası hiç de düşündüğün gibi olmadı.

Sena - 3 Ocak 2010 (11:29)

İki yıl oldu herhalde ben de yazılarını okumayalı, okuyamayalı. O kadar derin bir üzüntü duyuyorum ki, bu kadar güzel bir hikâye nasıl bu kadar yersiz biter diye.

Sadece bu sayfalardan tanıdığım insan, hâlâ onu her düşündüğümde ağlatıyor beni.

İrem - 10 Mayıs 2010 (23:18)

diYorum

 

Ali Türkan neler yazdı?

47
Derkenar'da     Google'da   ARA