Patronsuz Medya

Burada ne arıyorum?

Ali Türkan - 5 Şubat 2003  


Gecenin bir yarısı oldu ve ben ancak oturup iki satır yazacak zaman bulabildim.

Köpekler uluyor. Birazdan susacaklar, biliyorum.

Bir baykuş ötüyor bir yandan. Cümle mahlûkat fazla mesai yapıyoruz işte. Uyanık kalma konusunda hepsine beş basacağım için, ne itlerle ne de baykuşla bir sorun var aramızda; kardeş kardeş kafamı şeydiyorlar gecenin bu vakti.

Radyoda, "haybeden değil, harbiden damar" olduğunu iddia eden bir şey buldum; damardan çakıyor hüzünlere. Peş peşe Müslüm, Orhan, Kibariye

Ve hayatımın en belirleyici sorusu gene dikiliyor karşıma, bu orta boy Trakya kasabasında:

Burada ne arıyorum?

Oysa ne güzel her şey. Sabahları erkenden kalkıyor, az önce sağılmış inek sütüne ekmek doğrayıp kahvaltımı yapıyor, çamurlara veya karlara bata çıka da olsa, mis gibi havayı ciğerlerime çekip yürüyüşe çıkıyorum. Köy evinden bozma, basık tavanlı kıraathanede çayımı içip sobanın yanına sıralanmış ihtiyarlardan hayat hikâyeleri dinliyorum ki, içlerinde dedemi tanıyanlar bile var:

- "Karayollarında şofördü o be yau!"

Doğru. Rahmetli bir zamanlar buraya tayin edilmiş. Mesleğindeki elli yılında tek olumsuz vukuatı da bi eşek ezmekmiş. Bildiğim kadarıyla, eşeklik de eşekteymiş… "Eşeğe bi koydu, eşeğin boku çıktı!" diye anlatmıştı kazayı gören bi arkadaş. Sonra, Necati amca var; o da taksi şoförlüğü yapıyor. "Buranın yollarında dedenin emeği çoktur" demişti.

Yaşlılardan bol bol dedikodu da dinliyorum. Kasaba, ne köy ne şehir olduğu için ve arada kalan her şey gibi sıkıcı olduğundan olsa gerek, herkes dedikoduya vermiş kendini. Hangi ailenin kızı "motor" olmuş, hangi aile servetini bilmem neden yapmış; kimin dedesi "cihan harbinde" Rumları çiçeklerle karşılamış; kimler 34'teki Yahudi kıyımında, buralardan kovulan gariplerin mallarına konmuş, birer birer öğreniyorum.

Kısacası, harika bir yer burası. Memlekete "kesin dönüş" yapıp işsizliğe "güm!" diye toslayınca, tası tarağı toplayıp kapağı bu kasabaya attığım iyi oldu. Hem hayat daha ucuz; hem de temiz hava, bol gıda yani…

Hatırlıyorum, şimdi kaldığım evin olduğu yerde, "gündöndü" tarlaları vardı eskiden. Yaz tatillerinde, buradan biriyle evlenmiş teyzemin evine gelirdik bazen. Ben de o tarlalarda çekirge yakalardım kedim Arap için… Sonra İstanbul'daki evin tahtaboşunda, Arap'a kıyağımı yapardım otla beslediğim çekirgeleri kavanozdan salıp…

Hava limonî. Geldiğimden beri bi poyraz, bi lodos. Bugün de diz boyu kar yağdı. Duyduğuma göre, köy yolları kapanmış bile. İmansız bir de soğuk var; sanırım peşim sıra o da geldi Berlin'den. Rüzgâr boyuna "vuuu, vuuu!" şeklinde "sound effect" yapıyor. Evim de Allahlık bir ev. Her yeri oyuk, delik…

(Yanlış hatırlamıyorsam, Aymatov'un romanlarından birinde, Kırgızistan'daki bir çölde bi demiryolu bilmem nesinde yaşayan bir yazar vardı. Çöl deyince, ööle Sahra gibi değil tabii; kışı sert, karlı falan. İşte o romandaki kahramana çok imrenirdim çocukken. Ne güzel, ıssız ve karlı bir yerde, oturmuş kitaplarını yazıyordu. Al sana ıssız ve karlı bir yer! Sıkıntıdan geberdim bütün gün. Kapıdan bi adım atılmıyor dışarıya. Jack London'ın tersine, medeniyetin çağrısına uyup iki insan göriciim ama sıkıysa çık sokağa.)

Bayat ekmekleri itlere vermek için kapının önüne çıktım, göz gözü görmüyor kardan… İtlerden biriyle aram git gide iyileşiyor. Adını Hasibe koydum. Nedeni yok. Öyle bir Hasibe havası var onda. Bol memeli, dar kalçalı, kimseye "hayır" demeyen "gönlü bol" bir yosma. Mahallenin itlerine biraz Fahriye Abla, biraz da Gradiska'lık yapıyor sanki.

Hasibe'yle aram iyi de, diğerleri pek güvenmiyorlar daha bana. Anlaşılan epey itip kakmışlar hayvancıkları burada. Her sokakta bir sürü; ben böyle sokak iti bolluğu görmedim. Teyze oğluna sordum, çevredeki köylerden getirip buraya bırakıyorlarmış, yolu bulup geri dönemesinler diye. Bir de buradakilerin sokağa attıkları…

Komşular uyarıyor beni: Hayvancıkları böyle beslersem, yakında peşimden ayrılmazlarmış. Ayrılmasınlar be yau! Bayat ekmek karşılığı dünyanın sevgisi. Ya beni ısıran bazı dostlarım gibi, bütün hayatımı serseydim önlerine; o zaman neler yaparlardı acaba?

Aha, köpekler sustu! Baykuşun gece mesaisi devam ediyor daha. Birazdan o da susar. Sonra sabah ezanı… Öğleye de gene salâ verecektir güzel sesli müezzin efendi. Geldiğimden beri hiç sekmedi; her gün birileri ölüyor burada. Bu kasaba, ucuz kömür ve irmik helvası kokuyor.

Baykuş susmuyor bir türlü… Radyodaki "harbiden damar" da öte yandan. İçim karardı be! Kısa dalgada başka numara yok. Orta dalgada Bulgarca bi şeyler buldum ama lâleler komünist propaganda yapmıyor artık. Radyoda "Lili Marlen türküsü" yok yani. Zaten, radyoların da eski tadı yok. Hani, benim yaşımdakiler için tam yaşanacak yer burası ama gençlerin hepsi sıkıntıdan patlıyor. Bütün gün kavede elli bir'e vermişler kendilerini. Geçen gün bi parti oynadık; hepsi umman olmuş Allah'ma. "Partiyi bu köylülere ne biçim yıkarım" şeklindeki büyük şehir çocuğu havamı anında indirdiler.

Pek ilgi duymam ama iki insan görmek için, tavla oynamaya bile razıyım şimdi. Hiç olmazsa Trakyalı bitirimlerin olayları anlatış şekline kahkahayı basar, iki üç uydurma zamparalık hikâyesi dinlerdim. Gecenin bu vakti, televizyonda da şöyle kralından bir Yeşilçam filmi yok ki, biraz oyalanayım. Ne biliym, Kartal Tibet, "çalmayın lan o müziği" diyerek meyhanede hadise çıkartsın veya Murat Soydan, Türkan Şoray'a "güzel olduğunuz kadar küstahsınız da ham'fendi!" desin…

Onun yerine ciyk, ciyk baykuş sesi. Gece yarısı böylesi yırtınan bi hıyara da neden "bay kuş" demişlerse? Nezaketten nasibini almamış deve! Dur ulan, ben de sana bunca yırtınmana uygun bi isim bulmazsam.

Reha nasıl? (Teşbihte hata olmaz; medya eleştirisi falan yapmıyorum. Nerden aklıma geldiyse, Reha oldu işte baykuşun adı. Medya eleştirisi yapacak olsam, hangi gazeteyle daha iyi soba tutuşturulduğunu yazardım da en azından gazetelerin de bi işe yaradığını anlatmış olurdum.)

Sahi, gürül gürül yanan bi sobam var. Şimdilik evdeki eski eşyayı kırıp kırıp kömürleri tutuşturuyorum. Orman yolları açılınca, ufak çaplı bir operasyon yapıp odun ihtiyacımı da gidereceğiz. Yanlış anlaşılmasın. Türkiye'nin çöl olmasına ben de karşıyım. Yerlere düşmüş dalları toplayacağım.

Velhasıl, keyfim yerinde. Kasaba havası yaradı; yanaklarımdan kan damlıyor. Buranın bir de meşhur "manda yoğurdu" var ki, bu ziftlenme hızıyla ve yaptığım hesaba göre, sekiz kuşak müezzin eskitirim.

"Rakı içen öldü de, yoğurt yiyen ölmedi mi?" diye bi türkü var mıydı be yau?

Yorumlar

Ali abi merhaba. "Orta boy trakya kasabası" dedin. Neresi burası? Ben de şu an orta boy bi trakya kasabasında yaşıyorum. Ve eğer uygunsa seninle tanışmayı çok isterim. Selamlar.

Barış Öz - 22 Eylül 2008 (11:06)

"Bazi insanlar vardir hayatlari boyunca yasamazlar. Ne mutlu onlara ki yasamadiklarinin farkina bile varmazlar." Henrik Ibsen

Bu yukaridaki cok sevdigim cümlede bahsi gecenlerden degildi Ali abi, tam tersine bir kisa hayata, bir dolu hayatî sigdirmayi basaran, olmasi gerekenlerden cok daha fazlasinin da farkinda olan.

Trakya kirsalindaki orta boy kasabadan demir alip gideli epey oldu sevgili Ali Türkan,ama ardinda bir yokluk birakmayarak.

Allah rahmet eylesin.

Madonna - 22 Eylül 2008 (21:16)

diYorum

 

Ali Türkan neler yazdı?

150
Derkenar'da     Google'da   ARA