Zor zenaat gurbette yaşamak.
Değişiyor insan. Sorun değil; değişmekten korkanlar düşünsün… Asıl zor olanı yozlaşmamak, şanzımanı dağıtmamak.
İlk iki yıl, yolunu el yordamıyla bulmak ve Almanca öğrenmekle geçiyor. Zaten her şeyin sorumlusu da Almanca bilmemek oluyor bu zaman içinde. Yıllardır burada yaşayanların, onca yılın tecrübesiyle söylediklerine inanmıyorsun. Gördüklerin yetiyor sana.
Heeeyt! Cennet ulan burası!
Sokaklarda istediğin gibi öpüşüyorsun, istediğin yürüyüşe katılıyor, istediğin sloganı bağırarak atıyorsun. İnsanlar uygar, sokaklar temiz… Manitalar uzun bacaklı ve de sarışın… Üstüne mavi, yeşil gözlü, meraklısına koca popolu, iri memeli… Fethederim lan burayı ben!
Görüntünün ardında bir de "öz" olduğu, asıl belirleyici olanın da o öz olacağı, aklına bile gelmiyor.
İstediğin kadar Almanca öğren. Toplumun büyük bir kesiminin seni kabul etmediğini görüyorsun canın acıya acıya… Uzaydan, ne uzayı, Türkiye'den gelmişsin gibi davranıyorlar sana. Her karşılaşmada, her sohbette bu "aidiyeti" hatırlatıyorlar…
Asıl Almanca'yı öğrendikten sonra, "neden sopa yediğini anlayamayan çocuk gibi" yaşama süreci başlıyor.
Büyük şehir çocuğu olman; Batılı bir anlayışla yetişmen; Sartre, Auster okuman; rock dinlemen; new age'den haberdar olman yetmiyor gariban işçi imajından sıyırmaya. Allah'tan "suçlu" hemen gözünün önünde: Pasaportunda "işçi ailesidir, hariçte geçimini temin etmiştir" damgası olanlar.
Her sohbette onlarla "fark"ının altını çiziyorsun bu yüzden. "İstanbul, İzmir başka canım! Tıpkı Avrupa gibi…"
Böylece kabul göreceğine, neysen o gibi görüleceğine inanıyorsun ama o da yetmiyor tabii. Çünkü, içine girdiğin (veya bi türlü giremediğin) toplum, sen buralara gelmeden çoook önce bir rol biçmiş sana kafasında. Onlar için, Orient Express filminde, beyaz şapkalı, şık kostümlü kadının ardından "miss sahip! miss sahip!" diye bağırarak yürüyen, bir "bakşiş" için kendini paralayan o sarıklı hamallardansın.Unutma, damızlık boğalarına "Hasan" adını veren bir kültür coğrafyasının içindesin.
Ve ne yaparsan yap, seni değil, o imajı görüyorlar. Sen de çareyi, onların hayran olduğu, en azından görünüşü sana az çok benzeyen insanlara sığınmakta buluyorsun. Ve "beni İtalyan sanıyorlar" mavrası başlıyor ister istemez. Elinden geleni de yapıyorsun İtalyan'a benzetsinler diye. İstediğin olunca da yanıt hep aynı: "Eee, ne de olsa Akdenizli'yiz hep.
(Bu "Akdenizli" geyiğini, Kuzey Afrikalılar da çok tutuyor.)
Anlamadım! Ne buyurdun? Nereliyiz?
Yok oğlum! Arap'sın sen, Türk'sün! Her şeyine (sen inkâr etsen bile) İslâm kültürü sinmiştir. Zaten seni İtalyan sananlar da, her azıcık esmeri İtalyan, her sakallıyı da babaları sanıyor… Arap ya da Türk olduğunu öğrenince de davranışları değişiyor hemen. Biraz dikkatli baksan, bu kadar kendinle meşgul olmasan, sen de görürsün bunu…
Uzun sürüyor ama görüyorsun da sonunda. Adamı öyle kolay kolay İtalyan yapmazlar burada. O zaman da "köprü" palavralarını alıyorsun repertuarına.
Uygarlıklar arasında köprü ya cennet vatanımız.
"Efendim, acılı analarımıza galat, Anadolu koymuşuz yaşadığımız toprakların adını."
Analarının acılı olmasıyla övünen köprü; fazladan Avrupalı bir de… Neremle güleyim bilmem ki!
Salak bu gâvurcuklar. Sanki ilk defa sen gezdiriyorsun bu sakala bu usturayı. Salak oldukları için de, akıllarına bir sözlük almak ve "Anatolia" sözcüğünün Grekçe'de "güneşin doğduğu yer" yani doğu olduğunu öğrenmek gelmiyor.
Köprü palavrasını hiç mi hiç yutmuyorlar meraklanma! Bu ne biçim köprüdür ki, bir çırpıda dört İranlı ya da Hindistanlı yazar adı sayamazsın, köprünün doğu ayağındakileri batıdaki şehirlere sokmamam için elinden geleni yapar, "İstanbul kebap kokuyor!" diye kıçını yırtarsın.
Ve ne yaparsan yap "malı" da, manitaları da o beğenmediğin, "angut" dediğin köylü çocuklarının götürdüğünü görürsün. Kafana da ancak ondan sonra bazı şeyler "daaank!" eder.
Avrupalı, Avrupalı istediği zaman Türkiye'den gelenini ne yapsın? Elinin uzanacağı mesafede milyonlarca "orjinali" var zaten. Seninle ilişkiye girecekse, önemli olan kişiliğin, eğitimin, düşlerin, dünya görüşün değil, görünüşündür yalnızca. "Egzotik" olman yeter ona. Çünkü çölde yolunu kaybeden "beyaz" hatunun ve son anda kendini kurtaran Arap prensine, onun şahin bakışlarından duyduğu heyecana benzer bir şeyler tatmak ister.
Metro-Goldwyn-Mayer şartlanması. Çaktın mı?
Keşke çakmasaydın. Bunun farkına varınca, en tehlikeli süreç başlar senin için. En koyusundan milliyetçi, en aşağılığından ırkçı, en ucuzundan populist olursun.
Evinin duvarlarından resimler kalkar, halı nakışı gelir; Şiir, Mesnevi, hadi Yunus; sosyoloji, İbni Haldun; sosyalizm de Bedrettin olur… Batı'ya varmak için, Doğu'ya yol almaya başlarsın. Bir nevi "asri zaman Kolumbus'u" olursun yani.
Neden?
Daha önce aklın neredeydi? Muasır medeniyet seviyesinin şekille ilgili olduğunu kim öğretti sana? Kafana zorla şapka oturtanlar mı? Yoksa "evrenselliği" Avrupa'ya mal satmak olarak algılayan "sanatçılar"ın mı?
Dünyanın en büyük imparatorluklarından birini kurmuş, çok değil bundan seksen sene önce üç kıta boyu düşünebilen bir halkın bu kadar köksüzleşmesinin, kökleri Avrupa'nın "tu kaka!" dediği bir kültürde olmasından duyduğu utancın altında hangi psikolojik nedenler yatar?
Nedir bu "turiste ayıp oluyor" sendromu?
Neden varlığının onayını Avrupalı'dan almak zorundasın sen?
Yok canım, neler uyduruyorum böyle! Biliyorum, uygarlıklar arasında köprüsün sen. Ana dilinde her cümleye sekiz "eeeeeööö" sıkıştırsan bile, şakır şakır Grekçe, Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca, efendime söyleyeyim, Hititçe, Frigce, Moğolca konuşur; hat sanatımızın eşsiz örnekleri kadar, Rembrandt'tan da zevk alır; "aslı yok yaylasında bin beş yüz koyunum var" türküsünü, Munch'un "Çığlık" tablosundaki figür söylüyormuş gibi dinler; Tom Waits ve Ümmü Gülsüm'e aynı mesafede durursun…
Ama ne yaparsan yap, her zaman çiğnenen de sen olursun.
Şaşacak bi şey yok. Köprüsün sen.
Hadi everybody: Avrupa, Avrupa duy sesimizi!
(İstanbul'dan gelen üçüncü ıtır da yaşamadı burada. Nedenini bilmiyorum ama oralı çiçekler soluyor burada. Yazıdaki kızgınlık bu yüzden.)
Ali Türkan neler yazdı?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.