Patronsuz Medya

Okumuş kadınlar okumamış kadınlardan bin beter

Ali Türkan - 17 Temmuz 2001  


Merhaba Necdet… Uzun bir mektup olacak galiba; zamanın yoksa, okuma işini daha sonraya ertele derim.

Engin Ardıç, bir yazısında Zülfü Livaneli'ye, satır arasında, giydirirken "otodidaktik" diyordu. Dil'ini sevdiğim ve Zülfü Livaneli'den hazetmediğim için bayılmıştım. Ama bu da bir kategori işte. Kendine böyle şeyleri dert edenlerin hassas karnı.

Okumaktan, özellikle de kadınların okumuşlarından söz ederken, klâsik eğitim değildi söylediğim elbette… On beş kitaptan, dört dergiden ve iki doktrinden hareketle yaşamlarını mengeneye sokan hatunları düşünmüştüm. Benim de yaşamımda genellikle "okumuş" kadınlar oldu. Ve teorik anlamda kadın olabilmek için gerçek anlamda kadın olmaktan çıkmıştı çoğu. İdealize ettikleri bir kadın kavramına sarılmış ve onlarda gördüğüm (ya da gördüğümü sandığım) cevheri de bu genel tanımın altına koymuşlardı. Kadın, Tanrı mertebesinde bir şeydi gözlerinde. O yüce varlık o kadar kutsal, o kadar ideal, o kadar müthiş, anlaşılmaz, sevilesi, saygı gösterilesi bir varlıktı ki, kendilerini bunun dışında tanımlamaya gereksinim duymuyorlardı. Pasaklı da olsalar, terbiyesiz de olsalar, kaba, cahil, kötü yürekli de olsalar, ne olurlarsa olsunlar, onlar kadındı, başka bir şey olmalarına da gerek yoktu. Yaşamlarının mihenk taşı da bu "kadındır n'eyler, n'eylerse güzel eyler" düşüncesiydi.

Ama "realite" başkaydı. Çıktıkları o kutsal yerin hakkını alamıyorlardı bir türlü. O tanrısal varlığın yaşamına giren erkekler, ayakları kokan, burunlarını karıştıran, osuran, başka kadınlara sarkan, kaba saba varlıklardı. Ne Amerikan filmlerindeki gibi hediyelere boğuyorlardı onları, ne de Kerime Nadir, Muazzez Tahsin Berkand, Peride Celal romanlarındaki gibi, bir öpücükle yıldızları gösteriyorlardı. Her şey, bu dünyada ve ter kokuları içindeydi. Kimse anlamıyordu onları…

"Kadının adı yok" tu bu yüzden. "Aslında aşk da yok" tu. Nasıl olsundu ki? Bir yanda evrenin en duyarlı, en güzel, en kutsal varlığı, diğer yanda erkekler…

Uzun zaman sigara içtikten sonra sigarayı bırakanların çoğu en radikal sigara karşıtı olur bilirsin. Yaşamı boyunca futbolla ilgilenmeyen ve Galatasaray'ın başarılarından sonra bu spora merak saran bir tanıdığım var, herif tam hooligan oldu. Yani, "sonradan olma" durumu, bazen "aşırı" olmaya itiyor insanı.

Memleketimizin koşullarında "orospu olursun, etek boyuna dikkat et, kıçını sallama, sokağa çıkma, gülme, konuşma" gibi tembihlerle büyüyen kadınlarımız, "özgür" hele ekonomik anlamda özgür olduktan sonra bir mutasyona uğruyor. Bu özgürlüğü sindiremiyorlar sanki… Ya da babalarının ve o ana kadar yaşamlarına giren ve genellikle babalarına benzeyen erkeklerin, onlara ettiklerinin intikamını, hadi kavramı fazla zorlamadan, "düzgün" diyebileceğim adamlardan alıyorlar. İlişki, iki insanın birlikteliğinden çıkıp müsabakaya dönüşüyor.

"Okumamış kadınlar" birçok konuda daha rahatlar. Ne zaman kasık nahiyesi sinyal vermeye başlasa, yıkanır, kokular sürünür en yakındaki "halk tipi" meyhaneye dalarım burada. Beni hiç yormadan, kendileri de yorulmadan, benden onlara acı çektirmeyeceğimin ispatını beklemeden, gerçekten hesaplardan uzak, açık muhabbet eder ve sonra, kelimenin tam anlamıyla, çiftleşiriz. Ne verdiklerini, ne aldıklarını bilirler. Göz kapaklarının altında başka birinin gölgesi dolaşmaz benimle sevişirken. Hani "çatır çatır" denilir ya, aynen öyle.

Tabii sorun okumaktan değil, çarpıtılmaktan kaynaklanıyor. Haklısın: Toplumsal hayatın her katmanı insanı molozlaştırmak ve duyarsızlaştırmak üzerine kurulu. Ama solcuların her sıkılışlarında sarıldıkları "ben değil düzen" dini yerine "ben değil toplum" dinini oturtamıyorum bir türlü. Üstelik o kadınlarla konuştuğun zaman, sorunlara benzer teşhisler koyduklarını da görüyorsun.

Neyse, bu konu bitmez.

Eyvallah.

Yorumlar

Güzel bir yazıydı, teşekkür ederim

Nurdan Kılıç - 29 Ağustos 2014 (13:42)

diYorum

 

Ali Türkan neler yazdı?

57
Derkenar'da     Google'da   ARA