Churchill'in ölmeden önce "Tanrım'ı görmeye hazırım. O da beni görmeye hazır mı acaba?" dediği rivayet olunur. Külliyen yalan! Adam, onu birazcık sempatik bulmama neden olan başka bir lâf etmiş ve "her şey çok sıkıcı" deyip ikilemiş bu dünyadan.
Sabahtan beri ben de "her şey çok sıkıcı" diyorum. Vaktim geldi galiba.
Kardeşler! Anadolu'da bir köy mezarlığına gömmeyin beni. Gurbette kakırdayanlara "şehit" der Türk basını. Bu iyi işte. Şehit muamelesi olabilir. Öyle, elbiselerimle gömün anasını satayım.
Gurbet, insanı bazen taklaya getiriyor böyle. En çok da akşamları, ortada hiç neden yokken, melankolik oluyor insan. Memleketim diye, çocukluğunu özlüyor. Öyle salakça şeyler ki…
Sabahtan beri her şey sıkıcı ya, canım yere bir çukur kazıp "karpit patlatmak" istiyor. Ya da "kuka" oynamak. Hatta en iyisi, hepsinden güzeli "atçılık" oynamak. Dünyanın en gerzek oyunudur atçılık. Manavdan alınan sandık ipleri birbirine eklenir, uzayan ipin uçları düğümlenir ve beygir olmaya gönüllü andavallının ense ve koltuk altlarından geçirildikten sonra, "düüeeeh!" komutuyla, koşa koşa sokaklar arşınlanır. Aslında at olan kolay inanan cinstendir. Sıranın kendine geleceğini, kendisinin de süvari olacağını sanır. Ama sıra ona gelene kadar hem beygir, hem de jokeyi yorulmuştur zaten.
Sonra, dut ağaçlarına tırmanmak istiyorum. Düşmek için hem de. Nasıl olsa iflâh olmayacağım için, nedenini bilirim en azından. Koşa koşa eve gitmek, "Kaçak" dizisini seyretmek, Ya da "Falkonetti" den bir kere daha nefret etmek istiyorum. Toni Cordeş'i öldürdüğünde, komşulardan bir teyze "gittiiiii dağ gibi çocuk" diye ağıt yakmıştı da, göz yaşlarını gürültüye getirip akıtabilmiştik (istersen Amerikan emperyalizmi, kültür emperyalizmi diye geyik de var elbet ama çocukluğumda yeri yok bunların).
Ben galiba, aynı çocukluğumdaki gibi, beni sevmeyecek, yüzüme bile bakmayacak kadınlara aşık olmak istiyorum. Şimdiki temascıklara, teğet geçmelere aşk mı derim ben? Asıl aşk, sevilmeyeceğini bile bile sevebilmektir birini. Acı çekmek, acı çeke çeke büyümektir.
(Nietzsche'nin dediği gibi: "İnsanı öldürmeyen her şey, güçlendirir." )"
Balık tutmak istiyorum Köprü'de (niye yaktılar ki köprümü?). Öyle "Şekspir", "Ada" marka oltalarla değil, misinayla. Haliç'e yalın misina dalmalı insan. Yakaladığım balıkları da yeniden suya atmak, kimseye göstermediğim bu "iyilik" le kendi kendime böbürlenmek istiyorum. Florya'da saka tutmak, taklacı güvercinlere bakarken az daha damdan düşmek, damdan düşer gibi ve her köşe başında Nurten'in karşısına çıkmak, koşmayı, Nurten'le karşılaşmak için kendimi paralarken öğrenmek istiyorum."
Her şey sıkıcı. Nurten kaç çocuk annesidir acaba? Hangi ofiste ömür törpülüyordur?
Meşrubat şişelerini satıp sinemaya gitmek istiyorum. Hem de yazlık sinemaya. Üç film birden. Biri mutlaka karate filmi olacak… Ve fırlama tayfası birden alkışa başlayıp bütün sinemaya gaz verecek. Biri de Orhan Gencebay filmi…
Arnavutköy çileği, Çengelköy hıyarı yemek, ağzımı leblebi tozu ile doldurup konuşmaya çalışmak, parktan lâle araklamak istiyorum.
Ne biçim "baş" oynarım bilir misin? Önce bütün misketleri (zıp zıp, muhallebi çocuklarının sözcüğüdür) "ütmek" sonra da hepsini "sebiiil" diye bağırarak daha küçük çocuklara dağıtmak istiyorum.
Ben, galiba, saçımı okşayan bir elin verdiği huzuru istiyorum. Gurbet falan palavra.
Ali'nin yazılarını yeniden okumak çok lezzetli. Okuyup, anıp devam etmeye niyetliydim ama geçemedim. İlle de yazmalıyım.
Ana sayfada son yorumlarda habire adım görünecek ama bunun suçlusu da her okumada değişik zevk veren Ali Türkan.
Son mektuptaki "atçılık" oyunu beni çocukluk günlerime götürdü. "Ah be garip Ali" dedim kendi kendime, "demek siz sandık iplerinden yapardınız yularınızı". Bizim durumumuz fena değilmiş diye düşündüm. Evet biz de harbi geri zekâlı bir oyun olan atçılık oynardık. Beygir olanın saçma sapan bir şekilde zıplar gibi koşması ve aralarda daha da geri zekâlı görünmesine yarayan "ihihihi" seslerini çıkartması adettendi. Biz yular yapacak urgan bulurduk. Hatta bir arkadaşımızın paraşüt ipi dediği ipek gibi çok yumuşak yassı yuları vardı. O gerzek de at olma meraklısıydı. Yularını boynuna kendi geçirip gelir "hadi beni sür" derdi.
Ve Ali; çikletten çıkan ünlüler serisi ile duvar dibi kumar oynadığımızı da bilirsin mutlaka. Unutmuşsundur.
Ahmet Faruk Yağcı - 16 Ocak 2009 (00:10)
Ali Türkan neler yazdı?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.