Patronsuz Medya

Naylon geceliği orospular giyer!

Ali Türkan - 19 Kasım 2001  


Çocukluğumda şahit olduğum ve bir türlü unutamadığım bir olayı anımsadım bugün.

Akşam saatleriydi. Yağmurdan, kadın eşyası satan bir dükkânın tentesi altına sığınmıştım. Genç bir çift geldi. Vitrindeki eşyaya bakarken konuştuklarını duydum ister istemez. Evlenme hazırlığı yapıyorlardı sanırım. Kız, vitrindeki geceliklerden birini beğendiğini söylüyordu.

Adamın cevabını hâlâ unutamıyorum:

"Naylon geceliği orospular giyer."

Aklım ermeye başladığından beri o kadını düşünürüm sık sık. Ne olmuştur evlilikleri acaba? O gün nişanlısı, şimdi kocası olan adamla ilişkisi nasıldır? Giyemediği naylon geceliğin acısını nasıl çıkartmıştır kocasından? Kızlarını nasıl yetiştirmiştir? O gün naylon gecelik olan orospuluğun sınırı, o kadının ve kızlarının dünyasında, nerede başlamakta, nerede bitmektedir şimdi?

Evet, Türk toplumuna, belki "erkek egemen" denilmez artık ama belli bir anlamda o günlerin "izi" belirliyor her şeyi.

"Ezilenlerin" kurtulmak için ezeni model aldıkları bilinir. Meselâ Hintliler İngilizler'e, Meksikalılar Amerikalılar'a, Kürtler de Türkler'e benzemeye çalışırlar. " Kadının Adı Yok" kitabındaki "model" de erkektir; hem de iş hayatında başarılı erkek.

"Bizim" kadınlarımızın da "kurtuluşu" kendilerini ezen o erkek anlayışını model almakta gördüklerine inanıyorum bu yüzden. Ezilmemek, eşit ilişkiden yana olmak yerine, ezmeyi tercih ediyorlar. "Ben bunun hesabını, akşam sorarım" diyen o kadar çok kadın gördüm ki çevremde. Neydi akşam soracakları hesap? Yatağa yatacaklar, adam sokulacak, o da "vermeyecek" ve istediği olacak? Bu ne zavallı bir birliktelik, bu ne acınası bir "silah" tır böyle?

Naylon gecelik giyemeyen annelerin kızları, annelerinin hatalarını yapmamak için, babalarının hatalarını yapıyorlar sanki. Biri kaba gücüne dayanarak isteklerini yaptırıyor, öteki "erkek" dediği adamın zaafını kullanarak. Araçlar farklı olsa bile amaç aynı yani.

Kaybolan, kadınsı yumuşaklık mı bilmiyorum. Ama kadınların erkeklere benzemeye, erkeklerden bağımsız, yalnızca "ezenin" var olduğuna inanmaya başladıkları bir devirdeyiz sanırım. Çünkü gözlerinin önündeki model, yalnızca ezerek elde etmiş her istediğini. Ez de, nasıl ezersen ez.

Geçen gün (TRT İNT'de) bir şey gördüm. Sanırım anlatmak istediğim şeyi en kolay o dizide gördüğüm (adını bile bilmiyorum) şeyle anlatabileceğim.

Adam, karısının yaptığı kuru fasulye yemeğine övgüler dizmektedir. Belli ki uzun zamandır karısından bu yemeği yapmasını istiyordur. Bir keyif, bir keyif yani. Adam yemeğini yerken, kadın "ağabeyin geldi mi?" diye sorar. Galiba ağabeyinden yüklü bir para alacaktır ve kadın da bu parayı beklemektedir. Adam da (tam hatırlamıyorum, mealen yazayım) "valla isteyemedim, hem ağabeyimin durumu da kötü, biraz yardım etsek diyorum" gibi bir şeyler söyler. Kadın bu lâf üstüne birden şirretleşir, bağırıp çağırmaya başlar, bir yandan da adamın önünden o çok sevdiği yemeğin tabağını almaya yeltenir. Adam bunun üzerine, "bırak canım, şaka yaptım, parayı da aldım" der. Az önce şirretleşen kadın da gülmeye ve kocasına sarılmaya başlar; adam da fasulyeyi yer.

Bu ne annem bu? "İstediklerimi yap, istediğini yapayım" mı? Ne kaaa ekmek, o kaaa küfte ha! Birinin, eşinin sevdiği yemeği yapması, mahremiyetini sevdiğiyle paylaşması, ne bileyim, yorgun eşinin omuzlarına masaj yapması falan (ister erkek, ister kadın) belli koşullara mı bağlı yani? Bu mu sevgi?

Babalarımız çok ayıp ettiler analarımıza; kabul. O kuşakta karısının ağzını burnunu kıranından tut, eve, karısının yatağına pavyondan "karı" getirenine kadar nelere rastladık. Hiç sevmediler birbirlerini. Şimdi kocalarını sevmeyen o anaların kızları, sevilmeyen kocaların diyetini bize ödetiyorlar. Babaları analarını sevmedi diye üzülen, karılarına öyle davranmamaya yemin eden oğullar da, babalarının günahını gönüllü ödüyorlar işte. Galiba alan razı, "veren" razı. Bize de ne düşüyor bilmem.

Ama sevdiğim bir kadının ayaklarını yıkamaktan da, ona menemen yapmaktan da yüksünmem. Yeter ki o kadın bunları neden yaptığımı anlasın ve meselâ ayağına su taşınırken, babasına ne biçim "geçirdiğini" düşünmesin.

Tabii en güzeli, herkes kendi ayağını yıkasın ve herkes kendi menemenini yapsın. O zaman "sana bunu yaptım, saçımı süpürge ettim, en kıymetli hazinemi verdim" zırvalarından sevgiye yer kalır belki.

Kadınsı yumuşaklık kayboldu galiba. Erkek gibi düşünen, toplumda erkek gibi başarılı olmak isteyen, hatta erkek gibi olabilmek için askere bile gitmek isteyen kadınlar sardı ortalığı. Kadınlar, dünyayı güzelleştirme fırsatını, erkek gibi olabilmek adına kaçırdılar bana sorarsan. Çünkü sınanmış ve boku çıkmış bir modeli kendileri adına keşfettiler. Erkeklerini yontmak yerine, yumuşattılar yalnızca. Şimdi her erkek "götürebildiği" kadın ve her kadın da önünde diz çöktürdüğü erkek sayısı kadar "başarılı".

Yani düzen böyle şeyleri besliyor da. İyi de birader, hiç mi akıl yok millette?

Yorumlar

Altmışlı-yetmişli yılların erotik veya porno filmlerinin başımıza sardığı naylon gecelik fetişizmi, çağdaş filmlerde çırılçıplak yatma moduna geçildiğinden, imal edildiği madde kadar yapay ve demode bir genelev ritüeline dönüştü. Ama kadının eşya gibi kullanıldığı o filmler yine çekiliyor. Naylon gecelik de, bu filmleri talep edenler kadar kadınsı bir tercihtir.

Kadınlarsa, hâlâ erkeği köle etme hırsı ile yazık edilen ömürlerini yaşıyorlar. Bu en ölümcül modernite hastalığıdır: Ben kazanayım, ben eğleneyim, ben yaşayayım, ben, ben!

Erkek kadını, kadın erkeği, köle yapmadan yaşayamaz mı oldu? Yanyana iki koltukta oturmak yetmiyor mu ki, gözümüzü birbirimizin koltuklarına dikerek savaşıyoruz? Kaç yılımız kaldı ömrümüzde böyle hırslara harcayacak? Aha, kadına kendi iliğinden çocuk da yapıyor bilim; hadi çıkartın tamamen hayatınızdan o zalim erkekleri ve hakkınız olan Amazon Devletini kurun!

Ama dikkat edin, bütün hayatınız, hep erkeklerin biçtiği rolleri oynadığınız bir komplo teorisinde geçiyor olmasın sakın? Şimdi bir düşünün bakalım, neden Okan Bayülgen ve Beyazıt Öztürk, programlarında canlı telefona sadece kadın alıyorlar?

Ali Sedat Çetinkoz - 15 Şubat 2008 (13:25)

Güzel bir yazı. Uzun süre uçuruma bakarsanız bir süre sonra uçurum da size bakmaya başlıyor. Benzeşiyorsunuz. Kadınların tersten okuma yetenekleri oldukça gelişkin.

Kadınsı sıcaklığımızı kaybettiğimiz doğrudur, ama birazda erkekler bizi kabul etsin diye toplumun her köşesinde kadınların başarıları o kadınsı sıcaklığa(!) bağlanıp mal edildikçe kadın da gerçek anlamda sahip olduğu sıcaklığı farklılığı korumak yerine terkediyor ve erkekleşiyor; daha doğrusu erkekliğin(!) kötü kopyaları haline dönüşüyor.

Ne zaman kadın dilini, hayata kadın bakışını o yumuşaklığı o yumuşaklığın altında ki gücü anlatan, adeta kadın gibi anlatan bir erkek yazar, erkek bir yönetmene rastlasam, eserlerinde bu kadar kadına değebildiği bu kadar yaklaşabildiği için kadın kalmak isterim.

En az onların erkek kalmasını istediğim kadar. Biribirimizin kopyasına dönüştüğümüz dünya çok sıkıcı ve sıradan farklılıklarımızın farkına varıp kendimize ait bir dil yaratmak ümidi ile, daha az sidik yarışına…

Selin Yılmaz - 5 Haziran 2008 (16:13)

Nedense, bu çakma erkekleşmenin arkasında, kadın erkek arası eşitlik çabalarının arkası boş, hissiyatı eksik tavrını görüyorum. Kadın ve erkek doğasından gelen kimi eksiklikleri baltayla yontmaya, tarafları eşitlemeye çalışmak, doğayı anlamamış ve zarafetini takdir edemeyen aydınların, okumuşların, bilgililerin işi.

Tyler Jones - 16 Mart 2010 (23:04)

diYorum

 

Ali Türkan neler yazdı?

64
Derkenar'da     Google'da   ARA