Patronsuz Medya

La Utopia de Baron Von Türkan

Ali Türkan - 22 Şubat 2004  


Nasıl bırakmak istiyor canım. Şu yorganı başıma çekip kendi bedenimden ısınmak. Hiç çıkmamak o yorganın altından. Başucuma biraz sigara, biraz da konserve yiyecek. Birileri gelsin, elektiriği kessin; umurumda bile olmaz. Bir tek kenefe kalkayım yataktan. Yıkanmak falan da istemem.

Psikolojide mutlaka "hederöf hödölojisi" gibi bi adı vardır bu durumun.

"Dış dünyanın sorunlarıyla baş edemeyen hasta…"

Hasta babandır! Yahu, şu psikoloji bilimi, bi takım kese kâğıtlarının, insanın yüzüne normal koşullarda edemeyecekleri sözleri etmelerinden başka ne işe yarar? Her halde "ana rahmine duyulan özlem" gibi bir tanımı vardır bu isteğimin.

Lâfa bak, hizaya gel! Senin, ananın bilmem nesine kadar yolun var! İnsan kavgada bile söylemez bunu be! Söylerse de zopayı yir, oturur kıçının üstüne.

Yok, hiç bi şeye özlem duymuyorum. Romantik Ali'yle "Gerçekçi" Ali kapıştılar bu ara. Diğer aliler de ayıralım derken, boyuna ara dayağı yiyorlar. İçerde izdiham var. İçimdeki mor yelkenlinin küpeştesinde, hüzünlerden yaptığım iplere tutunan küçük çocuk da büktü boynunu (Hergele Ali de bööle dalga geçiyor işte edebiyatımızın hâl - î pürmelâliyle.)

Offf, nasıl çekiyor yatak! Bi uzansam şuraya, ne kavga kalır içerde, ne mor yelkenli.

Uzanamıyorum.

Herkese yaşadığımı göstermem gerek. Kalkıyor, evi kırklıyorum. Markete gidip bi şeyler alıyorum. Etimoloji sözlüğü okuyorum. Okuyorum ki, hani denk gelirse, "efendi" kelimesi, Grekçe'de 'kendi kendini yöneten, başına buyruk' anlamına gelen, aftentes kelimesinden gelir" diye ahkâm kesebileyim. Havanın aydınlık derecesinden, saatin kaç olduğunu çıkartmaya çalışıyorum. İnternet kafeye gidip e-maillerimi okuyorum.

Yaşamıma anlam uydurmaya çalışıyorum işte.

Oysa uzanmalı. Uzanmalı ve bir gün, bambaşka bir dünyaya kalkmalı.

Bi çıkıyorsun sokağa, para kalkmış, devlet yok. "Canım bugün çalışmak istedi" deyip bir işin ucundan tutmuş ahali. Bana da geçerken, "birader, gel şu kiremitleri dama taşıyalım" diyorlar; hep beraber aktarıyoruz evin kiremitlerini.

Oradan da meyva toplamaya gidiyoruz. Kimse kaytarmıyor. Kimse yakınmıyor işten. Canı isteyen çekip gidiyor, canı isteyen kalıyor. Topladığından fazlasına ihtiyacın yok ki zaten. Yemişim artı değer'i!

Bir yerde, yaşlılar sırtlarını güneşe vermiş. Çocuklar koşuyor ortalıkta. Yalnızların kulağından tutup diğer yalnızların yanına götürüyoruz. Birileri gitar, keman falan getiriyor. Hemen oraya, sokağa kuruyoruz meclisi. Aşıklar dans ediyor. Yeni tanışan çiftler, dans numarasına yoklama çekiyor.

Dışardaki kalabalık o kadar güzel, o kadar sıcak ki, kimse içinin kalabalığıyla boğuşmuyor.

Ahlâk yasaklanmış. Yerinde vicdan var.

Aaa, hem psikoloji, hem de her boka psikolog gibi yanaşanlar da kaybolmuş ortalıktan. Kimse, "ben adamın ciğerini okurum" edasıyla tıraş yapıp karşısındakini ısırarak, kendinin ne muhteşem bir varlık olduğunu gösteremiyor. "Gözünün üstünde kaşın var, o yüzden başarısızsın" tarzı geyikler yok olmuş. Gözünün üstünde kaşı olanlar, dinliyor birbirini. Derdini ağaç kovuklarına anlatmaya, ummana salmaya ihtiyaç kalmamış.

Sevgi, "I Love you" ucuzluğundan alınmış. Sevenler, birbirine "seni seviyorum" deme ihtiyacı hissetmiyor. Onun yerine, kalkıp bir gömlek ütülüyor sevdiğine; tatlı yapıyor; elini tutuyor en sıcağından.

Gençler öpüşüyor sokaklarda. Öpüşemeyenler, "eviniz yok mu lan eksibisyonist hipineler" demiyor onlara. Tam tersine, "vay be, güzel öpüyor; yamulttu manitayı çocuk" diye on üzerinden puan veriyoruz. Yâr, yanağını istediğiyle paylaştığı için, bilinç altımızda "vay malıma ha!" dürtüleri de kalmamış. Herkes, istediği kadar namuslu, istediği kadar monogam, istediği kadar dindar, istediği kadar her şey.

Bir türkü duyuluyor uzaklardan; eskilerden, ben yatmadan öncelerden kalmış bir türkü. Biri yanık yanık, "ben 'melâmet' hırkasını, kendim geydim eynime" diye söylüyor. Gidip çıkartıyoruz o hırkayı gülerek. Hüzünleri taşa çalıyoruz; kime ne? Nesimî'yi de rahat bırakıyoruz artık; bi şey sormuyoruz.

Biri ekmek hamuru yoğuruyor. Yoldan geçerken bizi de çağırıyor yanına. Biraz daha un, su katıyor hamura. Ben fırını yakıyorum. Soba ve ateş konusunda uzman sayılırım ne de olsa. Başka biri, domatesleri doğruyor. Her gelenle, bi domates daha. Topladığım meyvalardan koyuyorum masaya. Herkes bi şey getiriyor zaten. Getirmeyenler de oluyor. Canı istememiş, çalışmamış adam; ne var bunda?

Şarapları açıyoruz. Kimbilir kim yaptı bunları da? Yaptı ve "alın bende yüz şişe daha var" diye getirip bıraktı ortaya. Vay be! Kırk kişi olmuşuz. "Şarap yeter mi?" diye kaygılanmıyoruz. Herkese bir bardak çıkar. Kırk kişi birer bardak içmek, tek başına kırk şişe şaraba sahip olmaktan daha güzel çünkü.

Yetiyor şarap. Mis gibi buluyoruz kafayı. Ben kalkıp oynuyorum en bitiriminden. Hem şarap bardağını koyuyorum başıma, hem de gerdan kırıyorum. Kekaaaa! Keyif be!

Sokak kedileri, sokak köpekleri de geliyor. Zaten bütün kediler, köpekler sokakta yaşıyor. Bööle canları isteyince, çalıyorlar bir kapıyı. Huzur veriyor, yiyecek alıyorlar. Kışları da kıvrılıyorlar sobanın, kaloriferin yanına.

Bi kız, bi delikanlıyı "iki çıplak bi hamama yakışır" diye bırakmıyor yarı yolda. Çıplaklık ayıp değil ki. İkinci bir emre kadar, bütün ayıplar ayıp kabul ediliyor. On dokuz ilde ve dünya sathında, sıkı insanlık ilan edilmiş.

Canım kahve çekiyor. Ne bekliycem Yemenler'den gelmesini! Kalkıp kendim gidiyorum Yemen'e. Devlet yok ki, sınırlar olsun. Manitamı da alıyorum yanıma. Çöllerde motosiklet sürüyoruz kahveden sonra. Bi bedevî çadırında, güneşin batışını seyrediyoruz omuz omuza. Bir yılan geçiyor kumları hışırdatarak. Dokunmuyoruz. Belki, yılanların arasında da "bana dokunmayan insan bin yıl yaşasın" gibi bir atasözü vardır; kimbilir.

Bin yıl yaşıyoruz. Değiyor yaşamaya.

Bunlar var yorganın altında. Çekici geliyor işte. Romantik Ali, yorganı başına çekmek istiyor ama Gerçekçi Ali rahat bırakmıyor.

"Ulan salak! Bunlar hiç olmayacak. Kalk! Akşama çocukların gelecek, köfte hazırla!" diyor.

Kalkıyorum.

Mutfak camına, kanadı gümüşlü bi güvercin konuyor. Köfte için ufaladığım ekmekten birazını ona veriyorum. Önce kaçıyor, az sonra ürkek ürkek girişiyor ekmek kırıntılarına. Sonra, çoğalıyor güvercinler. İki dilim daha ufalıyorum. Kıyma da koyuyorum azıcık. İki köfte az yesek n'olur yani?

(Bu arada, köfte, Farsça'da "dövülmüş, ezilmiş" demek olan "küfte" kelimesinden gelir. Malûm, etimoloji sözlüğü…)

Yorumlar

Çok teşekkür ederim bunları yazdığınız için. İnsanın çok yakınını kaybettiğinde duyulan bir his bu. Sürekl kaybettiğim ile ilgili konuşup, onun hakkında söylenenleri dinlemek. Ancak bu şekilde durabiliyorum. Hepimizin başı sağolsun. O çok güzel bir insandı.

Selman Özkan - 17 Ocak 2008 (11:17)

Keşke kaybetmeden önce keşfedebilseydim. Yazıları mükemmel… Neden böyle insan benliğine, kültürüne düşüncelerine yararlı kişileri çabuk kaybederiz bilinmez bir ilginçliktir. Güzel bir ruh, mükemmel bir kafa yapısı… Yazıları ve sevenlerinin yüreklerinde bıraktığı sevgiyle yaşaması ve yaşatılması dileğiyle…

Elgiz Anık - 25 Ocak 2008 (14:50)

Ben yeni başladım babamın yazılarını okumaya…

Keşke önceden okusaydım ve babama ne kadar çok yazılarını beyendiğimi söyleseydim…

O kadar çok seveni olduğunu da bilmiyordum… Bana hep anlatıyordu Türkiye'nin insanlarının çooook daha başka olduklarını… Şimdi ne demek istediğini ben de çok iyi anladım…

Ayşegül Türkan - 27 Ocak 2008 (02:07)

Dar-ı dünyada kederliyim. Yazılarını keyifle okuduğum insan evladı Ali Türkan'ın ölümünü öğrenmiş bulunuyorum. Ruhun şad olsun, geriye Orhan Kemal tadında yazıların kaldı. Şunu bilir şunu derim, iyiler ölümün gözdesi olur! Berlin'e gidip orda yaşamadığını bilmek bizim için çok acı verici olacak. Dar-ı bekada huzurlu bir hayat diliyorum. Nur içinde yat Ali Türkan.

Osman Bolat - 30 Ocak 2008 (09:59)

Derkenar'ı ilk Yavuz Gökmen'in vefatından sonra farketmiştim. Hergün zevkle ziyaret ettiğim siteden zaman içinde nedense ayrı düştüm.

Bugün bir bakayım neler var neler yok derken Sevgili Ali Türkan'ın vefatını öğrendim. Hiç tanımayıp uzaktan da olsa sevgi duyduğunuz insanlar vardır ya… Acaba dedim. Soyadına emin olamadım. Sonra yazıları okuyunca…

Keşke ne var ne yok demeseydim. Sana ne deseydim. Her ölüm erken ama insan 43'ünde de ölür mü be Ali? Mekanın cennet olsun.

Filiz Doğru - 30 Ocak 2008 (14:46)

"Oysa uzanmalı. Uzanmalı ve bir gün, bambaşka bir dünyaya kalkmalı" diyerek arzu etiği dünyanın hayallerini kurmuş Ali Türkan.

Garip gelecek belki ama ilk yazısından itibaren derviş gönüllü gelmiştir bütün yazılarında bana. Dua niyetine mi geçti acaba? Bir gün uzandı… Ve gözlerini bu dünyaya kapattı. İnşallah, hayâlini kurduğu 'yemyeşil bir dünyada' açmıştır gözlerini. Firdevs cennetlerinde sevdiği 40 kişiyle 40 kadeh bâde ikram ediyor olsun huriler her daim.

(Bâde: Etimoloji sözlüğüne baktım. Farsçadan gelmiş. Olgun, olmuş, mey demekmiş. Bade Tasavvuf edebiyatında da "Aşk" manasında kullanılır, ve önemli bir yeri vardır)

Mina - 3 Kasım 2009 (15:51)

Tesadüf müdür kader mi bilmiyorum ama şuursuz dokunuşlarımın sonucu ulaştığım bu sitede çok hoş paylaşımlarla irkildim. Dost tavırların, sıcak sohbetlerin, imalı naif atıfların adresiymiş meğer… Tüm güzelliklerin yan etkili ilâçlar gibi kaçınılmaz acı faturasını da gördüm. "Ağzına sağlık" diyesim geldi. Yazının sonunda ruhu için duacıyım.

Ne bileyim? Ne söylesem? Nasıl sussam?

Caner Bekem - 14 Mayıs 2011 (03:11)

diYorum

 

Ali Türkan neler yazdı?

66
Derkenar'da     Google'da   ARA