Patronsuz Medya

Sağlıkta dönüşürken ne yana dönelim?

Ahmet Faruk Yağcı - 22 Ocak 2009  


Şu ilk cümleyi bir yazabilsem gerisi gelecek. Ama ah, o ilk cümle yok mu?

Milyon kere yazar silersin. Kendinle tartışırsın. Konuşursun. "Oğlum, ucu sana dokunduğu için ters düşünüyorsun" diyerek kendini yargılarsın. Paragraflar yazar, silersin. Elmanı ısırdığında klavyeye düşen küçük damlalara sinir olursun. Sıkıntıyı içinden atmak için yazmanın gereğini de bilirsin. Zihninde kısa bir atarsın. Derken, sözcükler ekrana dökülmeye başlar, sözün arkası gelir.

İlk sorumu soruyorum: Sağlık bakanının güler yüzü tanı koymaya yeter mi?

Yalnız, bir ayrıntının altını çizmek isterim: Yazdıklarımı bir hekim, özel sektörde çalışan bir hekim olarak kaleme aldığımdan eksiklerim çok olacaktır. Tamamen öznel, araştırmaya değil kişisel gözleme dayanan görüşlerimi aktarmaya çalışacağım. Sıkıcı olmamak adına tertibe düzene imlâya üslûba falan boşverip çalâkalem gidebilirim. Öyle olursa, affola.

Konumuz; sağlık sisteminde yapılan düzenlemelerin işleyen ve aksayan yönleri. Önce bu dönemde yapılanların olumlu yanlarından bahsetmek isterim.

Bunlar olumlu yönler

1. Aile hekimliği projesi ile hekim hasta yakınlaşması sağlandı. Aile hekimlerinin ortak laboratuvarlar kurarak hastane kapılarına giden hasta sayısını azalttıkları bir gerçek. Ülke çapında yaygınlaştığında birinci basamak sağlık hizmetleri belli bir temele oturabilecek. Sevk zincirinin işletilmesi ise halen çok zor görünüyor.

2. Sosyal güvenlik sistemi içerisindeki hastaların ilâç alma kuyruklarında kalması engellendi. Eczanelerin tamama yakını devlet ile anlaşma yapmış olup hastaların ilaca ulaşması son derece kolay hale geldi.

3. Özel hastanelerle yapılan anlaşmalar ile hastaların hizmet alma çeşitliliği sağlandı.

4. İşleyen bir ambulans sistemi var.

Bunlara söz edilecek olursa ayıp olur. Lâkin sistemin işleyişindeki problemler ve bedellerinden de bahsetmek gerek.

Bunlar da aksaklıklar

Söz buraya geldiğinde yedi fareden bahis açmalı. Bizim yedi faremiz halka şeklinde dizildi. Hepsi bir öndekinin kuyruğunu ısırmakta, canı yanan hem hızla koşmakta ve hem de kendi önündekinin kuyruğunu daha bir hırsla ısırmakta. Halka şeklindeki sistemimizde sürat biteviye artmakta. Halkanın parçalanma ve farelerin dağılma zamanını tahmin etmek zor.

Sosyal Güvenlik Kurumu çatısı altında birleştirilen SSK, Emekli Sandığı ve Bağ-Kur üyeleri son iki senedir özel sağlık kuruluşlarından hizmet alabilmekte. Devlet her muayene ve tıbbî girişim için bir fiyat tespit etmiş olup, bunu ödemeyi taahhüt ediyor.

Sistemin ilk zamanlarında muayene ücretleri ile devletin ödediği arasındaki fark hastadan alınıyordu. Bu fark, gidilen sağlık kuruluşunun niteliğine bağlı olarak sembolik bir rakamdan astronomik rakamlara kadar değişebiliyordu. Bu durum maddi durumuna göre hastanın aldığı hizmeti çeşitlendirmekte ve seçenekleri arttırmaktaydı. Özel sağlık sigortası olanlar SGK'dan herhangi bir talepte bulunmuyor, istedikleri özel hastanede hizmet alıyorlardı.

2008 Temmuz ayından itibaren ise ülkenin her yanında SGK ile anlaşması olan sağlık kuruluşlarında fark alınmasına sınır getirildi. SGK, hasta ve işlem başına kendi ödeyeceği maksimum fiyatın %30'u kadar fark alınmasına izin vermeye, aksini yapanları cezalanmaya başladı. Hasta başına tahlil ve tetkikler dahil maksimum otuz lira ödeniyor, hastadan da maksimum dokuz lira alınabiliyor. Toplam rakam Türk Tabipler Birliği'nin tespit ettiği minimum muayene ücretinin yarısından da aşağı. Özel sağlık kuruluşlarına sistemin dışına çıkma şansı tanındı, ancak bunu göze alabilen fazla kuruluş olmadı.

Devlet hastanelerinde performans uygulaması başlatıldı. Hekimler belli puanları elde edebilmek için cehennemî hızda çalışmaya itildi. Döner sermaye gelirlerinin düşmemesi için idareciler hekimlere "az tetkik istemeleri" baskısını yapmaya başladı. Tahmin edilenin aksine, hastanelerde kuyruklar azalmadı, aksine hastane ziyareti yapan kişi sayısı ve ziyaret sıklığı kat be kat çoğaldı. Performans arttırmak için bütün hastalar en az bir kez kontrole çağrılmaya başlandı, bu da kalabalığı katladı. Randevu sistemi sorunlarından kurtarılamadı. Altı dakikada bir dahiliye hastası bakan hekimin faydası sınırlı oluyor haliyle.

Farkındayım, çok sıkıcı oldum. Şimdi zevkli kısımlar geliyor.

Kazandibi

Aklıma gelmişken siz hiç dibi tutmuş sütlaç tenceresi sıyırdınız mı? Deli bir lezzet. Bulursanız kaçırmayın derim. Pirinci kıt olmasın. Sütüne su katılmış olmasın. Bir yere dağılmayın. Bu yazının da lezzetli kısımları dipte.

Sen madem ki bizim aldığımız farka narh koyarsın yüce devletim, biz de biliriz ne yapacağımızı. Sen balyadan haber ver. Öncelikle kapımıza gelen her hastayı mutlaka bir ikinci doktora yollarız. Az maz demeden o da emmiş olur memeden. Bir problem çıkan hastayı da her 15 günde bir kontrole çağrırız.

"Hop bir muayene daha yazın, devletim ödeyecek, abime bir de nöroloji yazın, nasıl olsa devletim ödüyor."

Eskiden kapıdan girip kime muayene olacağını ve ne kadar para ödeyeceğini bilen hasta şimdi doktorlar arasında gezip durmuş, kime ne?

Hesap ortada: Bir sene önce devlet muayene başına 16 lira verip üzerine karışmazken yılda iki kez gelip devlete 32 liraya mal olan hasta şimdi bir senede en az 10 (evet on) kez hastaneye gelip devlete 300 (üç yüz) liraya mal olmakta. Kendi cebinden de 90 lira gitmektedir. Kârlı bir hesap değil mi? Bütçe açığının en az altı milyar doları da sağlık ile ilişkili olarak oluşuyor.

İşte böyle vehbinin kerrakesi; devlet hastanesi olsun, anlaşmalı özel kuruluşlar olsun hepimiz devletin cebine gözümüzü dikmiş durumdayız. Devletim sezaryen ameliyatına 270 lirayı uygun görmüş, "90 lira da aileden alın" demiş. "Bıçak parası alanı döverim, ekstra para isteyene şaplak geliyor" demiş.

Tıp camiası da bir söz dinlemiş bir söz dinlemiş ki anlatamam. Halkım da ucuz etin yahnisi dememiş, yemiş. Mahalleden toplu olarak gelen hanımlardan kolesterol değerlerini bilmeyen, şekerine baktırmayan, kemik ölçümüne girmeyen kalmamış. Nasıl da mutlu bir görüntüymüş bu, nasıl da seçim kazanırmış.

Ama…

Miniminnacık bir problem varmış.

O problem de teşhis koymanın hemen hemen imkânsız hale gelmiş olmasıymış. Maksimum hasta sayısına ulaşmaya çalışan hekimlerin kafası her daim şişmiş, bedenleri hep yorgunmuş.

Özel sağlık sigortası olanlar bunu anlaşmalı hastanelerde kullanmayıp yükü SGK'ya yıkar olmuş.

Bir kısım işletme de personeline özel sigorta yaptırmamaya başlamış. Bir sene sonra sigorta şirketleri de sıkıntıya girecek gibiymiş.

Sağlık hakkını tabana yayma iddiasında olan bir sistem, bütün sağlık kuruluşlarını aynılaştırmış. Elini cebine atmaktan çekinmeyenler dışında kahir ekseriyet nereye giderse gitsin kuyruklarda yıpranır olmuş.

Öyle işte…

Mesleğe başladığım 1986 senesinde sağlık ocağında çalışırken farkettiğim gerçek halen geçerli. Sağlık hizmeti yapma iddiasındaki idareler hekimi hastaların önüne atar ve çekilirdi. Şimdilerde sağlık kuruluşlarına da bunu yapıyorlar. Gerçekten parasız sağlık hizmeti alması gerekenlerin de bunu edinmesini zorlaştırıyorlar. Yüz kadar özel hastane batmış, sigorta şirketleri zor duruma düşmüş, önemli değil.

Son bir senede doğru dürüst sağlık hizmeti aldım diyenler beri gelsin. Cümleye de "ama az para verdim" diye başlamadan ama.

Baştan söyledim, benim penceremden görünenler bunlar. Daha olumlu şeyler görenler buyursun anlatsın. Ne demiş eskiler? Barika-i hakikat, müsademe-i efkârdan doğar.

Yorumlar

Yıllardır sağlık sistemi orasından burasından çekiştirilip durur. Yapılan hiç bir düzenleme tüm kesimlerden geçerli oy almaz. Birinin memnun kaldığını diğeri beğenmez. Berikinin karşı çıktığı bir uygulamaya başka bir kesim bayılır.

Merak ediyorum, bir doktor olarak, hastalarını darphane gibi gören meslekdaşlarınız hakkında ne düşünüyorsunuz? Sağlık sektöründe dönen rantlar hakkında da yazı yazacak mısınız?

Sağlıkçı - 22 Ocak 2009 (18:10)

Ben tamamen öznel bir durum tespiti yaptım. Objektif olma iddiam kesinlikle yok. Aklım erdiğince iyi olan şeyleri de zikretmeye çalıştım. Sistemin içinden bakan bir göz olarak anlattım. Eksiğim çoktur ancak o dediğiniz "beğenmez"lerden değilim.

Meslektaşlarım açısından asla koruyucu olmadım. Vicdan ve izan sahibi bir hekim olduğumu iddia edebilirim. Meslek hayatımda en çok önemsediğim işlerden birisi de hastaları "o tip hekimlerden" korumaktır.

Az daha ileri gidelim; kendimce hekimler hakkında belli ölçüler geliştirmiş bulunuyorum.

1. Odasına girdiğiniz hekimin katıldığı kurs ve kongrelerin belgeleri çerçeveletilmiş olarak bir duvarı kaplıyorsa.

2. Hekimin kartviziti renkli, gösterişli ibarelerle dolu ve ünvanlardan geçilmiyorsa. Kartvizitte yaptığı işlemler (lazerle basur tedavisi) de basılı ise. Mezun olduğu yabancı üniversite yazılı ise.

3. Hekime ulaşmanız için çok gayret sarfetmeniz gerekiyorsa.

4. Hekim, medyada çokça boy gösteriyor ve zaman zaman "enteresan" iddialarda bulunuyorsa. Korkutan öngörüleri varsa. Arka sayfa manşeti (meme kanseri can alıyor) yanında sırıtıyorsa.

5. Hekiminiz siz sormadan yapılacak işlemin bedeli üzerinde konuşmaya başlıyor ve size içinde mutlaka kendisinin de olduğu alternatifler sunuyorsa.

6. İlle de kendi istediği tomografi, MR, laboratuvar merkezine gitmenizi istiyor, başka yerleri beğenmiyorsa.

Kaçın!

Ahmet Faruk Yağcı - 22 Ocak 2009 (21:22)

Efradını camî, ağyarını manî…

Aslında kıymetli Yağcı'nın yazısı yukarıdaki tamlamaya ne kadar uyuyor bir bilseniz.

Bir Sağlık Profesyoneli olarak; "İnsani ölçülerde" hekimlik yapmak isteyen hekimlerin ve aynı düşünceyle hastasına hizmet veren Hastanelerin bu sistemle bir kenara itildiği, en nihayetinde bir işletme olan hastanelerin ayakta kalmak için aklın almadığı yöntemlere başvurulduğu bir sisteme doğru DÖNÜŞ var gibi geliyor. Yani Sayın Yağcı, ne yana döneceğimiz aşağı yukarı belli gibi.

Aslında Sağlık Bakanlığı'nın da bildiği, tüm sağlık camiası tarafından da dile getirilen birkaç uygulama hayata geçirildiğinde emin olun başta hekimler olmak üzere hem hizmet veren hem de hizmet alan mutlu olacaktır. "Efendim, sistemi suistimal ediyorlar" diye herkesi suçlu ilân edemezsiniz. Sağlık hizmetini hakkaniyetli olarak veren ve Devleti Sömürmeyen hastaneler de mevcut. Eğer bu şekilde bir sistemle tüm hastaneler aynı kategoride olursa birileri de bu sistemi delmek için elinden geleni ardına koymaz.

Misal olarak;

1- Hastadan alınan fark ücreti, belli sınırlar çerçevesinde serbest olmalı. Böylelikle serbest piyasa kaideleri geçerli olacak hasta, iyi hastane ve iyi doktoru kendisi bulacaktır.

2- Devlet bütçe açıklarının en tepesindeki Sağlık giderlerine bir çare bulmuş olacak ve satın alma fiyatlarını daha da aşağıya çekebilecektir.

3- Hasta 5-6 dakikada, daha konuşmaya başlamadan muayene bitmeyecek, hem hasta memnun hem hekim memnun olarak ayrılacak.

Sistem bu şekilde devam ederse;

1-Hiç bir hasta TEDAVİ OLAMAYACAK. Yani sürekli hastaneye gelmesi sağlanacak.

2- 9 TL ile her şeyi yaptırabileceğini düşünen birçok kişi problem olmaya devam edecek. Aynı zamanda da beklediği hizmeti alamayacak.

3- Doktorların güvenirliliğini ayaklara düşüren bu uygulama, hastanın kaliteli sağlık hizmeti alma hakkını da sınırlandırmış olmaktadır.

Aslında daha yazacak çok şey var ancak sanki yorum değil de yazı gibi olduğundan burada bir nokta koymakta faide görüyorum.

Hüseyin Yavuztürk - 13 Şubat 2009 (11:20)

Cuma akşamları iki tane zevkim var. Birincisi, TGRT FM'de (93. 1 - İstanbul) saat 19. 50 ilâ 20. 50 arası yayınlanan "Doktor" adlı radyo programı. Tabii ki Ahmet Faruk Yağcı üstadımız sunuyor. Diğeri de o biter bitmez CNBC-E televizyonunda başlayan ER dizisi. O da bir Acil Servis dizisi. Tiryakisiyim.

Her iki programı da kaliteli bir şeyler arayanlara hararetle tavsiye ederim.

Deditör - 2 Nisan 2009 (11:32)

"Vicdan ve izan sahibi bir hekim olduğumu iddia edebilirim."

Bu sözlerinize aynen katıdığım gibi ben de bir kaç şey ilâve etmek isterim:

Mesleğinizde son derece başarılısınız, teşhisiniz çok kuvvetli, gerekmedikçe fazladan tetkikler istemezsiniz, hastaya lafı dolandırmadan açık ve net konuşursunuz, öyle güven aşılamışsınız ki, sizi görmek bile hastaya moral verir. İyi ki sizi tanımışım ve dolayısıyle benim ve çevremin çok değerli doktoru olmuşsunuz. Edebiyatçı yanınızı bilmiyordum, yeni öğrenmiş oldum, yazılarınızı beğenerek okudum, her alandaki başarılarınızın artarak devamını diliyorum…

Ayrıca radyo programınızı da şimdi öğrendim, sabırsızlıkla cumayı bekleyeceğim…

İclal Arpınar - 13 Nisan 2009 (15:47)

Aslında probleme yaklaşımın yanlış olması, çözümün kendisini sorun haline getirebiliyor bazen. Şu an yaşanan 'dönüşüm' muammasıda biraz böyle bir şey. Probleme yaklaşım, problemi çözmekten ziyade probleme 'çözüm hizmeti satın alma' mantığıyla olduğu ve hizmeti satın alan da devlet olduğu sürece buna herhangi bir bütçenin dayanması zaten olanaksızdır. Ya bir süre sonra satın aldığınız hizmetlerde çeşitli kısıtlamalara gitmeye çalışırsınız ya da talep daralması oluşturmak için 'fark' adı altında yükü bir miktarda vatandaşın sırtına bindirerek açığı kapatmaya çalışırsınız. Neresinden bakarsanız bakın özellikle de sağlık gibi bir alanda hizmet satın alınarak bir yere varılacağına inanmıyorum.

Peki nasıl olmalı? Benim naçizane kabaca bir kaç önerim olacak;

1) Olaya hastalıkları tedavi etme mantığıyla değil koruyucu hekimliği ön plana çıkararak bakmak lâzım. Aile hekimliği sistemi bu amaca hizmet edebilecek güzel bir adım. Aile hekimlerinin yanına sadece bir personel verip sorumlu olduğu nüfusun neredeyse tüm sağlık problemlerini onlara yüklemekle ve onları kendi kaderlerine terketmekle olmaz. En az bir personel daha verilmeli ve her aile hekimi yılda en az bir kez 15-20 gün sürecek olan bir eğitime alınmalı. Bilgileri sürekli güncellenmeli. Aile hekimine uğramadan sevk olayını kaldırmalı. Aile hekimini o hasta için referans hekim yapma çabası olmalı.

2) İkinci ve üçüncü basamak hekimlerinin kafalarındaki tüm maddî soru işaretlerini kaldırmak için performans sistemine son verilmeli. Herkese sabit ve kabul edilebilir bir maaş verilmeli. İkinci ve üçüncü basamak hekimleri ile aile hekimleri arasında sürekli bir iletişim ve işbirliği sağlanmalı.

3) TUS da Aile hekimliği ve Acil Tıp branşlarında mümkün olduğunca çok kadro açılmalı ve adım adım hastane acilleri Acil Tıp uzmanlarına bırakılmalı.

4) Her hastanın elini kolunu sallayarak üniversite ve eğitim hastanelerine gitmesi engellenmeli. Acil bir vaka olmadığı sürece sevkleri aile hekimi yapmalı.

Necmi Demir - 5 Şubat 2010 (15:11)

Bugün sohbet ettiğim yaşlı bir doktorun söylediklerini aktarmak istiyorum:

"Doktorluğumun ilk yıllarında kolesterolün üst sınırı 300 idi. Daha sonra bu sınır 260'a düşürüldü. O sıralarda ne hikmetse birtakım kolesterol ilâçları da piyasaya sürülmeye başlandı. Rekabet kızıştıkça, bu sınır 240'a indirildi. Şu sıralar 200 cıvarında. Artık kolesterol ilacı kullanmak neredeyse standart hale geldi. Geçenlerde ben de ölçtürdüm, 200 çıktı, doktor arkadaş hemen ilâç yazdı. Kullanmadım."

Aynı doktor şunu da söyledi:

"İlaçların son kullanma tarihi aslında üzerinde yazandan aşağı yukarı bir yıl daha fazladır. Ama ilâç firmaları -nedense- bu zaman aşımını bir yıl önceye alırlar. Çöp kutuları zamanı geçti diye atılmış ilâçlarla doludur."

Yorum yapmıyorum.

Tababet - 5 Aralık 2010 (21:09)

diYorum

 

Ahmet Faruk Yağcı neler yazdı?

88
Derkenar'da     Google'da   ARA