Patronsuz Medya

Sırtımı hep kendim kaşırım

Ali Türkan - 17 Kasım 2001  


Merhaba Necdet.

Taaa "Düşmanlığın Kime?" başlıklı yazından beri, o konular hakkında bir şeyler yazmak istiyorum ama hep UBS (ukalâlık bloke sistemi) devreye giriyor ve elim var mıyor bir türlü. Fakat "Mahremiyet ile Saldırganlık Arasındaki İnce Sınır" yazısı, benim de "mağdur" olduğum, hayatım boyunca kafa yorduğum bir konuyla ilgili olduğu için, azıcık ahkâm kesmeden edemeyeceğim.

Bende saklı bir takım özel nedenlerle "kırmızı rujlu" bütün hatunları yerle bir etmek için iyi bir fırsat aslında, ama bunu yapmayacağım.

Sonuçta beğenilme dürtüsü bir şekilde ve hepimizde var. İsteyen dudaklarını boyar, isteyen aşağı mahalleyi. Beğenmeyenler de bunu "ucuz" bulma hakkına sahipler elbette. Ucuz olmasının yanında, sahte buluyorum ben de. En geç yıkanınca değişecek bir solukluğu, en geç kopça açılınca ortaya çıkacak bir sarkıklığı, hastalıklı örtme çabası.

Hani kötülük kavramını sorguluyorsun ya, kötülüğü bir üst başlık olarak aldığımızı, aslında kastettiğimizin terbiyesizlik, utanmazlık, kurnazlık, ucuzluk, bencillik, nobranlık, yavşaklık, vs olduğunun farkına vardım. Evet, çok kolay kullandığımız bir kavram "kötülük". Çoğu bizde de olan özelliklerin farkına da, nedense başkalarında olduğu zaman varıyoruz. Teşhisi de hemen "insanın doğası" olarak koyuyoruz.

Bilemiyorum, belki de çocukluğumuzdan beri seyrettiğimiz Amerikan filmlerinin, dizilerinin etkisi bu. Bireyi suçlamakta çok cömertiz. Çünkü o Amerikan filmlerinde, "kötü" olanın hep babasıyla, annesiyle, olmadı amcasıyla bir sorunu vardır. Ya baba, oğlunu kayışla döven ayyaşın tekidir, ya anne orospudur ve çocukların yanında bir sürü ceviz kırmıştır. Ne güzel! Tam "The American Way of Live" tarzına yakışan cinsinden, dikkatleri düzenden çekip suçu bireye yükleyen kolaycı bir açıklama. Baban döverse katil olursun, annen orospuysa seksomanyak. Yani "insanı doğuştan günahkâr sayar, aklı reddedersin" .

Oysa ne insanın belli, değişmeyen bir doğası var, ne de yenilen her herzenin tohumları anne - babanın davranışında yatıyor. Düzen, kötülük denilen şeyi sürekli besliyor. Sürekli ve aklımızı yitirme pahasına, iyilik edenin bunu iyilik olarak geri almayacağına inandırıyor bizi. Çevremdeki insanların en cahilinden, en okumuşuna kadar herkeste gördüğüm "iyilik yapan, iyi olan enayidir" bezginliği, beni de sık sık "gemisini kurtaran kaptan" sendromunun sınırlarına kadar götürüyor. Öyle ya, kimseden fayda yok bu dünyada. Kimseden fayda olmayınca da, önemli olan "ben" oluyor yalnızca. Yani insanî ilişkiler fayda - zarar düzeyine çekiliyor.

Çünkü tüm düzen "ödül ve ceza" üstüne oturtulmuş. Hiç bitmeyen, sonu gelmeyen bir ödüllendirilme isteği ve sürekli beslenen bir cezalandırılma korkusu. Ya uyarsın, ya dışlanırsın. Ya kırmızı rujla dudaklarını canlı, sutyenle memelerini diri gösterir ve (her neyse) ödülünü alırsın ya da yalnız yaşarsın. Ya kitap yazar, kitabını tanıtmak için kendi reklamını yaparsın ya da yazdıklarını beş yüz kişi okur. Ya kaset çıkartır kasetini sattırmak için başka erkeklerle çekilmiş resimlerini bir şekilde basına dağıtırsın ya da sesinin bile olmadığı anlaşılır. Ödülü düzen verdiği, ödülün ne olduğunu da düzen belirlediği sürece, yaptıklarının içerik olarak bir anlamı da kalmaz elbette. Kabul göreceğin mekanizmaları da, ardından kabul görüp görmediğini de hep düzen belirler.

O yüzden başarı çok önemlidir. İbrahim Tatlıses sürekli ön planda tutulur ama İbo olabilmek için her yıl ziyan olan binlercesinin esamisi bile okunmaz. Hakan Şükür iyi futbolcudur ama her sene Hakan olabilmek için sakat kalanların adı geçmez.

Üstelik bu tezgâhtan geçip başarılı olanlar, vitrine çıkanlar da ardlarına bakmak istemezler. Çünkü "aykırı" olanların nasıl cezalandırıldığını, nasıl geldikleri yolun başına geri yollandıklarını sık sık görürler. Belirleyici olan da geldikleri yer, o ödüldür zaten. Bu yüzden ortaya uyuşturucu satan, adamı topuğundan vurduran "sanatçılar", mafyayla ilişkiye giren, iş bitiren, elbette adamı topuğundan vurduran "gazeteciler", işte ayırmaya ne gerek, hep aynı acaip ilişkilerin içinde olan siyasîler falan fişmekân çıkar. O yeri kaybetmemektir aslolan.

İyi ve kötü, bunlar her neyse, hepimizde aynı oranda var çoğu zaman. Düzen kötü olanı beslediği için "şeytan kazandı" diyorum sık sık. Beğenilme arzusu, başarılı olma, farklı olma, sevilme gibi özelliklerimiz hem de milyarlarca dolar harcanarak filmlerle, reklamlarla, marka eşyayla sürekli besleniyor. İyi de erdemli olmak, dürüst olmak, tutarlı olmak, başkaldırmak, haksızlığa manzara koymak, azla yetinmek, yardımseverlik de insanî özellikler. Düzenin bunları beslediği tek örnek geliyor mu aklına?

Öyle bir yere geldik ki, her yol mübah. Yeter ki başarılı ol! Ne hesap soruyorlar sana, ne ayıplıyorlar. Asıl ayıplananlar, bir bok elde edemeyenler, bir lokma bir hırka için kendini paralayanlar.

Haklısın, manken gibi kızlar var her yerde. Bazen bakmaya kıyamıyorum. Bazen de içimden gelmediği için bakmıyorum. Çünkü bana bakışlarında gördüğüm şeyler hoşuma gitmiyor. Üstelik derdim "masumiyetimi kanıtlamak" da değil. Benden masum olmamı beklemediklerini biliyorum. Benden bekledikleri de yok nasıl olsa. Çünkü şimdiye kadar en çok sevdiğim kadın bile, amacı ne olursa olsun, "tuzum kuruyken seni n'apayım?" diyebildi bana.

Ben de "ayrıldım" o dünyadan. Artık ne ruj ilgilendiriyor beni, ne sutyen kopçası. Ne beni başarılı görmek isteyen kadınlar, ne başarının bedeli. Hiç birine yaşamıma girme vizesi vermiyorum. Çünkü melek yüzlü kızların gözlerindeki o "hayatı öğrenmişlik", o şeytanî ifade, sevdiğim kadınların muhasebe aşklarını taşıyacak gücüm de isteğim de yok. En güzeli, bu durumdan şikâyetim de yok.

Sırtımı da hep kendim kaşırım zaten.: -)

Yorumlar

"İyi de erdemli olmak, dürüst olmak, tutarlı olmak, başkaldırmak, haksızlığa manzara koymak, azla yetinmek, yardımseverlik de insanî özellikler. Düzenin bunları beslediği tek örnek geliyor mu aklına?"

Yukarıda ki yazınızdan aktardığım satırlarınızdaki özellikleri besleyen bir düzeni görenlerin lütfen insanîyet namına buralarda bir yere yazarak herkesle paylaşmasını rica ediyorum.

Ara vermeden, kâh tebessüm ederek, kâh kahkaha atarak, kâh üzülerek yaklaşık 5 saattir yazılarını okumaya devam ediyorum. Fakat midemin ufaktan isyanları da başladı ve ben 2 ameliyat geçirmiş midemin sesini dinleyip okumaya ara vereceğim.

Satırlarında tekrar buluşmak üzere şimdilik hoşçakal Ali Türkan.

Fikret Alaylıoğlu - 11 Ekim 2009 (17:54)

Yazmasam olmaz. Ahmet Büke'yi ararken fazlasını buldum. Öğrendim ki, bir Ali Türkan da "geçmiş" bu dünyadan. Hem de ne iyi etmiş. Okuduğum her yazısından sonra hem onu, hem kendimi, hem de diğer insanları sevmeye başlıyorum yeniden.

Zgr Tkn - 23 Ocak 2015 (00:16)

Yaşasaydı eğer, kendim içmesem de, şöyle dört başı mamur bir rakı sofrası kurar, karşısına geçip "hadi anlat abi, ben dinlerim" dermişim gibi geliyor. Hele bugünlerde, ne çok ihtiyacımız var "sahici" insanlara…

Zgr Tkn - 23 Ocak 2015 (00:26)

diYorum

 

Ali Türkan neler yazdı?

92
Derkenar'da     Google'da   ARA