Patronsuz Medya

Hadi biraz ısıtalım

Ali Türkan - 10 ağustos 2005  


- İlgün kardeşim'e -

Uşşş Anaaam! Ödüm koptu.

Birden yorulup işi astım bugün. Sabaha da epey var, "önce bi cigara içer sonra bi şeyler okur, okuya okuya uykuya dalarım" dedim. Işığı söndürüp pencereyi açtım ki, haşere dolmasın odaya. Bir de yastık attım pencerenin pervazına. Gel keyfim gel! Hesapta, yorgunluk cigarasının tadını çıkartıyorum. Sen misin bi şeyin tadını çıkartan?

Dolunay değil ama gene de aya benziyor gökyüzündeki. Sigaranın yarısına gelmeden, kurt uluması gibi bir ses duydum. Birileri içmiş, komiklik yapıyor diye düşünmeye kalmadan, kocaman bir şey uçtu burnumun önünde; "n'oluyor lan!" diyemeden, benden başka kimse olmayan odada, biri de ayağıma bastı. Bunların hepsi aynı anda olunca da, ödüm koptu, ödüm!

Tepkimi, erkekliğe krem sürmemek için anlatmıyorum ama acayip tırstım.

Burnumun önünden geçen yarasaydı. Ayağıma basan da, camın pervazından düşen çiçek saksısı. (Uluyan da kendi başını yesin.)

Yazları sıcak ve kurak, kışları da ılık ve yağışlı geçen bölgemden gelen Yusuf sesleri, uyku falan bırakmadığından, aklıma gelen şeylere çala klavye dalayım bari. "Hani ıssız bir yoldan geçerken, hani bir şarkı söyler ya insan; işte öyle bir şey."

* * *

Nerden başlasam acaba?

Madem bu kadar korktum, azıcık sağa sola saldırayım da âlem yiğit görsün. Nasıl olsa, kalıbı da boşluğa yaydık bu sıralar. "Düşmana göster geri çek" ayarı bi cüsse oluştu; boşa gitmesin.

Düşman deyince, aklıma ister istemez Amerikalılar geliyor. Elbette, kültür yoksunu, küstah ve bir eliyle hamburger ziftlenirken, diğer eliyle, taşralı bir aptalın önderliğinde milliyetçilik bayrağını sallayan, embesilleştirilmiş Amerikan halkı değil düşman olduğum. Zaten dünyanın her yerinde, insanlar üç aşağı beş yukarı, bu duruma getirildi.

Düşmanlığım, Nikaragua'da, Vietnam'da, Kamboçya'da, Küba'da falan doğrudan ve dünyanın her yanında sattığı silahlarla, milyonların ölümüne neden olan sisteme, kapitalizme (aynı anlama gelmek üzere, emparyalizme). İnsan beynine yapılan Amerikan usulü saldırılara. Irak'ta, insanların makatına süpürge sapı sokulmasına alışacak ve giderek olağan karşılayacak soğuklukta yürekler yaratma gayretine.

(Düşmanlık da, tıpkı öfke gibi, küpüne zarar verir. Gerçi bizim küpün sırları epey döküldü, göz göz oldu, sapı kırıldı, içine yığınla haşere falan kaçtı ama mal canın yongası işte, bir zaman daha çekecek kahrımı. Kaldı ki, o kadar çok recmedildi ki bu küp, bunun da hakkından gelir. Cilâsı çizilse de, kocaman bir yüreği ve adam gibi, en namuslusundan bir öfkeyi de daha uzun zaman korur. Son zamanların, "kendiyle barışık değil" tarzı, entellektüel susturma aygıtlarına da hiç yüz vermez.)

Bir cep telefonu için bikrini izale ettiren kızları; körpecik ciğerlerine tiner çekip gıdım gıdım ölen çocukları; çocuğuna ayakkabı alamadığı için evine herkes uyuduktan sonra gitmek zorunda kalan babaları; "onlar daha çocuk" diye ciğerini yırtan o anayı; gecenin bir vakti, sokaklarda mendil satan yavrucukları; baklava çalanları; elleri ve gözleri bağlıyken, karakol penceresinden atlayıp intihar edenleri; açlık grevlerinde ölen, sakat kalan bizim delikanlıları; şehit analarını - terörist analarını; körpecik, cansız bedenleri toprağa uzatılıp "aha her şeyin sorumlusu budur" diye fotoğrafı çekilenleri; uçakta ağlaya ağlaya son kez İstanbul'a bakıp "bir ben mi battım sana be!" diyerek memleketini bırakanları sevmişsem, ta şuramda bir şey onlardan yanaysa, onları bu hâle getirenlere de düşman olacağım tabiî.

Ülkesine sahip çıkan, hemen kapısının önündeki sorunlara bulaştığı için, gene okumuşlar tarafından, sığlıkla, kabalıkla suçlanan o gençleri öldüren, hapise atan, yurt dışına kaçıranlara ve yerli işbirlikçilerine düşman olmayacağım da, ben çocukken iki tokat attı diye, babama mı düşman olacağım?

* * *

Yerli işbirlikçiler dedim de, aklıma geldi.

Medya ne âlemde? Evimde internet şeysi yok ve iş arası, "hem bir kahve içer, hem de mektuplarımı okurum" diye gittiğim internet kafelerde, pek okuyamıyorum gazeteleri.

En son, Avrupa terbiyesi almış bir hanımın, "Türkler balık yeseler de o kısa bacaklarındaki, küt gövdelerindeki kıllar dökülse" mealinde bir yazısını okumuştum. Bir de lâfı, "Türkler geri zekâlıdır" a getirmeye çalışan başka birinin, profesör sıfatlı bir Alman denyosunun "Türkler'in IQ'su düşüktür" zırvasına sarılacak kadar dibe vurmasına şahit olmuştum utanarak.

Olağandır bunlar.

Medya, kapitalistlerin elindeki en önemli "belirleme", unutturma ve alıştırma aracıdır. Varlığının yegâne temeli, parayı bastırıp kendisini oluşturan sınıfın hizmetinde olmaktır. Tek tek ve farklı yapıdaki bireylerin oluşturduğu bir sistemden çok, tepede belirlenmiş normlara uygun adamların, sisteme "entegre" edildiği bir yapısı vardır. Tehlike arz etmeyecek miktarda ve hem çeşit olsun, hem de "işte her düşüncede insan var" denilsin diye, farklı birilerine de kapılarını açar. Öyle ulvî düşüncelere sahip, halkı için didinen, memleketini seven insanlardan değil, piyasa ekonomisinin kurallarını kavramış, omurgasız adamlar tarafından işletilen bir çarkı vardır. Sahibinin sesidir.

Herkes aynı kire bulaştığı, aynı terbiyesizliğin nimetini yediği için, durum, aynı yemeklere farklı isimler vererek kurtarılır. Birinin kıllı ayılar dediğine, başka biri lumpenler der. Bir başkası da halkın önemli bir bölümünün aptal olduğunu, dolayısıyla, bu rezillikten halkın sorumlu olduğunu anlatmaya çalışır.

Sahi, gerçekten halk mı sorumlu bu rezillikten? Öyle ya, "bu adamlara" oy verip onları iktidara getiren halk değil mi?

Doğru be! Okumuş çocuklarını Yemen'di, Balkan'dı, Çanakkale'ydi, Kurtuluş Savaşı'ydı, terördü, anarşiydi derken top yemi yapan onlar. Kalan sağları da birer madalya takıp yağ iskelesinde ambar kâtipliğine veya "asıl seferberlik bu" deyip hastanesi olmayan kasabalara hekim; okulu olmayan köylere öğretmen olarak postalayan da onlar.

Falih Rıfkı ve Yakup Kadri gibi vak'anüvislerin Anadolu'yu gösterdiği; savaşın izlerini bir an önce silip hayata atılmak için saf saf memleketi kurtarmaya koşan; kendine, "Sörler Mektebi Mezunu Feride Halkıyla Buluşuyor" süsü vermiş bir de çopur bulup hayat gailesine balıklama dalan; o kasabanın, o köyün kısıtlı imkânlarıyla, Cumhuriyet Rejimi'ni alkışlamaktan ve 10. Yıl Marşı'nı hançerelerini yırta yırta haykırmaktan öteye gidemeyen, gene onlar.

Sonra sonra, at bokundan arpa ayıklayan; tepedeki on bin kişinin, düzeni her değiştirme isteğinde, ön saflarda evlatlarını yitiren; sen Kürt'sün sen de Türk, sen şeriatçısın sen de lâik diye birbirine kırdırılan; giderek emperyalist bir kimlik kazanan ve zaten bu amaçla kurulmuş AB'yi, vıcık vıcık bu zenginler klubünü ülkeme tek alternatifmiş gibi gösterenleri alkışlayan hep onlar.

Buldum! Suçlu onlar gerçekten.

Kapitalistler değil. Emperyalistler hiç değil. Okumuşlar, köşe kapmışlar, "halk bunu istiyor" diye aftik koftik TV programlarını oturma odamıza sokanlar, "abi bana yalayacak bi kıç göster" diye kariyer yapıp "söz sahibi" olanlar, çevresinde bunca rezillik varken kendi "iç dünyasından" başka bir haltla boğuşmayanlar, vatan için kurşun sıkanlar ve sıktıranlar, akla gelebilecek her türlü rezilliğin ucundan tutmuşlar suçlu değil. Onlara iş adamı, gazeteci, yazar, sanatçı -ve anamı ağlatacağı için yazamadığım başka sıfatlar- falan deniyor. Saygı ve kabul görüyorlar.

Bu kıllılar da tutup İslâmcı partiye oy veriyorlar. Başka bir partiye oy verseler, bütün bu rezillikler olmazdı tabiî.

Bir tabureye oturtup ayaklarının yere değip değmediğine bakılmadan ırzına geçilen ve buna da demokrasi diyen, gene onlar. O halk. O dörtte biri ruh hastası olan, balık yerine et yiyen kara kalabalık.

Suçluyu bulduk. Bunlara boşverelim. Bunlar fakir edebiyatı, biz gerçek edebiyat yapalım:

Yakamoz sevinçlerde örselenen çocukluğum, kırmızı bir sevdanın alaca gölgesinde kendini aradı. Sevdamın boz rengi tepesinden, kan kan bir top olup yuvarlandım. Yeşil bir kurt ulumasında, ayağıma basan yarasaya sarıldım. Gökte ay, paylaştı ekmeğini benimle. Vurduğun yerde, sarı bir diken bitti baba. Türküler aktı yanaklarımdan. Ağladım.

diYorum

 

Ali Türkan neler yazdı?

202
Derkenar'da     Google'da   ARA