Merhaba Necdet…
Bir insan neden yalnız olur?
Kendimi hiç bir zaman kimsenin anlayamadığı, "hayatta bir kişi beni anlamıştı, o da anlamamış" mertebesinde bir adam gibi görmedim. Çevremdeki insanları kırmamaya, en azından kırıldığımdan fazlasını geri vermemeye çabaladım. Biliyorum, sevenim çok. Ben de onları severim. Üstelik sevdiklerim uğruna her şeyi yapabileceğimi de bilirler. Ben onlardan fazla bir şey beklemem. Hani kırk yılda bir önüme bir fincan köpüklü kahve koymaları; arada sırada, ben aramadan beni aramaları; ortada hiç neden yokken "ulan iyi adamsın be!" falan demeleri, yeter de artar bile. İnsan olana fazlası zaten gerekli değil.
Ama garip bir şey var yaşamımda. Artık kader mi, tesadüf mü, boktan senaryo mu bilmiyorum ama ne yaşarsam yaşayayım ya hiç, ya fazlasıyla oluyor… Arkadaşlar bir bindiriyor bazen… Allah! Allah! Biri gidiyor, biri geliyor. Sanki ev kapısı değil, turnike mübarek. Hiç birine yetemiyor, sürekli "acaba ayıp mı ettim?" ruh halinde dolaşıyorum. Sonra, ortada neden yokken, hepsi kayboluyor ortalıktan.
Gönül işleri de böyle. Aylarca tırmalıyorum, "tık" yok; sonra bir şey oluyor, haydaaaa, isimleri birbirine karıştırıp yerin dibine giriyorum. Tabii araya anamı ağlatan bir de "büyük aşk" sıkışıyor. Bütün üftadelere yol verip, o büyük aşkla ilgileneyim derken, o da tekmeyi basıyor bana. Sil baştan tabii.
Bugünlerde her şey eksik yaşamımda gene. Kendimi internetin başında birilerinden, ama kimden olursa olsun, mutlaka birinden haber beklerken yakaladım bugün. Şu Messenger zırıltısı var ya, mail geldiği zaman haber veriyor, işte ondan "real.com bilmem nesinden ileti aldınız" haberi geldi ve açtım okumaya başladım.
Siz varsınız da, her bunaldığımda her yenildiğimde kapınızı çalmaktan da utanır oldum artık. Zaten onu da, iletişim tekst düzeyinde diye yapabiliyorum. Hani karşı karşıya gelsek, hep havadan sudan bahsederim. Zaten "ciddi" konuları konuşmadığım için, beni kara cahil sanan yığınla tanıdık var.
Bilmiyorum. Sanırım real.com bilmem neden gelen haberi böyle dikkatle okumak ağır geldi biraz. Şimdi de geçti. Yarın gene gelir, bir süre kalır, sonra kaybolduğunu sanırım, başka bir yerden gelir ve diğerleri
Memleketi özledim be usta! Asıl sorun bu. TV'de Türk dizilerine, arka plandaki memleket görüntülerine bakıyorum sürekli. Belki biraz İstanbul görürüm diye, "Yılan Hikâyesi" adlı diziyi bile kaçırmıyorum. Bizim oraların kızlarını da özledim. E mail'le de olmuyor ki. Sanırım, ateş de başıma vurdu azıcık: -) Eksi on beş bile söndürmüyor.
Bozayı, turşu suyunu, poğaçayı, sabahları ezan dinlemeyi, ezana karışan motor pat pat'larını, Saim abinin sandıkçı dükkânını, kale arkası tribünü, onunla dolaştığımız caddeleri, tespih ipi, çakmak taşı satan, parklarda kaç okka çektiğini tartan "bizimkileri", yoğurt kaymağını, çingene palamudunu, çiçek paşazını, demirciler çarşısını, İstanbul'un sinsi yağmurunu, eski arkadaşları bulup hayal kırıklığına uğramayı, taaa çocukluğumu bilen ihtiyarları, sokak kedilerini, köpeklerini hepsini ama hepsini çok özledim. İşe de boş verdim iki gündür. Evde oturup kendime acıyorum.
Ömer Seyfettin'in "Forsa"'sı gibiyim burada. Hem kahrımdan, hem hasretten geberiyorum.
Bu işin benimle ilgili kısmı…
Gelelim, yediğim bir haltın temizlenmesine.
Hani sana kısa bir not yazmıştım, sen de sayfana almıştın ya. Şu webmaster'likle ilgili olanı… Onu yazarken de, yazdıktan sonra da bir rahatsızlığım vardı. Bana hâlâ ve sen ne dersen de, ayıp gelen bir şeyi yapmıştım. Başkaları ne der, şeyimde bile değil, yaptığın işte, kendi dalında dünyada en önde geliyorsun benim için. Ve ben, sana tutmuş "webmasterlik işinden para kazansaydın" diyorum. Gene derim, keşke kazanabilseydin ama bunu düşünmem bile ne kadar ayıp aslında.
(Şimdi mail'in geldi. O iki yazı olacaktı bir yerlerde, bunun ardından yollarım.)
Bugün loto oynadım. Çıkarsa yırttık: -) Uzun zamandır oynamıyordum, öyle bir his var içimde. Ne güzel bir film çevirirsin o parayla ama: -) Ben de reji asistanına falan yeşillenirim arkadaş kontenjanından (malûm tırmalıyorum gene).
Eyvallah.
Sayın İmlator, "Çiçek Paşazı" gördüm. Gözünüzden kaçtıysa diye size bildireyim dedim. Sitenizde onca yazı okudum. Bu sanırım ikinci imlâ hatasıydı benim görebildiğim. (a-Genelde fark etmiyorum b-Sitenizde gözünüzden kaçmıyor) Diğerinin linkini not almamışım. Geri dönüp okumalarımda rastlarsam yine size iletirim.
İçerik: Çok içli be hani gecenin bu saati için. Hani geç kalmışım Kendisine kalemine sağlık Üstad demeye. Duyar mı ki oralardan?
Sheman - 12 Ocak 2009 (23:29)
Sayın Sheman, o gördüğünüz şey imlâ hatası değil, yazarımızın bilerek yaptığı bir dil oyunudur. Yani o kelimeyi o şekilde söyleyen insanlarımıza verilmiş muzip bir selâm. Yine de duyarlığınız için teşekkür eder, gözünüze çarpan tüm imlâ hatalarını (zarif bir dille) yüzümüze çarpmanızı bilhassa istirham ederiz.
Büdütör - 13 Ocak 2009 (03:09)
Ah çok utandim şimdi. Çok köşeli düsünmüşüm. Yazarımız benim köşeli yorumumu okuyabilseydi keyiflenirdi herhal.
Az Bilir, Çok Ders Verir Eşrafindan…
Sheman - 13 Ocak 2009 (14:23)
Arkadaşlar, bu ne tatlı bir yazışma oldu, içimi açtı bilemezsiniz. Rahmetli Ali Türkan in bu pek sevdiğim yazısına yakışır tatlılıkta, hınzırlıkta ve de saflıkta. Sicacık ve candan.
Bazı şeyleri doğal akışında izlemek, dalgaya almak, serbest düsünmek, kendini kasmamak, rahmetlinin hasletlerindendi. Öbür yandan da yaşadıklarını, ince süzgeçlerde süzüm süzüm süzmek, hassas terazilerde tartmak, zarafet imbiklerinde damıtmak gibi çelişkili bir yolla yoğurup, kıvamına sokardı Ali Türkan.
Kendisine hayran bir okuru olarak, onu yine yadetmek farzoldu yazışmalarınız sayesinde.
Türkçe klavyesiz yazılarımızdan yaka silktığı halde, bunca zamandır gık demeden bize katlanan sayın editörümüzün bu nazik hizmeti için de, çok çok teşekkürler. Sevgilerimle…
Madonna - 13 Ocak 2009 (17:32)
Hımmm, bu Türkçe karakter konusu uzun zamandır kafamı kurcalıyor. Doğrusu "agliyorum, yakami bagrimi yirtiyorum, sik sik sikiliyorum"lar falan pek hoşuma gitmiyor. Yakın bir gelecekte yurt dışından yazanlar için bir tür Türkçe karakter klavyesi yapsam mı diye düşünüyorum.
Ya da Türkçe karakterlerle yazmayanın yorumunu hiç kaydetmeyen birkaç satırlık kod mu eklesem site altyapısına diye…
Biliyor musunuz, Ali Almanya'dayken, yazılarını bazen internet kafeden yazar gönderirdi. Oradaki ecnebî klavyeyi Türkçe yapmayı öğrenmişti. Dahası, her Türkçe karakterin klavyedeki yerini ezberlemişti ve tek bir imlâ yanlışı olmaksızın yazardı yazılarını. "Eti senin kemiği benim, istediğin gibi kırpıp biçebilir, istersen çöpe atabilirsin" diye cevaz vermeyi de ihmal etmezdi.
Şimdi şuraya yazdığı üç cümlelik yorumda bile üç yüz tane hata yapanları gördükçe bunu hatırlıyor ve "yarabbi, sen büyüksün, insanları biz ibret alalım diye çeşit çeşit yaratıyorsun her halde" diyorum.
Bu yorumu da zaten "çeşit" olsun diye yazdım. Sözüm hiç bir özel ya da tüzel kişiliğe yönelik değil. Ortaya…
Büdütör - 13 Ocak 2009 (19:21)
Hiç görmediğim, geçtiğimiz aydan öncesinde varlığından haberdar bile olmadığım Ali Türkan'ı okumaktan, tanımaktan öyle zevk aldım ki anlatamam.
Vefaatının haberini bir Necdet Şen yazısında aldığımda genzimin yanışına, ağlamayı unutmuş iki gözden iki damlanın sakince geçişine şaşkınım hâlâ.
Böylesi bir insanın akıbetinin hayrından şüphe edişimden çok yıpranıyorum düşündüğümde. Adetâ, yazılarında inandığım cennete onu götürecek izler arayıp duruyorum.
Katıldığım ve katılmadığım düşünceleri elbet var. Hayranlık da duymuyorum öyle uzaktan uzaktan. Bu büyük insanlara karşı içine düşülen bir kavranma, kapsanma hissiyatı, ihtiyacı da değil. Sadece, hayalimdeki dünyaya böylesine lâyık insanlardan birini bulmadan kaybetmiş olduğumu hissediyorum.
Hayatın belki en gerçekçi koyan yanı budur. Kendimin bile çok çok seyrek ulaşabildiği bir yanıma bu derece samimiyetle hitâb edebilen birini kaybetmiş olmak sağlam zorluyor beni.
Beni hiç duymayacak birine nedir bu sözler! Ne derece amaçsız bir yazı bu benimkisi!
Sanıyorum, sadece, bu şekilde bir üzüntüye bir ortak ihtiyacındayım. Görüyorum ki, hayat her şeyi yavaşça unutturduğu gibi bu güzel adamı da unutturacak olsa da, bir parçamda bu hatıra ve bu sessiz sedasız hüznü taşıyacağım.
Ruhu şâd olsun be!
Munip Tahsin Muntazam - 30 Mart 2010 (07:20)
Ali Türkan'ı ne yazık ki çok ama çook geç tanıyanlardan biriyim. Bu nedenle kendimi şanssız ama bir yandan da geç de olsa tanımanın verdiği mutluluk hissini yaşamanın verdiği buruk bir duygu durumdayım. O kadar güzel yazılar ki hepsini bir anda okumaya kıyamayıp zamana yayarak okuyup o lezzeti özümseyerek yaşamak istiyorum. Ruhun şad olsun…
Hasan Seyyitoğlu - 20 Ağustos 2010 (15:55)
Ali Türkan neler yazdı?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.