Patronsuz Medya

Hani…

Ali Türkan - 3 Ekim 2001, Berlin  


Hani, uyuyakalmış birinin üstünü battaniye ile örtersin ya, sana çok yakın değildir, belki sevmezsin bile ama gene de yaparsın bu işi; işte bunun gibi bir şey olmalı çalışmak.

Hani, son cıgaranı, son olduğunu belli etmeden, senden daha zor durumdaki bir arkadaşına verirsin ya; bunun gibi olmalı işinden aldığın keyif.

Hani gece yarısı uyanırsın da, ilk işin kalkıp çocuklarının üstünü örtmek, perçemlerinden öpmek olur; işte ben buna görev derim.

* * *

Hani, plastik sürahiler vardı çocukluğumuzda, suyu bardağa boşaltırken, kuş sesi çıkaran sürahiler.

Babalarımız vardı, unuttun mu? Eve kese kâğıtlarıyla gelen, kokusunu duymak için boynuna sarıldığımız adamlardı. Hani komşularımız vardı, akşamları ziyarete gelirken, sesleri "Fatma'nıııım!" diye sokağı çınlatan. Hani yazlık sinemalar vardı, en azından filmin sesini duymak için, sivrilere boş verip pencereyi açarak uyuduğumuz.

Tasla yoğurt alırdın da hani, eve gelene kadar yarısını yerdin. Hani kanarya beslerdin de, "çipet çipet şak şak, aniya aniya şak" diye acaip sesler çıkartırdın… Hani palavracı abilerimiz vardı bizim; "apartman verdiler de, vermedim bu kuşu" diye kanaryasını öven. Sünmüş toplarımız vardı; kırk çocuk peşinde koştururduk. Yokuşa su dökerdik geceden, sabaha kadar buz tutsun diye. Oyuncak arabalarımız vardı naylondan… Ne biçim süslerdik değil mi? Bir de telden "dümen" takardık tepesine…

Hani iki kişilik ıslıklarımız vardı bizim. O ıslığı, öyle çalınca, hep o baş çıkardı pencereye bir bahaneyle. Ürkek ürkek bakardı… Hani o başı görmek için, aynı sokakta saatlerce volta atardık.

Hani, "çınar dibinde iki mars bir oyunla yenip bücürü" kalkar, sıra kahvelerin önünden yürürdük.

Hani merak ettim; kaça bu saydıklarım? Mutluluk kaçtan gidiyor bugünlerde? Piyasası, dolara endeksi nedir? Ne kadar bunalmış herkes. Türkiye, Almanya fark etmiyor, iş manyağı olmuşuz hepimiz. Aybaşında elimize şu kadar geçecek, bu kadarı masraf, kalanıyla şunu bunu alırız, bu da tatil için… Çalışmanın tek amacı, şu kalanıyla yapılacaklar olmuş çoğumuz için.

Bu, insan olarak ağırıma gidiyor benim. Dev ekran TV, bilmem ne marka araba, pantalon, "cep" telefonu, ananın ininde tatil yapabilmek uğruna, sabana vurulmaya razı olan öküzler gibi olmak… Hayatımızın çok önemli bir bölümünü bunlara dönüştürmek için harcıyoruz. Kimse keyif almıyor yaptığı işten, herkes yakınıyor, herkes bunalıyor ama taksitler diz boyu… Sahte keyifler almak için, gerçek yaşamımızdan harcıyoruz. Çoğumuzun bir kere olduğuna inandığı yaşamdan.

Ne zaman unuttuk küçüçük şeylerle mutlu olmayı ve asıl önemlisi, mutluluğun küçük şeylerle olabileceğini? Bizi fena kandırdı birileri. Parayla alınan şeylerin mutlu edeceğine, alnımızı gümüşleyeceğine inandırıldık. Pardon ama resmen keriz yerine konduk, işletildik. Gerçek anlamda "çalışan hayvanlar" olduk.

Hatta uzun zamandır, emeğin gereksinimlere (hadi biraz da fazlasına) dönüşmesinden başka bir şey oldu iş. Kısacık yaşamımızı, hiç bir ideali olmayan, ne anlama geldiğini bizim de bilmediğimiz zırvalara adadık bu yüzden. O zırvada en yukarılara çıkmaya çalışır olduk. Sosyal hayatın gereği arkadaşlar değil, "şöyle iyi bir iş" oldu. O işte tırmandığımız yer kadar "adam" olduğumuza inandık. Tırmanamayınca da, iğdiş edilmekten değil, harem ağası olmamaktan yakınan zavallılara döndük.

Ağzımızla kuş tuttuk belki ama dedelerimizden, babalarımızdan daha karamsar, daha bitkin, daha yılgın, daha mutsuz olduk. Mutsuz oldukça daha çok istedik. Çünkü tüm kavramların anlamı değişmişti yaşamımızda. Çocuklarınıza bir baksanıza; aldığınız bilgisayar oyunları, bilmem kaç kanal televizyon, yolladığınız paralı okullar, mutlu olmalarına yetiyor mu? Yüzleri asık, daha bu yaşta baş ağrıları var. Hiç bir zaman, bizimki kadar güzel olmayacak çocuklukları. Çünkü bizim sevenlerimiz vardı; bütün gün çalıştıktan sonra, tek derdi televizyon seyretmek olan anne babalarımız değil. Bizi kitaplardan öğrendikleriyle değil, duygularıyla büyütürlerdi. Sık sık sopa da yerdik ama şimdi çocuklarınızın sizi sevdiğinden daha çok severdik onları.

Kim bu hale getirdi bizi? Yalnız çalışkan, yalnız saçları taralı, yalnız beslenme çantası sucuk kokan çocukları seven öğretmenlerimiz mi? O yüzden mi bu kadar parlak, bu kadar başarılı, bu kadar taralı olmak zorunda hissediyoruz kendimizi? İyi de, onlar bizden Atatürk'ü sevmemizi istediler yalnızca. Bir de vatanı. Çoğu kötü öğretmendi ama vatanı tanımlarken, onlar bile "parsel" sözünü kullanmadılar hiç.

Yoksa televizyon mu suçlu? Öyle, kendi başımıza yaşayıp giderken, kafalarımıza başka dünyaların, başka yaşam biçimlerinin de olduğunu zorla sokan televizyon mu? "Ecnebi" filmlerde "ulan onlar da insan, biz de" diye hayıflanırdı büyüklerimiz; bu mu yani? O zaman mı kafamıza girdi insan olmanın, onlar gibi yaşamakla olabileceği?

Uzaktan kumanda aygıtı, spor araba, bulaşık makinası, sarışın, mavi gözlü insanlar…

(Bak şimdi, durduk yerde, aklıma burada çıkan bir derginin İstanbul'la ilgili bir yazısı için attığı başlık geldi: "İstanbul, Sarışın Kadınların Kenti". Eh, göz rengine de bir çözüm bulundu nasıl olsa…)

Belki de bunların hepsi birden suçludur. Belki bir askeri darbe olmuştur o memlekette ve çok korkan birileri, bizleri korkulmayacak hale getirmek için ellerinden geleni yapmışlardır. Bu ülkenin adam gibi bütün adamlarını yok etmiş, kapatmış, sindirmiş, olmadı yurt dışına kaçmak zorunda bırakmıştır. Geriye de, kimya dersinde Fatih'in başarılarını anlatan lise öğretmenleri, reklamcı yazarlar, protest müzikçiler (bunu duydum ama ne olduğunu bilmiyorum), stand-up'çılar, gemisini kurtaran kaptanlar, arz ediyorum beyefendiler, his masters voice'ler, buraya puan ya da puanlar almaya geldik'çiler, sen benim kim olduğumu biliyon mu'cular, ben var ya ben'ciler, yalvarırım Memet Ali Bey'ciler, makro ekonomistler, mikro beyinliler falan kalmıştır.

Yok canım! "Türk milleti zekidir, Türk milleti çalışkandır" öyle bir darbeyle de beyni hamur teknesine dönmez. Azıcık hafıza kaybına uğrar, hepsi bu.

* * *

Hani yeşil parkalı düşlerimiz vardı da, hani büyüyünce adam olacaktık.

Hani çocuklarımız daha güzel bir dünyaya doğacaktı da, motorları maviliklere sürecektik.

Hani verdiğin sözler, hani ellerin nerede?

(İmdi, bu yazının içindeki yığınla "hani" aranızda birilerine Kippling'in "If" şiirini hatırlattıysa, diyecek bir şeyim yok; haklısınız. Az önce yeniden okudum o şiiri.)

"Nasıl olsa kimse okumamıştır" deyip Türkçe'ye çevirdiği kitabı kendi romanıymış gibi sokan yazarların olduğu bir ülkede, bu kadarcık "esinlenmeyi" abdiacze çok görmeyiniz reca ederim.

Yorumlar

"Hani yeşil parkalı düşlerimiz vardı da, hani büyüyünce adam olacaktık."

Belki de biz olduk da adam, bu adam oluş genelin standardına uymuyordu be Ali Türkan. Senin yazılarını geceleyip sabahı etmiş ve bilgisayarında "ver elini karlı dağlar aşalım, bayramlaşalım" diye türküler dinleyen bir yaşlı çocuk da keşfetti sabahın köründe. Ama sen gitmişsin… Hani bizim de oyuncaklarımız olacaktı?

Çağrı - 13 Mart 2009 (07:44)

Ne mutlu sana Ali Türkan, sahte keyiflerin, sahte mutlulukların adamı olmadan kısa yaşamını, bu çarkın dişlilerine esir olmadan tamamladın. Ne mutlu sana ki bize de bunları kafamıza dank edercesine anlattın. Ne mutlu bana ki senin keyifli yazılarını sürekli okuma fırsatı buldum.

Selman Özkan - 30 Temmuz 2009 (13:18)

Yaklaşık 1 hafta önceki bir yorumumda da belirttiğim gibi "Derkenar" gazetesi ile yeni tanıştım.

Fırsat buldukça okuyorum. Ali Türkan'ın yazılarını da rasgele okumaya başlamıştım. Dün sabaha karşı onu daha iyi tanıyabilmek ve anlamak için en baştan okumaya karar verdim.

Bu yazısını okuduktan sonra da özlem duyduğum çocukluğum gözlerimin önünden aktı geçti ve hayatın gerçekleri bir kere daha yüzüme şamar gibi patladı.

Algıladığım kadarı ile Ali Türkan yaşam şartlarının her durumunda hayatı "Ti" ye alabilecek kadar cesur, yürekli ve bir o kadar da duygusal kişiliğe sahipmiş. Tahminimce bulunduğu yerde de yine her şeyi "Ti" ye alıyordur.

Teşekkürler Derkenar, teşekkürler Ali Türkan, tebessüm ettirirken düşündüren yazılarınız için teşekkürler. Sizleri geç de olsa tanıdığım için mutluyum.

Fikret Alaylıoğlu - 11 Ekim 2009 (16:41)

Rahmetli Ali Türkan'ın bu yazısındaki "Hani" içeriğini Uluslararası bir firma gofret reklamında kullandı ve günlerce sürekli olarak medyada yer aldı. Necdet Şen defalarca yazdı bu mecradaki yazılardan hırsızlık yapan kelli felli insanların ayıplarını. Şimdi o reklamı yazan kişi prim de almıştır, sırtını da sıvazlamışlardır, kafası kabızlık yaptıkça Derkenar'a sızıp yeni çalıntılar yapıyordur. Kesin babası döverek adam etmiştir o reklamcıyı da.

İlker Gökçen - 12 Ekim 2009 (01:18)

Bu tarz içerik hırsızlıkları karşısında tam anlamıyla infiale kapılıyorum. Çoğu zaman haberim bile olmuyor. Farkettiğimde bunu yapanlara e posta gönderip uyarıyorum. Ama inanılmaz bir yüzsüzlük ve fırsat düşkünlüğü var maalesef. En sekter devrimcisinden en alnı seccadeden kalkmaz mukaddesatçısına kadar alem yamyam olmuş. Aklım havsalam almıyor rezilliğin bu kadarını.

Bu adamlar bizden ve başka orijinal sitelerden çaldıkları içerikle ve başka sayaç hileleriyle "bilmem kaç tık aldık" diye raporlar tutup, o raporlarla kapı kapı dolaşıp reklam alıyor ve bu yoldan para kazanıyorlar.

Biliyorum, bu yapılan kanunen suç. Basbayağı hırsızlık işte. Şikayet halinde ceza almaları gerekir. Ama benim bu yamyamlarla tek tek uğraşmaya ne enerjim ne de zamanım var. Derkenar'ı sevenlerin de bu konuda biraz destek olmaları gerekiyor. Bu tür tırtıklamaları farkettiğinizde bu utanmazları uyararak, ayrıca beni ve okurları bilgilendirerek, yapılan ahlâksızlığı ulaşabildikleri her platformda teşhir ederek…

Ve varsa bir bilen, internet hukuku konusunda uzmanlaşmış doğru düzgün bir AVUKAT arıyorum. Bu namussuzları çatır çatır dava edip yaptıklarını ödetmeden içim rahat etmeyecek.

Editör - 12 Ekim 2009 (10:13)

Bilişim suçları diye bir şey var aslında ama uygulamaya gelince pek bir şey olduğu söylenemez. Bu tip hırsızlıkların olduğunu anladığımız takdirde, yapanları uyarmak ve gerekirse cezalandırmak için her zaman arkanızdayım…

Gürkan - 1 Mart 2010 (21:42)

Allah rahmetiyle karşılasın ad ve soyad'daşımı. Eksikliğini doldurmak bahtiyarlığına ermek olsun dileğim. O'nun ismini taşımak taşıdı beni Derkenar'a. TEŞEKKÜRLER sizlere.

Ali Türkan - 25 Haziran 2011 (01:15)

diYorum

 

Ali Türkan neler yazdı?

49
Derkenar'da     Google'da   ARA