Bir de, şu Suzan'ı anlattığım şeyin devamını sorup duruyor millet. Yazsam çok mu görgüsüzlük olur acaba? Unutmadan sorayım bir de; Suzan adını nerden buldun? O manitanın gerçek adı… Idi.
Sahi yaaaa, çok komik bir şey de oldu. Berlin'de okuyan bir genç, "abi bu ortamlar nerde, ben de istiyorum yaaaa!" mealinde bir şey yazmış bana. Öldüm gülmekten.
Şimdilik bu kadar. Gidip yatiim accık.
Eyvallah.
* * *
Neco'nun yorumu:
Ben de dahil, erkeklerin yüzde doksandokuz buçuğunda "lezbiyen yavru" fantezisi olduğunu unuttun galiba. Herifçioğlu dalacak iki manitanın arasına, bi ondan, bi ondan… Ooooh! Mübarek babafingo sanki zulfikaar, bi ona bi ona…
Benim de şöyle bir fantezim var son yıllarda: Dört tane hatunun arasına yatıcam, biri sırtımı kaşırken diğeri kafama masaj yapıcak, bir diğeri ağzıma kavun dilimleri tıkıştırırken, diğeri de pencerenin yanında çello çalıcak…
Haa, kim mi "çizecek" kestane şekerini? Bana ne yaav, onların sorunu…
Yaz abi Suzan konusunun devamını. Hatta uydur. Millet kafa yapsın.
O ad aklıma cart diye geliverdi işte. Hem Türk adı, hem de beynelmilel.
Yaz abi, aşk-meşk mevzuları antidepresan gibi, halkımın sinirini gevşetiyor. En çok da manitalar hasta bu konulara. "Vaaay be, herif her türlü üftadeyi götürmüş, tam kündeye getirilecek adam, bayrak dikilecek burç!" durumları.
İyidir yani…
Bu yazıyı yollamak için net kafeye gelmiştim, senin maili okudum:-) Ben de "aynı konuya devam etsem boku çıkar mı acaba?" diye kaygılanıyordum. İyi oldu galiba:-)
Benim fantezileri hiç yazmiim buraya. Yoksa anında "sapık" damgasını yerim. En hafifini yazayım da bir resim olsun en azından. Yani, ayağımın her parmağına ayrı bir hatun isterim. Üstelik ilgilenme falan da yok. Ben kitabımı okurken şööle… Allah, allaaaaaaah!
Kadın erkek eşitliği ha! Yahu, hayatımız oyun aslında.
Suzan mevzuunun devamını anlatmam için epey yoğun istek geldi. Sizi kıracağıma dişimi kırarım be! Aha gerisi! Sizden mi esirgeyeceğim?
Ama önce ufaktan bir peşrev çekeyim:
Elime geçen ilk ciddi "seks" kitabı, Rasim Adasal'ın (adını yanlış hatırlamıyorsam) Aşk, Evlilik ve Cinsellik adındaki kitabıydı. Adından da anlaşılacağı gibi, bu mevzuların anlatıldığı, araya birkaç da resim sokulmuş, bilimsel bir kitaptı.
İşte o kitapta, siyah beyaz bir resim vardı. Manastır bahçesinde iki rahibe birbirine sarılmış; birinin eteği hafifçe açılmış; bacağını diğerinin üstüne atmış; baldırlar, kalçanın bir kısmı ortada; manitaların dudakları birbirine yapışmış… Abariiii! Bu ne be! Henüz, Atilla İlhan romanlarının adını bile duymamışım ki, "çevremdeki her kadın lezzo mu acaba?" diye bir kıllanma olsun bünyemde. Ööle kalmıştım.
Nasıl oluyor da oluyordu yani? Bi şey eksik olmuyor muydu?
Hemen kitabın ilgili bölümünü açmış, Lesbos adası, kadın homoseksüalitesi, sevicilik, diye kafamı daha çok karıştıran yığınla şeyi hatmetmiştim. Ama ne okursam okuyayım, pek bir şey anlamamıştım. Çünkü öğrenmek istediğim şey o kitapta yoktu. İstimnayı bile sapıklık olarak anlatan bir kitaptan, neyi öğrenebilirdim zaten? O kitaptan tek öğrendiğim, "sapıklık" olarak anlatılan her şeyin bende ve tanıdığım her insanda mebzul miktarda olduğuydu. Bu işlerden anlayan bir ağabeyim "okuma lan bunları, kafan karışır" demiş, sonra da "hem bu herif gerici" diye eklemişti. Ben de elimi dizime vurup "anlamıştım valla" demiştim. Neyi anladıysam?
Çevremdekilere sorup öğrenme olanağım olmayan yığınla konu gibi, sevicilik konusu da karşıma çıktığında yeniden kafa yormak üzere, bir kenara itilmişti kafamda. Kime soracaktım ki? Okuldaki kadın öğretmenlere mi? Allahıma, tükenmez kalemimi kırarlardı o saat!
Aradan yıllar geçmiş ve sonunda karşıma çıkmıştı işte o konu. Hani şu (senin bulduğun müstear isimle) Suzan konusu…
O konuya dalmadan önce, bir konuya daha açıklık getirmek gerekiyor tabii. Erkek milletinin içini gıcıklayan ağır konulardan biridir sevicilik. Hemen hemen her erkeğin düşünde, şööle en az iki hatunu önce seyretmek, sonra da "hazır" biçimde muhabbete katılmak gibi bir ayrıntı saklıdır. Sanırım bunda, son yıllarda halkın kullanımına açılmış o biçim filmlerin etkisi de epey çoktur. Hatta bazı tanıdıklarım, o filmlerde özellikle bu numaraların olduğu sahnelere meraklıdır ve bunu da "elin herifinin şeyini görüp de n'olcek? Hiç olmazsa ilik gibi manitalarla eğleniyoruz" şeklinde açıklarlar. Hiç birinde de "yahu, ben helâlimin hakkından gelemezken, iki üftadeyle nasıl olcak?" gibi bir soru olmaz. "Sandöviçi" kolay bi şii sanırlar. Hayâl alemi işte. (Kolay olmayabilir, ama gene de insanın ağzının suyu akıyor! Ha bir manitaya madara olmuşsun, ha beş manitaya, ne fark eder?)
Ama iliklik hususu, pratikte farklıdır biraz. Harbi seviciler, ööle porno filmlerindeki gibi taş şeklindeki manitaların ekip çalışmasından oluşmaz. Tamam, Suzan, macera, gerilim, korku, her filmde oynardı ama ben, onun "sevgili" diye eve getirdiği kadınların çoğundan daha güzeldim yani. Hani tam, "orama kaş göz yapsam, daha güzel olur be!" tipi kadınları beğeniyordu. Hatta sevgililerinden biri, Allah'ın gücüne gitmesin ama aynı Cörçil'e benziyordu.
Belki biraz bu yüzden, biraz da Suzan, benim o güne kadar gördüğüm en güzel kadın olduğu için, o taraklarda bezim yoktu. Fena halde aşıktım ve Suzan'ı bütün kadınlardan kıskanıyordum.
Şimdi konumuza dönebiliriz.
Çaresiz, sevdiğim kadının kadınları sevdiği gerçeğini kabul etmiştim. Odama kapanıp bol bol Müslüm dinliyor, evdeki "otçu" tayfasına inat, mis gibi alkolde boğuyordum kalp ağrımı. Atilla İlhan o şiiri kimin için yazdı bilmiyorum ama en harbisinden bir "ne kadınlar sevdim zaten yoktular" şeysi olmuştum. Cuk oturmuştu yani.
Ne zaman, koridorda falan Suzan'a rastlasam, yüreğim "cız" ediyor, yüzüne bile bakmayarak "teessüflerimi" bildiriyordum. Küsmüştük.
Sonunda her "mağlup" aşığın başına gelen, benim de başıma gelmişti tabii. Aşk şiirleri gitmiş, intikamdan söz edenleri gelmiş, Müslüm babanın yerini de Hasan Mutlucan'dan cenk türküleri almıştı. Görecekti gününü o! Nah buraya yazıyordum; ayaklarıma kapanacaktı. İnim inim inleyecekti de dönüp bakmayacaktım bile. Bana karı mı yoktu be!
Yoktu.
Birincisi, yaşım on yediydi daha ve bir ikisi hariç tüm yaşadıklarım, "grekoromen" müsabakalardı. İkincisi, deplasmandaydım ve bu minderin dilini de öğrenememiştim henüz. Ama gençtim ve kolay kolay da yılmazdım öyle. Madem benim ağrımı, Suzan'ın karşısına ondan daha kral bir manitayla çıkmak dindirecekti, bu uğurda ne gerekiyorsa yapacaktım.
Hemen, kendine Bob Marley havası vermiş (bobstil diye buna mı denir acep) Camaykalı komşuma iltica ettim. Adam bu işlerin piriydi ne de olsa. Üstelik, hemen yanımdaki odada her gece türlü numaralar çevirip imanımı gevreten de oydu. Alacaklıydım yani.
Kapısını çaldım, gözlerinin akı balgam sarısı olmuş haliyle ve yüklediği afyonun uyuşukluğuyla iyice kendi alemine dalmış şekilde açtı kapıyı. Öyle farklı bir boyuttaydı ki, sözlerimin kulağından beynine gittiği süre içinde, o başka bir mevzuya zıplamış oluyordu çoktan. "Hişşt! Alooo!" falan kâr etmiyordu. Ben ne desem kikir kikir gülüyordu. Yahu, ben bu haldeyken… Allah, şu Kökler dizisinin belâsını versin! Mandinga savaşçısı Kunta Kinte, kölelik, pis beyazlar falan derken, "zenciler kardeş, beyazlar kalleş" sloganıyla yaklaşıyordum adama o dizi yüzünden. Yoksa anında kafayı geçirir, taze kanı damarlarına pompalayıp kendine getirirdim oracıkta. Gönül yarası bu be! Gözüm dönmüştü bir kere.
İntikam ateşi her yanımı sarmıştı (bir Kerime Nadir klasiği gibi oldu bu cümle). Mutlaka, hem de o gün, Suzan'dan daha klas bir manita bulmalıydım. Camaykalı'dan umudu kesince, odama gidip yatağıma uzandım ve başladım dalga geçmeye: Manitayla geliyordum, (gözlerimin önünde canlanan manita da Ornella Muti'ydi yani, aşağısı kurtarmazdı Suzan'a karşı) herkes masaya oturmuş yemek yerken, en "cool" halimle mutfağa dalıyor, sevgilimi herkesle tanıştırıyordum. Sonra da doğru benim odaya… Sabaha kadar öyle atraksiyonlar çekiyordum ki Ornella'ya, bütün ev bizi dinliyor, Suzan'ı uyku tutmuyor, böyle bir koçyiğidi kaçırdığı için dizlerini dövüyor, saçını başını yoluyordu.
Yattığım yerde keyiften gülüyor, sahnede bana ait sözleri yüksek sesle söylüyor, repliği Ornella'ya attıktan sonra, onu da istediğim gibi konuşturuyordum. Tabii Suzan'ı da… Görecekti o gününü; görecekti! Kurduğum o dünyada öyle mutluydum ki o anda, kalkmak, sokaklarda bir Ornella aramak, sonra da onu "memnun etmek" git gide daha anlamsız ve zor geliyordu bana. Odamda iki şişe votka ve bir şişe de cin vardı; ufaktan ziftlenmeye başladım.
Sonra film koptu bir yerlerde ve bir rüya gördüm.
Rüyamda, ben çok fena durumdaydım ve evdeki herkes korkulu bakışlarla başıma toplanmıştı. Suzan da vardı ve diğerlerine "siz yatın, ben ilgilenirim onunla" diyordu. Herkese, "ben sarhoş değilim be!" dedikten sonra, Suzan'a dönüp "senji varj ya, çok yani, yani buramjdan böööle!" gibi bir şeyler söylüyordum, o da gülümsüyordu bana.
Sonra boku çıktı rüyanın. Ben kusuyordum, Suzan da leğen tutuyordu. Bu ne biçim aşktı be! Romeo'nun sevgilisinin elindeki leğene kustuğu hangi kitapta yazar? Uykum da hafiftir ve kötü rüyalarda hemen uyanırım ama ne yaparsam yapayım, uyanamıyordum bir türlü.
Ve uzun bir zaman sonra uyandım.
Suzan, yatağımın kenarına oturmuş bana bakıyordu. Eliyle alnımı şöyle bir sıvazlayıp "hadi geçmiş olsun" dedi. Yüzüne çok salak bir ifadeyle bakmış olacağım ki, "alkol komasına girdin deli çocuk" diye ekledi gülerek. Hadi yaaa!
Benim rüya, rüya değilmiş ve fena dağıtmışım. Evdeki herkesi de bi güzel kalaylamışım o arada. Allah'tan bütün küfürleri Türkçe etmişim de Suzan'dan başka kimse anlamamış. Yandaki Camaykalı'dan ev sahibine kadar hepsini sıradan geçirmişim bir güzel. "Her yere yetti yani, hatta Çörçil'e bile küfür ettin be!" diyerek işletti beni (heh, heh!).
Sonra duruldu. Alnımdaki saçları eliyle düzeltip "biliyor musun, hep senin gibi bir kardeşimin olmasını istedim." dedi ve alnımdan öpüp çıktı odamdan. Benden sekiz yaş büyüktü. O, her şeyi görmüş, yaşamış bir kadındı ve ben çocuktum daha.
Suzan'ı neden mi affetmiyorum?
Evlendi ve iki çocuğu var şimdi. İyiymiş.
Gerçek adı Suzan değil tabii ve bu yazıları okuduktan sonra, size selâm söylememi istedi benden.
Bu mevzuyu, Arabın yalellisi olmadan bitiriyorum. Soru falan istemem artık.
Ali Türkan neler yazdı?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.