Ali Türkan ve necdet - 22 Haziran 2001
Hazır elim değmişken, biraz böbrek taşı dökeyim dedim.
Çarşamba akşamı, 19:00 gibi uyandım, sol yanımda bir ağrı… Eşimle bir konuğumuz oturmuş muhabbet ediyorlar oturma odasında. Eşim de hastabakıcı ya, "ne olabilir?" diye sormak için odaya girdim ve iki büklüm yere yığılıverdim.
Kısaca, son iki günü, katolik St. Joseph hastanesi 11. İstasyon, 305 numaralı odada ve sidiğimi bir filtreden geçirip çüğdürerek geçirdim. Taş hâlâ içeride bir yerlerde. Sen "taş" dediğime bakma. Kum tanesi büyüklüğünde birkaç parça olsa gerek. Çocuklara şööle ağız tadıyla "nah bu kadardı" diye kahramanlık hikâyeleri anlatamayacağım.
Sakatat da fire vermeye başladı anasını satayım!
Sonunda "ecel teri" denilen şeyin de ne olduğunu öğrendim. Hastaneye gitmek için bir arkadaşın taksisine binerken çocukların ağladıklarını gördüm. Sonra bayılmışım acıdan. Ya da bayılmadım da, ben hatırlamıyorum olanları. Bir kendime geldim ki, başımda dünyalar güzeli bir doktor hanım. Koluma bir zırıltı takmışlar, boyuna sıvı şırınga ediyorlar. Orta yerde de bir rahibe dolaşıyor. Görsen nasıl karalara bürünmüş. Biraz cazgırlık yapıp önce onu sepetlettim.
Acil servis tenha olduğu için adam akıllı ilgilendiler benimle. Bir türlü işeyemedim ve epey mahçup oldum. Doktorla şakalaşmaya başladık. "Heyecandan her halde, yoksa şimdiye kadar hiç sorunum olmamıştı" falan dedim, o da akıllı hatunmuş, "her erkeğin başına böyle şeyler gelir" diye gürültüye getirdi ve işin suyunu üç dört saat kadar çıkardık. Çıkardık ama hem ağrıdan, hem mahcubiyetten geberdim.
Sonunda elime tutuşturdukları küçücük kabı, ağzına kadar doldurup verdim doktora. Bir de "nasıl, yapar mıymışım" diye hava attım.
Şimdi eve gidip işemeye devam etmem gerekiyor.
Eyvallah.
Ali - 22 Haziran 2001
* * *
Birader, Ali, sen de amma maraz bir adammışsın. Dişin ağrır dişçiden korkarsın, uçaktan tırsarsın, gözünde tavuk karası, böbrek kumlu, etrafında üftadeler şefkat yarışında.
Büyümemek iyi dalga galiba.
Yine de geçmiş olsun, ben hiç bilmem bunları, (şeytan kulağına kurşun) ne dişim ağrır, ne yorulurum, ne gitarımın teli kopar, ne kedim hamile kalır, ne kolesterol, ne göbek, ne gıdı, ne basur, öööle dümdüz bir herif işte. İyi ki yok bunlar, doktora verecek param da yok.
Yıllar önce bir sürü cerrah arkadaşım vardı, hayıflanıp dururdum hiç bir yerimde kesilip biçilecek bir sorunum yok diye. Adamlara sivilcemi falan deştirirdim.
Bir gün "çavuşu" tokatlarken kan geldi, söyledim sevinçle bizim "dost"a, o da tuttu beni bevliyeci bir arkadaşına götürdü. Bevliyeci de "yaşın genç ama gene de bir prostat muayenesi yapalım" dedi. Ben sevinçle "yapalııım" diye atıldım, elime bir şişe su tutuşturup üst kata gönderdi, "sen bunu bitir, çişin gelince gel yanıma" diye."
Biz merdivenleri çıkıyoruz arkadaşımla, "bakıyorum keyfin yerinde, sanırım sen prostat muayenesinin nasıl yapıldığını bilmiyorsun" dedi.
"Yoo bilmiyorum" dedim. Güldü. Meğer o muayene…
"Olmaz! Asla!" diye gürledim. "Ben bu dünyada namusum için yaşıyorum, asla orama parmak attırmam!"
Arkadaş güldü, "hep böyle yapılır, bana bile yapıldı şu genç yaşımda" dedi, ama beni ikna edemedi.
Az sonra alt kattaki parmak atacak deyyus yukarı telefon edip çişimin gelip gelmediğini sorunca bizim arkadaş, benim bu işin aslını öğrenir öğrenmez prostat muayenesi yaptırmaktan vaz geçtiğimi anlattı. Alt kattaki dallama da gülmüş ve "çok zevk alacak" demiş. İyice köpürdüm, "ölsem de yaptırmam" dedim.
Neyse, zaten gerek kalmadı, herife zekeriyayı gösterdik, evirdi çevirdi, hangi sıklıkta el arabasına takıldığımı sordu (o günlerde manita yoktu ve ateşim başıma vurmuştu, sıklığı sen tahmin et), bunun üzerine o kanın sebebi ortaya çıkmış oldu ve namusumuzu kurtardık.
Ama o gün şunu öğrendim: Doktorların maskarası olmak istemiyorsan, o tür muayenelerden önce mutlaka çok ayıp şeyler düşüneceksin.
Öhöm! Öyle işte.
(Necdet, 23 Haziran)
* * *
Yok yahu! Valla değil! Keşke öyle sivilcesi kaşınınca doktora koşan adamlardan olsaydım. Ama doktor tayfasıyla yıldızım bir türlü barışmaz. Dişçideki edilgen konumumu sevmiyorum galiba. Dünyanın tüm dişçileri birleşmişler: Hıyarlıkta. Sen gitmediğin için bilmezsin: Elllerini köküne kadar ağzına sokuyor, ondan sonra da sorularını soruyorlar. Yanıt verememek de bir delikanlının bünyesinde iyi durmuyor.
Hadi onlar hekim değil de, el işçisi diyelim (bu söz dişçileri ne biçim komplekse sokuyor bi bilsen) ama diğerleri, yani "gerçek" hekimler de bir garip. Aynı hastalığa dört ayrı teşhis koyanlardan tut da, önüne gelene aynı ilâcı yazan denyolara kadar ne çeşitleri var…
Kıssadan hisse: Bazı meslekler, meselâ hekimlik, öğretmenlik, gazetecilik falan, yalnızca idealleri olan insanların yapacağı işler. Yoksa ortaya sorumsuz, kifayetsiz bir muhteris gurubu çıkıyor. Ve maalesef, her meslekte olduğu gibi, köşe başlarını da onlar tutup diğerlerinin soluk borusunu kesiyorlar.
Bugünlerde, biraz da hastalıkların üst üste gelmesi sonucu, "ne ulan bu nane mollalık?" diye ben de kendime soruyorum ama garsonluk, hamallık, maden - fabrika işçiliği, şoförlük ve bilumum amelelik ile yıllardır yorduğum bedenim ses vermeye başladı, hepsi bu. Ve evde iki büklüm yere kapaklanmasaydım, gene de doktora gitmeyecektim (sakın alındığım gibi bir anlam çıkartma yazdıklarımdan, anlatıyorum yalnızca).
* * *
Prostat muayenesini okurken yüksek sesle güldüm ve herkes bana baktı. O muayenenin öyle yapıldığını bilmiyordum. Eh, böbrek taşlarının dışında, çok su içmem için böyle bir gerekçem oldu şimdi de.
Bizim sokakta bir doktor Mestan vardı. Kavuniçi renkte bir Ford Granada'sı vardı o zamanlar. Milleti bedava muayene eder, çalıştığı yerden bedava ilâç getirirdi. Herkesin sevgiyle, saygıyla söz ettiği bir adamdı. Ben sevmezdim pek. Hareketleri yapmacık, iyilikleri de sahte gelirdi bana… Kasım kasım kasılırdı. Bir kere hakkında olumsuz bir şey söylemiş, komşulardan birinden dünyanın lâfını işitmiştim. Sonra doktor Mestan'ın doktor değil de, bir hastanede laborant olduğu çıktı ortaya. Ona toz kondurmayanların ağzı da hemen değişiverdi.
Doktor tayfası, yaptıkları işler yüzünden değil de, o mesleğin adına duyulan saygı yüzünden neredeyse tanrı mertebesine yükselmiştir bizde. Oysa bir yılda doktor hatası yüzünden ölenlerin, sakat kalanların, hayatı kayanların sayısı, en az trafik canavarının "kurbanları" kadar çoktur sanırım (belki de saçmalıyorum).
Bu mektubu da tıp ilmine ayırmış olduk. Ha gayret! Sen oradan, ben buradan dümdüz edeceğiz dünyayı.
Sahi "Hakkari'ye gitme" fikrini, yani içerik olarak o yazıda söylenenleri çok sevdim. Avrupalı'nın üçüncü sınıf gördüğü Türkler'in, gene Avrupalı'nın beşinci sınıf gördükleri Hintliler'i, yani ülkelerini ziyaret etme isteğini, "adam yerine konma" psikolojisine bağlarım ben de. İspanya'da, Türkiye'de Bey'i oynayan Alman, İngiliz işçi sınıfının bir başka "versiyonu"."
Hadi hep beraber!
"Avaramu, nıı nı nı nım… Avaramu nıı nı nı nım…"
(Ali, 25 Haziran)
Ali Türkan neler yazdı?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.