Patronsuz Medya

Keyifli bir gün

Ali Türkan - 5 Nisan 2007  


Aylaklık güzel şey. Sabah erken uyandım, canım yataktan çıkmak istemedi. TV kumandası da masanın üstünde. Şimdi yerinden kalk, düğmeye bas; kumandayı eline al, uzun iş…

Bir süre, yattığım yerde, Ayşe Arman gibi "congratulations" demeye çalıştım. "kongraşinasyın, kongrhulş" gibi sesler çıktı ortaya. Hayır, Türkçe'mizi bozdukları yetmiyor, bir de İngilizce'mizi bozacak bu zevat.

Bir de Oray Eğin vakası var. O da bir yarışma programında jüri üyesi. Baktım, anadili gibi Türkçe konuşuyor neredeyse. Telaffuzu da epey toparlamış çocuk.

Neyse, keyfimi kaçırmayayım hiç. Uykuya dalmadan önce, sömürge kültürü ve "neo kolonyalizm" hakkında iki satır yazmaya karar vermiştim ama gününe "kongrışısınşın" gibi sesler çıkartarak başlayan bir adama pek yakışmaz şimdi. Hem keyfim de gayet yerinde.

Nasıl yerinde olmasın? Başucumdaki sehpada mis gibi Muş tütünü duruyor. Paraya kıyıp, bir de teneke tabaka ve ağaç ağızlık aldım; cigara masrafım da tek darbede yirmi misli azaldı. Yanlarına benim andız tespihi de koyunca, kasaba eşrafından Kancı Mehmet gibi duruyorum ama eşeği seven dikenine katlanıyor tabiî.

İyi tütün bu. Aslında, sert tütün severim ve rengine aldanıp önce Adıyaman tütünü aldım. Bir imansız, bir sert çıktı ve ciğerimi dağladı kitapsız! Şimdi iki tütünü karıştırıp, nefis bir şey elde ettim. (Birazdan tütün rekoltesini ve taban fiyatını açıklayıciiim, bi yere ayrılmayın; şu cigaranın yanına bir kahve yapayım hele.)

Günün en güzel, en keyifli anı bu benim için. Uyanmak, kahvenin önce çöküşünü, sonra da kabarmasını beklemek. Ağzın pasını gideren bir yudum su, ardından kahveden bir yudum ve cigaradan bir fırt…

Kafanın en hızlı çalıştığı zaman. Aynı anda sekiz mevzua dalıp, sekizinin de hakkından gelebilme becerisi bu saatlere özgü.

Akşam okuduğum kitaba bakıyorum. Benim yeğenin hediyesi. Uyumadan önce takıldığım cümleyi buluyorum. "Tensel aşkını kiraya veren bir kadın aradım," yazmış yazar. Umarım bulmuştur. Bu kasabada bile bir kerhane olduğuna göre, pek zorlanmamıştır sanırım.

Her okurun bir "güzel kitap" anlayışı var mutlaka. Ben, bu tip ifadelerin olduğu kitapları okumakta zorlanıyorum. Bana yapay, yaşamayan bir dil kullanılıyormuş; kendimi bildim bileli tu kaka ilân edilen Osmanlıca'nın, devamıymış gibi geliyor bu şey. Sanki özellikle "beni belli bir zümre okusun ve zaten ancak onlar anlar" gibi bir anlayış gözetiliyor yazılırken.

Gerçi yukarıdaki epey anlaşılır bir ifade ve bakana göre, hoş bile olabilir. Daha neleri var. Gerçekten de saatlerce kendimi paralayıp, tek bir sayfada bile ne denildiğini anlayamadığım ne kitaplar okudum son günlerde. Bu yüzden salak olduğuma karar verip, o kitapları okuyan tanıdıklarıma sordum ne anladıklarını ama hepsi ayrı telden çaldı.

Bu yüzden, şöyle bir karara vardım: Piyasada, bir şey anlatmak yerine, lâfı epey eveleyip geveleyip bin dereden su getiren bir esnaf türü var. Bunların müşterileri de, o kitaplar raflarda yer alsın ve sağda solda "okudum" diyebilmek için, her cümlesi tek tek ele alındığında şık duran ama bütünü hiç bir şey anlatmayan bu şeylere para veriyorlar.

Bunun "yapılabilir" ve çok kolay bir şey olduğuna hep inanmışımdır. Neticede, bir şey yaratmak; yaşanan bir olayda, rastlanılan bir insanda özü görmek (kısaca gözlem ve süzme becerisi) gerektirmeyen bir tarz bu. İçine ne yaşanmışlık, ne de o yaşanmışlık sonucunda oluşan duyguları koymak gerekiyor.

Böyle düşündüğüm için de, ne zamandır, bir "Türk Edebiyatı'nı Anlama Kılavuzu" yazmak niyetindeyim. Hayatın çift dalmalarıyla yığılıp yığılıp ertelemek zorunda kaldığım nice projeden biri bu da. Daha da epey erteleyecektim ya, geçenlerde, okuduğu bir şeyleri benimle paylaşmaya kalkan bir dostuma (kendime hiç yakıştırmadığım) bir terbiyesizlikle hönkürünce, hem özür hem de derdimi anlatabilmek mahiyetinde, birkaç satır yazayım istedim.

Bu yüzden, benim kılavuza bir giriş yapayım en iyisi.

(Alfabetik sıra izlemiyorum, hemen masamdaki şeylerle başlayacağım, ona göre. İlerde düzenlerim belki. Ya da böyle bırakırım. Niyet belli zaten.)

Kısaca "çalışma masası ve pasaklı bir herifin odası" diye anlatılabilecek bir şey bile, insanların hiç bir halta zamanı kalmamış günümüzde, şu aşağıdaki gibi uzata uzata, çekiştire çekeleye anlatılıyor:

Türk Edebiyatı'nı Anlama Kılavuzu

Dudaklarımla, gecenin karanlığını ak gelinliğine sarmış sevdalıma dokundum. (Kahve fincanı)

Nasırlı ellerin okşadığı havayı çektim içime. (Sigara)

Kanım aktı damarlarında, öykü oldu sonsuz beyazlıkta; düş oldu; kavga oldu. (Tükenmez kalem - Türk Malı - Kırmızı)

Bir deli mavi sevdadır, yolları hiçe saymış, canım damlar ucundan. (Tükenmez kalem - İthâl - Mavi)

Şimdi sıçtın ağzıma! (Elektrik faturası - Edebiyat kaldırmıyor)

Güneşin sıcaklığını taşıdın ellerimin üstüne. Bir sarı sevdasın özdeğimin izdüşümünde (Masa lâmbası - Tamam, fena savurdum bu sefer)

Hazzı verdin bana. Acıyı, kırmızıyı… (Yemek tabağı. Gece karnım acıkmıştı da, öyle kalmış masada. Ayıptır söylemesi, bulgur pilavı yapmıştım mis gibi, acılı, domatesli. Önce soğanlar ufak ufak doğranır, pembeleşene kadar hafif ateşte… Neyse…)

Kehribar parmaklarla okşanmayı özlersin. Okşandıkça açarsın dünyanın pencerelerini. Pürüzsüz teninde, nice gizli sevda yaşar. (Mouse)

Her tükenişte, biraz daha dolar için. Ve iç çekişlerde, boz sevdanı verirsin ellere. (Kül tablası. Valla boşaltcam.)

Doruklara sevdanı bırakıp geldin. Yaşam oldun toprağa karışıp. Seçici geçirgenliğinle, nice yangını söndürdün. (Su - Kaynağında şişelenmiş.)

Esrikliğimin aynasısın sen! Bir barbut atımı süresinde, başımı döndüren. Ve göz kapaklarımın sancılı dostu. (Gözlük. Alışamadım, hâlâ midem bulanıyor takınca.)

Eyvallah, sağol. (Selim Sesler CD'si - Oğlan bizim kız bizim. Özellikle "Roman Ağıtı" na hastayım.)

Ne kaldı masada? Fotoğraflar… Hah bir de tespih var! Odaya geçmeden önce, ona da bir kulp bulalım. Şu nasıl: Bir abanoz sabırdır parmakların ucunda. İç içe geçmiş nice özlem, secde sonrası dinginliğinde bir okyanusun. (Sallaaaaaaaa! Yapıştııııır!)

Şimdi odaya geçebiliriz.

Bir hazineyi, zeytin yeşilliğinin solunda taşırsın. Ve efkârlı takıntılarında, bir genç kız kahkahası çınlar mahremiyetimde. (Fermuarı bozuk neftî pantolon.)

Yalımlarında sancılı düşler taşıyan nefretim; ustura gecelerde sarıldığım; kızıl saçlı kösnüklüğüyle tutkum olan; lodoslarla nefesimi kesen, kara gözlüm. (Soba. Zor yanıyor ırıspı. Kömürün torbası da on kâat olmuş.)

Kangraşısııyiiinassssktiiiiir! (İngilizce tebrik ederim olacaktı ama gene söyleyemedim anasını satayım!)

Çıplaklığımı içine alan şehvetli tüyleriyle, çağlar öncesinden kalma bir sevda masalını anlatan gönülçelen mavim. (Çorap. Oha!)

Nice genç kız, parmaklarının sihrini akıttı dövülmüş karnına. Sevdalar aktı, özlemler aktı, düşler aktı içinden. Ve düğüm düğüm olmuş ruhu, tutkulu türküler söyledi gizliden. (Halı)

Örselenmiş ruhumu yasladım sırtına. Hünerli ellerinde ustaların, bir davet oldun soluklanmaya. Bir molaydın yaşama verilmiş. (Sandalye)

Feryadın yayıldı dünyama. Kovada ıslatılmış budaklı meşe odunu ve dinlene dinlene yoğrulmuş bir özlem geçti içimden. (Üst kattakinin veledi. Gene şımarık çığlıklar atıyor.)

Bütün heybetinle sardın beni. İnce bir sızı oldun sırtımda. Ve her uyanışımda gökyüzüne, bir küfür oldun dudaklarımda. (Kanepe. N'apalım, soba bu odada, burada yatıyorum. Belim koptu kaç aydır.)

Sabahlarla büyüttük sevdamızı. Bir yankıydın enginliğinde Karadeniz'in. Esrik gelmişsin dünyaya. Dudaklarımda buruk tadın. Hem, senle öğrenmedik mi biz sıcaklığı? (Bildiğin çay ve bardağı.)

Beline dolanmış zaman. Hep hain bir yarışın, tek kazananı sensin. Tarihin ayak izleri küflenir gövdende. Her şey yanlış olsa bile. İki defa doğrusundur sen. (Saat. Pillerini çıkarttım. Ulan bütün gün "tak, tak!" Beynini oyuyor adamın.)

Abanoz heybetinle, hayatı geçirdin içinden. (Soba borusu veya eşeğin…)

Tam da hızımı aldım ama tadında bırakmakta fayda var sanırım. Hem dünya kadar işim var daha. O yemek tabağı, kendiliğinden gitmiyor mutfağa. Onları bitirince de "kongrişileyşıııın" demeye çalışacağım. Koskoca yazarız bea! Yarın bir gün, dağda bayırda gezerken, bir Amerikalı'ya rastlayıp da "koangretileyşın" diyemezsem, ne düşünürler hakkımızda? Ayıp olmaz mı turiste.

Kıssadan hisse: Herkes istediği gibi yazar. Okuyup okumamak da okuyanın tasarrufundadır. Ben böyle şeylerin genellikle ilk, en geç ikinci satırında sıkılıyorum. Rahatsızlığım, bunların yazılmasından değil, "edebiyat budur" diye dayatılmasından kaynaklanıyor. Çünkü, edebiyatın ne olduğuna, her okur gibi, benim de kendiliğimden karar verebilme yetim ve yetkim var.

Gerçekten hayatı bu tarz cümlelerle gören ve anlatan insanlara da bir sözüm yok. Yalnızca, birçok insanın işin kolayına kaçıp arkasına da koca bir pazarlama sistemini aldığını ve tıraş yaptığını; okurun da bu pazarlama sistemine inanıp, bu tip şeylerde bir derinlik görüyormuş gibi davrandığını düşünüyor; çok çeşitli bir kastlar sisteminin, edebiyatı kuruttuğuna inanıyorum.

Genel anlamıyla sanat ve ucundan kıyısından bulaştığım için de edebiyat, pazarlanan bir mal olmamalı. Kısa bir tanıtımın ötesine geçen her şey, hâlâ birçok insanın "temiz" tutmaya çalıştığı bu "uğraşı", metaya dönüştürüyor. Bunun olabilmesi için de o yeti ve yetki, genel bir anlayışla elimizden alınmaya çalışılıyor, normlar dayatılıyor.

Eyvallah, faşist denyoların "dokunulmaz" yaptığı yazarlar hakkında iki çift lâf etmeyi bir kenara bırakalım ama lâf salatasında derinlik varmış gibi davranmaktan da vazgeçelim artık. Bu yüzden, o lâf salatasına küçük bir örnek vermek istedim yukarıda yazdıklarımla. Yazarken çok eğlendim. Umarım siz de eğlenirsiniz okurken.

Yorumlar

"Bu dünya bazen dar gelir
bu hayat boş gelir
keyifli bir gün
yine de keyifli bir gün…"

Saray'ında rahat uyu Ali. Bu şarkı senin için:

Keyifli Bir Gün (Redd)

Sema Demir - 8 Nisan 2012 (18:57)

Bazen hani yapmak isteyipte yapamadığın şeyler olur ya bu da böyle bir şey. Ben, kocaman harflerle konuşan, iri yarı büyük adamı, Ali dayımı özledim. Sanki bir gün yine ansızın çıkıp gelicekmiş gibi. Diktiğin şeftali ile kiraz büyüdü, o çocuklar da büyüdü dayı, hadi sen de gel, giderken "birkaç güne dönerim" demedin mi?

Serdar Altuğ - 11 Ocak 2013 (03:04)

diYorum

 

Ali Türkan neler yazdı?

67
Derkenar'da     Google'da   ARA