Patronsuz Medya

Yaz başı mektupları

Ali Türkan - 5-6 Haziran 2001  


Eyooo! Zeytin'i hadım ettirmeme gerek kalmadı. Bizim komşulardan birinin dişisiyle nikâhladık oğlumu. İyi de oldu. Son zamanlarda düşünceli düşünceli içini çekip vicdanımın üstünde tepiniyordu hergele.

Komşu tatile gitti, kedisini de bize bıraktı. Benim odayı onlara tahsis ettik. Allah bir yastıkta kocatsın. Darısı tırmalayan diğer canlıların başına. Şimdi doğacak çocuklara takvim yaprağı marifetiyle isim arıyoruz.

Anneleri güzel bir İran kırması. Bizim hergelenin menşei biraz karışık ama doğrusu afili bir serseri. Sanırım yavrular dünya güzeli olacaklar. Ben de ilk defa dede olacağım. "Kocalmaya alışıyorum. Dünyanın en zor zenaatına."

Efendim bize gelince… Oğlumuzun sorunlarına çare üretelim derken, kendimizi ihmal ettik biraz. Yakında bi okul aile birliği toplantısı ve o toplantının ardından, kafayı taktığımız bir hatunla en kısa zamanda halvet olmanın sinsice planları peşindeyiz. Yani punduna getirip yan yana oturma, "bir yerlerde bi şeyler içelim mi?" türü klâsik bir sarkma falan. Bu "yalnızlık" fazla uzadı. Güneş kendini pek göstermese de koca bir baharı ıskaladık. Bu en azından bahara haksızlık. Aleksis Zorba(s)'nın da dediği gibi: "yalnız yatan her kadında sorumluluk bir erkeğe aittir".

Dükkanı kapatma kararım da uygulayamadığım diğer kararlarla birlikte tarihe gömüldü. Böylece bir haspanın bozduğunu başka biri onarır ve hayat süreeer gider.

Şimdi çalışmam gerekiyor. Melek hanımın gözlerinden öperim.

Sevgiyle.

* * *

Necdet'ten Ali'ye

Bana birkaç resim göndersene. İnce uzun olduğunu duyunca şaşırdım. Nedense bende herkesi kısa kendimi uzun sanma hastalığı var galiba.

Necdet - 5 Haziran 2001

Uzaylılar ve taş

Uşak'ta uzaylıları taşlamışlar. Gazeteyi açınca gözlerime inanamadım.

Çocukluğumda, İstanbul'a yeni göçmüş ailelerin çocuklarını kavga edişleriyle ayırırdım ötekilerden. Hemen taş ararlardı yerde. Demek uzaylı taşlamaktan geliyormuş bu alışkanlık.

Hâlâ ince miyim, bilmiyorum. Uzun sayılırım her halde (boyum 1.83) ama çocukluğumda, özellikle de ergenlik çağında, boyum bir seksenlere dayandığı halde 55 kiloyu geçemiyordum bir türlü. Herkesin kısa boylu olduğu bir sülâlede, epey göze batan bir durumdu bu. Yirmi beş yaşına kadar, belime uygun bir kemer bulamadım. Kemerin oturması için gerekli delikleri hep kendim açıyordum.

Özellikle o yaşlarda kendini gösteren üstün olma, üstün görünme çabasında, başkaları görünüşüm yüzünden beni ezmeye çalıştıkça, ben de işi çeneye ve yumruklara kuvvet yoluna koydum hep. Her ne kadar "yoluna koydum" diyorsam da, çevrendekilerin istihza ile altını çizdiği bu "fark"ın, bir delikanlının ruhunda nasıl yaralar açtığını en iyi anlayacak insanlardan birisin. Şöyle geriye baktığımda, bu yaşımda bana saçma sapan gelen bu durum, o yaşlarda en önemli sorunumdu ve o "sorun" sayesinde kendime güvenmeyi, "renk vermemeyi" falan öğrendim. Gene de o kopillere minnet duymuyorum. Yıllar sonra geldikleri yere, kafa yapılarına bakınca da o yaştaki çocuk kıs kıs gülüyor.

Yaşamım boyunca hiç bir canlıya zulmetmedim. Ne kedi, köpeklere eziyet ettim; ne sinekleri bir ipe bağlayıp sonra ipi tutuşturdum; ne de insanların fiziksel özelliklerini, yetmezliklerini, zaaflarını tî'ye alarak var olmaya çabaladım. Kimi bilinçli tercihim olduğu, kimi de içimden gelmediği, daha sonra vicdanımla uzlaştıramayacağımı bildiğim için yapmadım bu türden şeyleri. Bu da temiz kalmak demek. Temiz kaldığım için de bunları yapanlara ağzıma geleni söyleyebiliyorum. Oysa gözlük taşıyanlara "kör", hafif aksayanlara "çağanoz", şişmanlara "fıçı", zayıflara "iskelet" denilen bir kültürün içinden geliyorum. Aferin bana.

Ne zamandır (ve bugün de) resim yollamak hep bilgisayarın başına oturunca aklıma geliyor. Yarın sabah (birazdan işe çıkacağım) cebime koyar ve bir daha buraya geldiğimde de yollarım.

Daha gitmem gereken çok yol var Necdet. İnsanları değerlendirirken kendi sınırlarım ölçülerinde değerlendiriyorum. Herkesin benim olabileceğim kadar kötü, o kadar bunalımlı, o kadar aşık, o kadar her ne haltsa o olabileceği yanılgısına düşüyorum bu nedenle.

Hah! Gene yağmur yağıyor. Gidip kızımı alayım. Yüzmeye gitti bugün.

Dostlukla.

* * *

Fotograflar

Merhaba.

Şimdi şöyle bi sorun var: Yıllar önce heveslenip ve paraya kıyıp aldığım bir fotograf makinası var ve ailenin diğer fertleri kullanmayı hâlâ öğrenmedikleri, çektikleri resimler silik, bulanık çıktığı için, otuz altı pozluk bir filmde bana genelde bir poz falan kalıyor, o da genellikle silik oluyor.

Yaklaşık bir saat kadar aradıktan sonra bulabildiğim resimler bunlar. Siyah beyaz olanı (bende özel bir yeri var), İstanbul'dan ayrılmadan önce çektirdiğim son resim.

Hep özel bir ilişkim olmuştur o kentle. Ertesi günü (belki de bir daha dönmemek üzere) çekip gideceğimi bildiğim için sabahtan akşama kadar sevdiğim yerleri dolaşmış, son bir defa midye tava yemek ve bira içmek için de Balat'ta bir birahaneye dalmıştım. Genelde fotograf çektirmeyi pek sevmem ama fotografçı bastı bacak bir hergeleydi ve ağzımdan girip burnumdan çıkmış, bu resmi çekmişti.

İyi de olmuş.Onun hemen yanındaki de bir Yunanistan hatırası…

Diğer fotograflarda da bugünkü "suretim" var. Daha eski, zayıflıktan ayakta duramadığım, sert bir rüzgârla yıkıldığımı gösteren resimleri bulamadım. Bulunca onları da yollarım.

Aman ha! Bu resimler sana özel… İstedin diye yani. Durduk yerde hayran sayısını arttırmayalım.:-) (bi kere de ben yapayım şu suratı)

Eyvallah.

diYorum

 

Ali Türkan neler yazdı?

98
Derkenar'da     Google'da   ARA