Çingene'ydi. Öyle "Karmen" operasından fırlamış bir hali yoktu canım; düpedüz insandı.
Siyah saçları beline kadar inerdi. Gözleri ışıl ışıl, onlar da siyah… Bedeninin her yeri "kadın" diye bağırırdı. Boy pos da yerindeydi ha! Domuzuna "açık" giyinirdi. Arada bir kapalı giyinince daha fena olurduk. Ya o yürüyüşü. O bir adım atardı, kalçaları üç kere titrerdi. Bitirim takımının "sakız çiğniyor" dediği durum olurdu yürürken.
Bütün fabrika hastaydık. Yiyecekmiş gibi bakanından tut da, ilgilenmiyormuş pozlarında "ağır" takılanına kadar, her çeşit var. Artık kim nereden duyduysa, iyi giyinen erkeklerden hoşlandığı söylentisi yayılmıştı. O günden sonra işe "kont" gibi gelmeye başlamıştı proleterya. Herkes iki dirhem, bir çekirdek… Yanaklar ayna… Kokular o biçim… "Seninki ne marka" diye parfüm muhabbeti yapılıyor.
İstekler de çeşit çeşit. İşyerinde "malzeme" toplayıp bunca yıllık helâlini mutlu edeninden, iki saatte bir soğuk duş yapanına; aşk şiirleri yazıp derin derin iç çekeninden, "fantaaazilerini" anlatanına kadar ne ararsan var. Hormonlar yerlere saçılmış, üstüne basıyoruz.
Kantinde sandalyeler ona ayarlı.
"Ağır" takılıyorum ya, oralı değil pozlarındayım ama içim gidiyor benim de… Aynı bölümde çalışmadığımız, ilgi de bu kadar yoğun olduğu için, punduna getirip tanışamıyorum da bir türlü… Zaten herkes birbirini kolluyor. İlk "hareket çekenin" anası ağlar. Ağlasın be! Korkum kazanacağım düşmanlardan değil. Bir "hayır" derse, hayali bile kalmayacak; işte bundan korkuyorum. Yoksa tam "ülke batıran" cinsinden. Hani Memalik-i Osmanî senin olacak, "al anam!" diyeceksin de yetmezse komşu ülkelerden biraz daha arazi yağmalayıp ayaklarına sereceksin. Kim kızar Baltacı'ya?
Bir süre yaver gitti şansım. Öğle yemeklerinde hep karşımdaki masalardan birine, yüzü bana dönük oturuyordu. Sonra ne olduysa, sırtını döner oldu.
İşte o günlerde, "rakip" ten saymadığım için olsa gerek, bir kenarda oturan ve ona bakan bir adamın fakına vardım.
Hani Erzincan depreminin olduğu günlerde bir fotoğraf çıkmıştı gazetelerden birinde. Çocuklarını, karısını, annesini, babasını, tüm tanıdıklarını kaybeden bir adamın fotoğrafıydı. Çömelmiş, öyle bakıyordu. Gördüysen, sen de hatırlarsın. İşte o adamın gözlerinde acıyı görmüştüm ben. Öyle böyle değil, gerçek acıyı. Elle tutuluyordu adamın acısı…
İşte, o daha önce farkına varmadığım adamın gözlerinde de gerçek sevgiyi gördüm o gün. O sevdiğine bakıyordu, ben de ona. Farkımda bile değildi. Bakışları bütün gün gitmedi gözümün önünden. Bütün gün huzursuz çalıştım. Eve gittim aynı huzursuzluk. Sürekli "hadi lan, abartıyorsun!" diyordum kendime. Utanıyordum aslında. O kadın için düşündüklerimden, ona yapmak istediklerimden, kirimden utanıyordum.
Ertesi gün o adamın masasına oturdum öğle yemeğinde. Hiç hoşnut olmamıştı ama merakıma yenilmiştim. Kimdi, neyin nesiydi? O günden sonra da haftalarca süren bir dostluk başladı aramızda.
Adı Pavel. Çekoslavakyalı. Yüz otuz kilo çekiyordu kısacık boyuyla. Kulakları duyuyordu ama konuşamıyordu; dilsizdi. Bırakmıştı Pavel. Memleketinde yaşlı bir anacığı vardı; ona para göndermek için çalışıyordu.
Pavel'e kalsa işi gücü bırakıp, elinde kemanı şehir şehir gezecek, kimsenin onu ikinci defa aşağılamasına izin vermeyecekti. Yüz otuz kiloydu ama seksen kilosu yürekti zaten. Kimse o yüreği görmek için çaba harcamıyordu. Oysa bir kere keman çalarken dinlemeleri, bir kere o kadına bakan gözlerini görmeleri yeterdi.
Başlangıçta çok zor anlaştık, "dil" ini öğrenmem de epey sürdü. Elleriyle sevgisini anlattı bana bir kere. Gerek yoktu aslında. Anlatma ihtiyacı işte… Öyle bir kadın anlattı ki bana, ben o kadını hiç bir yerde görmedim şimdiye kadar. Utandım bir kere daha. Artık "Pavel'in sevdiği kadındı o". Ne erkekleri görünce "koketleşen" davranışlarını görüyordum, ne göğüslerini, ne kalçalarını…
İkimiz de biliyorduk olmayacağını. Kadın farkında bile değildi onun. İşyerindeki angutlar da sürekli şişmanlığıyla alay ediyorlardı zaten.
(Bir keresinde çalıştığı bölüme gitmiştim. Yirmi yaşlarında bir it, yanından geçen Pavel'in göbeğini tutup sallamıştı eliyle. Tam üstüne yürüyordum ki, eliyle engel oldu Pavel. O kadar bıkmıştı salaklardan.)
Sonra o kadın, fabrikadaki genç müdürlerden biriyle "çıkmaya" başladı. Fabrikanın otoparkına kadar adamın arabasıyla geliyor, kapıdan ayrı ayrı giriyorlardı. İstedikleri kadar saklasınlar, çabuk duyulmuştu tabii.
Pavel de ortalıkta görünmez oldu. Önce yalnız kalmak istediğini sandım ve aramadım ben de. İşyerine de haber vermediğini öğrenince iyice meraklandım.
Birkaç kere evine de gittim ama kapı duvar, açan yok. Birkaç gün sonra da gazetelere haber oldu dostum. Evden kokular gelince, polise haber vermiş komşuları…
Otuz altı yaşındaydı ve yaşadığı gibi gitmişti bu dünyadan; yapayalnız.
O öleli tam on yıl oldu. Tam on yıl önce bugün almıştım ölüm haberini. Kemancı İsaac Stern'i severdi, o da Eylül'de öldü.
Noolucak ki, gidiyoruz işte birer birer…
Kalanlara selâm olsun.
Ali abim. Sen de gitin. Bir gün kafan esti Berlin'den de gitin. Oldu mu böyle ben de gelecektim İstanbul'a takılacaktık. Sana Berlin'i anlatacaktım. Nalet olsun böyle dünyaya kötüler yine kazandı. Bu dünyada bir iyi abimiz de ayrıldı yanımızdan…
Ali Yeter - 11 Ocak 2008 (21:14)
Ah be Ali Abi, neydi acelen? Biliyorduk zaten herkeslerden yakisikli, herkeslerden daha güzel göcecegini bu diyarlardan… Ama böyle apansiz, ardinda böylesine derin sizilar birakip gitmek yakisti mi sana?
Her gidisinde bir dönüsün olmustu oysaki. Ya simdi? Simdi Dünya biraz daha kücüldü, biraz daha büyüdü karanlik. Yalnizllik istegine eyvallah ama oldu mu böyle eyvallahsiz sivismak?
Bogazimdaki dügümler ellerimi bagliyor, yazamiyorum bile aklimdan gecenleri. Bir yerlerden umarim olsa söyleyecegim birseyler ama ne herhangi bir Güc 'e senin inanmisligin var ne de benim eyvallahim.
Öpüyorum kocaman gözlerinden kocaman kocaman. Inci taneli insanlar, gülyüzlü Ayse'ler ve onurlu yasaminin bir yerlerinde beni de agirladigin icin. Ne mutlu ki bana seni tanidim canim abim…
Haydar Cicek - 12 Ocak 2008 (19:24)
Farkında olmadığımız veya farkında olup umursamadığımız şeyler… İnsanlığımızın ipuçları… Ali Türkan, eksikliğimizi ele veren yazıların sahibi… Ya da sadece ''İnsan Ali''. Umarım gittiğin yer bu dünyanın eksiklerinden yaratılmıştır, Tamamlamaya ihtiyaç duymayasın diye…
Ayhan Dağıstan - 15 Mart 2014 (16:31)
Ali Türkan neler yazdı?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.