Patronsuz Medya

Yaşam, onu tekmeleyecek cesarete sahip insanların hakkıdır

Ali Türkan - 3 Temmuz 2001, Berlin  


Almanya'ya geldikten sonra, ilk birkaç hafta içinde, dil bilmez iz bilmez bir delikanlıyken, en çok, koç gibi Türk delikanlılarının yanında eni boyuna denk hatunlar görünce şaşırır "ulan koca Berlin'de karı mı yok?" diye sorardım kendime.

Kifayetsiz muhteris olma durumu, kendini tek kariyer düzeyinde göstermiyor.

Basit bir felsefem var yaşamla ilgili.

Yaşam, onu tekmeleyecek cesarete sahip insanların hakkıdır.

Yalnız kalmaktan korkan, dostlarının; aç kalmaktan korkan, yediklerinin; otuzbir çekmekten korkan da "götürdüklerinin" kıymetini bilemez bir türlü; zorunlulukların esiri olur. "Kendine yolculuk" palavraları atar ama asıl istediği, ondan esirgenen ve hakkı olduğuna inandığı, karşılığını maddiyatta bulan şeylere yapılacak bir yolculuktur. Kaçmak istediği, kendisinin olmak istediği şeyin, kendinde olmayışıdır yalnızca. O şeyi uzaklarda bulma umududur. Ama o kadar korkar ki elindekileri kaybetmekten, buna da cesareti yoktur; uçmak yerine, özgürlük şarkıları söyler.

Sevgisizlikten yakınır ama sevmeyi denemez. Sevgi sandığı şey, kendisine gösterilen ilgi, bir insanın onu başka insanlardan ayırması yani "özel" olma durumudur. Buncağız şeyin bile bedelini ödemeye hazır değildir üstelik… Hedonist bir cesettir aslında. Sürekli tüketir. Tüketirken tükenir.

Cesetlerin tüketmesinin ardındaki anlam nedir Necdet? Bir cesedin vaz geçemeyeceği şey nedir?

Öylesine haklı görür ki kendini, dehşetli bir savunma refleksi geliştirmiştir. Kötülük yapmaktan değil, kötülüklerinin ortaya çıkmasından korkar. Kendini kelimelerin ardına gizlemeyi çok iyi becerir bu yüzden. Kafasında "acaba" diye bir kavram yoktur. O en üstündür. En her şeye hakkı olandır. O kadar haklıdır ki, kötülük ettiklerinin bile anlayışlı olmasını, ondan özür dilemesini, "dost kalmasını", en azından haddini bilmesini bekler. Ağzından "hata ettim" sözü çıkmaz. En fazla hata ettirilmiştir.

Bu "liste" uzayıp gider.

Ham şekli ile bu düşündüklerimi, biraz daha geliştirirsem, sana daha ayrıntılı yazarım. "Kifayetsiz muhteris" kavramına o kadar taktım ki kafayı, çevremdeki insanların hırslarına baktıkça ister istemez dudaklarımdan dökülüyor. Şöyle oluyor yani:

Bir şey görüyor "kifayetsiz muhteris" diye homurdanıyorum, muhatabım "efendim?" diyor, ben de "yok bi şey" diye kesiyorum.

O Vita kutularındaki ıtırların, fesleğenlerin tadını başka çiçeklerde alamadım (nostalji değil). Şimdi İtalyan işi "terra cota" alanlar çiçekte değil, başkalarının gözündeki hayranlık ifadesinde mutluluk arıyorlar. Satın almaya çalıştıkları, uğruna, kredi kartlarıyla köküne kadar borca girdikleri şey bu işte. Bu başkalarının gözündeki pırıltı, haset için analarına söven patronlarına "siktir lan orospu çocuğu" diyemiyorlar. O kadar "farklı" olmak istiyorlar ve bu istekleriyle o kadar, milyarların içinde tek tipler ki…

Çocuklarına kötülük ediyorlar. Okula yolluyor, okuldan sonra derslerle bunaltıyor, hafta sonları kurslara yolluyorlar. O kadar haklılar ki, "gelecekleri için" gibi bir savunma refleksleri bile var. O kadar "acaba" yok ki yaşamlarında, kendilerine "ulan gelecek için bugünü kurban etme hakkım var mı?" diye sormuyorlar. Yirmi beş yaşından sonra "mutlu" olma ihtimali için (ki meslek kimi mutlu eder?) beş, on, on beş, yirmili yaşlarını cehenneme çeviriyorlar çocuklarının. Gelecekleri için yapıyorlar bunu. Ne geleceği ulan! Hepsi Kemal Derviş'in, Ertuğrul Özkök'ün, olmadı bilmem ne umum müdürünün babası veya annesi olmak istiyor.

Camı kıran çocuklarını pataklıyor, en azından paylıyorlar ama "kalp kıran" çocuklarını haklı göstermek için her şeyi yapıyorlar.

Üff! Amma dolmuşum ha!

Hep "ateş olsalar, cürümleri kadar yer yakarlar" derim ama iş ateşten çıkıp etrafımızı saran bir yangın oldu. O kadar çoklar ki… "Kabahatin çoğu" da onlarda. Sende, bende, entellerde, günah keçisi Türk Aydını'nda değil.

Burada da farklı değiller.

diYorum

 

Ali Türkan neler yazdı?

557
Derkenar'da     Google'da   ARA