Patronsuz Medya

Halil Rıfat Paşa

Ahmet Faruk Yağcı - 11 Aralık 2010  


Meslek hayatımın önemli bir kısmı evlerinde ziyaret ettiğim yaşlı ve yatalak hastalara bakarak geçiyor. Selimpaşa'dan Gebze'ye kadar hemen her semtte zaman zaman ev ziyaretine çağrılıyor olsam da çoğu hastam çalıştığım yerin cıvarında oturuyor.

Şişli, Kurtuluş, Feriköy başta olmak üzere Gayrettepe,Levent, Etiler, Maslak, Kağıthane ve biraz da Kasımpaşa belli başlı ev ziyaret yerlerim.

Mesleğe başladığım 1986 yılından bu yana gözlediğim hadiselerden birisi insan ömrünün giderek uzuyor olması. Yetmişli yaşlara ulaşmış insanlara o vakitler gıpta ile bakarken şimdilerde hemen her evde bir doksanlık teyze ya da nadiren doksanlık bir amca görüyorum. Kimisi çok iyi şartlarda bakılıyor. Hastane yatağı, acil ilâç çekmecesi, tam günlü bakıcısı, belli aralıklarla gelip sondasını değiştiren hemşiresi ve aylık ziyaret eden doktoru ile ahir zamanlarını kraliyet hükmünde geçiriyor. Kimileri daha mütevazı şartlarda. Temel ortak özellik ise ailelerin iyi niyeti ve büyükleri için çırpınır tarzları.

* * *

Halil Rıfat Paşa'nın hayatı tam bir başarı öyküsü. Selanik doğumlu olan ve bürokrasinin en alt kademesi olan tahrirat katipliğinden başlayıp sadrazamlığa kadar yükselen bu zat 1827 ilâ 1901 seneleri arasında yaşamış. Sivas ve İzmir valiliklerini müteakiben 1895 yılında Sadrazam olarak atanıp iyi huyu ve çalışkanlığı ile kendini belli etmiş, 1901 deki ölümüne kadar da vazifesini sürdürmüş. Dahiliye nazırı iken başlattığı Darülaceze projesini sadrazamlığının ilk yılında bitirip hizmete açmış.

Merkeziyetçi idare biçimi ile ün kazanmış Sultan II. Abdülhamid ile son derece uyumlu çalışabilmiş olan bu sadrazam adına İstanbul'un orta yerinde kurulmuş bir mahalle var. Üstün gayreti ile kuruluşunda öncü olduğu Darülaceze'nin hemen yanıbaşındaki mahalle.

* * *

Bu kadar kitabî bilgi yeter. Halil Rıfat Paşa Mahallesi, bir yanı Piyale Paşa bulvarına, diğer yanı Darülaceze Caddesi'ne bakan ve bahçeli evlerden müteşekkil olan bir nadide mevki. Sokaklar geniş, evler iki ya da en fazla üç katlı müstakil kooperatif evleri. İETT işçileri ile liman ve dok çalışanları tarafından 1960 senelerinin başında kurulmuş. Hemen her ailenin komşusu ile hemhal olduğu, gösterişsiz bir yaşama alanı oluşmuş. Bahçelere dikilen meyve ağaçları yıllar içinde kocaman olmuş. Kimileri evlerini elden geçirebilecek imkânı bulmuş, kimileri ise kurulduğu hali ile koruyabilmiş.

Tamama yakını insana zevk ve genişlik hissi veren bu evlerde hayatının son zamanlarını geçirmekte olan yaşlılar var. İstanbul gibi büyük bir kentin merkezinde bahçesinde domates yetiştirip kedi-köpek besleyebilmenin güzelliğini yaşamış insanlar bunlar. Yaşama bağlı, az ile yetinen, güzel bakışlı nadide insanlar.

* * *

Bu mahallede ilk hastama 1993 senesinde gittim. Karşılanışımdan uğurlanışıma, renkli gözlü pir-i fani teyzeye, ak saçlı kızına, damadına ve gelip beni inceleyen tekir kediye kadar her ayrıntıyı hatırlıyorum. Zatürre olmuştu, ateşten saçmalıyordu. Soğuk uygulama yapıp antibiyotik başlamıştım. Ertesi güne toparlamıştı.

Teyzemiz bir on sene daha yaşadı. Ayaklanıp hastaneye muayeneye bile geldi. Her karşılaşmada güzel sözler söyledi dualar etti.

Devam eden yıllarda mahallede hemen her sokağa, her sokakta da birden fazla eve defalarca girip çıktım. Bir eve gittiğimde mutlaka başka bir evin camından bana seslenen, çaya davet edenler oldu. Sevilmenin ve sayılmanın gururunu bu semtte yaşadım. Özellikle eskilerin komşularının her derdini yakından takip ettiği bu civarlarda ben de dokunun bir parçası oldum. Öyle ki tanıdıklarla karşılaştığımızda mahalledeki ihtiyarlardan ve ahirete intikal edenlerden bahsettiğimizi farkettim.

* * *

Son dört senede hızlanmak kaydı ile ikibinli yılların başından beri mahallede bir imar hareketi var. Önceleri üç sonraları dört katlı lüks apartmanlar mahalleyi işgal etmeye başladı. Hepsi güzel renkli, modern camlı, Fransız balkonlu havalı yapılar. Daire fiyatları çok yüz bin dolarlar ile ifade ediliyor. Semt mutenalaşıyor. Yerseniz tabii. Aslında o asude havasını kaybedip paranın sözünün geçtiği bir yer halini alıyor. Ortada büyük bir rant var. Sekiz daire olsa dairelerin dördü mal sahibine verilse bir anda milyon dolarlık servete konulmuş olunuyor. Ailenin çocukları lüks dairelerden ikisine yerleşiyor, yaşlılarını yanlarına alıyorlar güzel kira geliri ile akıllarından geçmeyecek bir konfora kavuşuyorlar.

Aslında genel geçer mantık ile bakarsanız mutlu son hikâyesi bile denebilir buna. Zamanı gelen binalar yıkılacak, yerine çağa uygun yenileri yapılacak mal sahipleri zengin olacak. Sobalı, çatısı akan, toza toprağa açık evlerden tertemiz evlere geçilecek.

* * *

Severek takip ettiğim ve düşünce tarzını örnek aldığım Ferhat Kentel sosyolojik olayları konuşurken, zor izah edilen durumlarda 'tam da öyle değil' diyerek konuyu farklı boyutlara taşır. Kendimizi tanımlamaktan ya da insanları anlamaktan tutun da insanî ilişkilerimizdeki açmazları anlatmaya kadar onlarca konuda ben de 'tam da öyle değil' diyerek açık kapı bırakırım.

İşte mahallemizdeki mutlu son da tam bir mutlu son değil. Özellikle yaşayacak zamanının az kaldığını düşünenler için hayatın tadı tuzu kaçmış halde. Geçenlerde hastaneye testlerini yaptırmaya gelen bir yaşlı hanım, komşusunun bahçesindeki inşaatı kast ederek 'elma ağacı da kesildi' diye yakındı. Bir diğeri müteahhitlerin evi vermesi için sıkıştırdığından bahsetti. Sonra da kedisinin apartmana alışamayacağını anlattı. Bir hastamın oğlu da inşaatlar başladıktan sonra mahallenin asla eskisi gibi olamayacağını anladıklarını söyledi. Üzüntülü bakıştık.

Bugün ziyaretine gittiğim hastamın kızı ile arka bahçeye bakan mutfaktaki masada oturup reçete düzenliyordum. Dışarıdan bir inilti geldi. Ev sahibesi camı açarak köpeğe seslendi ve ona yiyecek attı. Ayağa kalkıp bahçeye baktım. Kahverengi ıslak bakışlı bir köpek kuyruk sallayarak atılanı yiyordu. En fazla seksen metrekarelik bir bahçe. İki kapılı, kiremit çatılı bir kömürlük. Erik, elma ve defne ağaçları. Yer yer kelleşmiş çimler. Bahsettiğim köpek ve bir siyah beyaz kedi. Yanda sarılı kahverenkli boyası ile bitmiş bir apartman. O inşaattan kömürlüğün çatısına ve bahçeye dökülmüş harç ve boya izleri hemen göze çarpıyor.

İçim eziliyor. Bu mahallenin kedileri, köpekleri, bahçe duvarına dayanarak sohbet edeceğim orta yaşlıları, duvarın dışına doğru dalları sarkmış meyve ağaçları, dar girişli iki katlı sevimli evleri ve hepsinden önemlisi tarihe tanıklık etmiş kibar ihtiyarları bir süre sonra olmayacak.

Ben, sırtımda çantam mutat cuma gezilerimi yaparken nasıl ki çocukluğumun geçtiği Fatih-Çarşamba semtine zaman zaman yolumu düşürüyorsam buraya da uğrayacağım. Ömrüm yeterse son kooperatif evini de uğurlayana kadar.

İnsan dediğin 'yek katre hun, hezar endişe' (bir damla kan, bin endişe) demiş eskiler. Buna hatıraları da eklemeli. Ötesi yok.

Yorumlar

Doktorum, ellerine sağlık. Bu soğuk kış gecesinde çok ama çok iyi geldi. Peyami Safa'nın Fatih-Harbiye ile Bahaeddin Özkişi'nin Sokakta romanı hatırıma geldi. 1940-60 esintisi yaşattı. Devamını bekleriz.

İrfan Atasoy - 12 Aralık 2010 (00:55)

Rastlantı sonucu bugün tanıştım "Derkenar" ile. Bir iki Necdet Şen yazısı okudum… Tek kelimeyle harikâ. İnanın yağcılık olsun diye söylemiyorum, şimdi de Ahmet Faruk Yağcı filân derken, arkadaş bana bugüne kadar böylesi hazinenin varlığını söylemeyen edebiyatçı dostlarıma çıkıştım. Evet, gerçekten de yazı'yı çok seven biri için "Derkenar" ile buluşmak büyük ikramiye… Ve bu pazar benim için oldu en mutlu "pazar". Heyecanımı mazur görün, daha sık görüşmek umuduyla saygılar.

Macit Cününoğlu - 12 Aralık 2010 (12:54)

Doktorum çok teşekkür ederiz… Acaba, şehirleşme fantazisinin karmaşık yaygınlşması, niçin yalnızca binalarla sınırlı kalmayıp da hane içine sirayet ediyor ki? Sanırım diğer değişkenler artık sabit değil…

Ufuk Karcı - 17 Aralık 2010 (20:02)

Afyon'da ilk oturduğumuz apartman, o zaman (1966) oraların en yüksek binalarındandı. Dört katlıydı. Ön bahçesinde, biz çocuklar dahil herkesin "Mustafendi" diye çağırdığı, apartman görevlisi ve bahçıvan Mustafa amcanın marifeti ile her daim çiçekler açardı. Karanfiller, aslanağızları, hercai menekşeler, hatmi çiçekleri, nergisler, şebboylar, akşam sefaları arasında oynarken zaman zaman bahçeye zarar verir Mustafendi tarafından kovalanırdık. Çiçeklerin diplerindeki solucanlar oyuncaklarımız arasındaydı. Arı sokması sıradan bir olaydı.

Apartmanın iki yanında üçer katlı iki aparman daha vardı. Aynı ailenin bireylerinin oturduğu apartmanlardı onlar. Büyükanne ve büyükbaba, çocuklar, damatlar, gelinler, torunlar. Üç apartmanı birbirinden ayıran duvarların üzeri bizim oyun alanımızdı. Düşüp kafalar yarılıyor, kollar, bacaklar berelenip, kırılıyordu ama, o duvarların üzerinde koşturup, duvar diplerine yakın meyve ağaçlarından ayva, çağla, kayısı, erik kopartıp yemekten asla vazgeçilmiyordu.

Yıllar sonra (sanırım 1999 filândı) oradan geçtiğimde, ne o evler, ne o bahçeler, ne de o ağaçlar kalmıştı. Şimdi herhangi bir şehirde yaşayan on ilâ yirmi yaş arasındaki çocuklara soralım bakalım kaçı ayırt edebilecek yukarıda saydığım çiçekleri birbirinden. Kaçı bir ağaçtan kopardığı meyvenin tozunu koluna silip yediğini hatırlayacak. Dahası kaçı meyvesini görmeden bu ağaçları birbirinden ayırt etmeyi bilecek.

Ahmet Faruk'cuğum, yaşlandığımızda umarım bir araya gelebilir ve tabii birbirimizi hatırlayabilecek kadar farik ve mümeyyiz kalabilirsek, birbirimize bunları anlatır vakit geçiririz be dostum! Nasıl olsa insan çocukluğunu unutmuyor. Düşünsene bu günleri hatırlamayacağız ama o güzel çocukluk günlerimizi hatırlayacağız.

Çevredekilere biraz eziyet olur ama, olsun o kadar!

Melih Özel - 4 Nisan 2012 (09:00)

Melih üstadım, çevredekiler o eziyete katlanacaklar artık. O vakte seslerimiz pili azalan transistörlü radyo sesine döner zaten. İhtiyar konuşuyorsa kafa sallamak gerektiğini düşünsünler yeter. Bu arada benim huysuz ihtiyar olma projelerim var. Yaradan yanımdakilere yardım etsin.

Ahmet Faruk Yağcı - 5 Nisan 2012 (23:02)

Sevgili hocam Halil Rıfat paşayı bu kadar güzel kimse anlatamazdı. İmardan sonraki değişikliklerin altında yatan gerçekleri çok güzel tespit etmişsiniz. Ama maalesef ki sermaye gücü insanoğlunun sözde lüks yaşantı özentisi Halil Rıfat paşayı yok ediyor. Halil Rıfat paşa mahallesi muhtarı olarak bu yazıyı muhtarlık panosuna asacağım. Saygılar sunarım.

Metin Demircioğlu - 23 Eylül 2012 (20:38)

Sayın hocam ve benim yıllardır doktorumdur sayın muhtarımızın yazdıklarına katılıyorum siz de o kadar güzel anlatmışsınız ki tebrik ediyorum, mahallemizle ilgilendiğiniz ve bizi bilgilendirdiğiniz için teşekkürler.

Selma Eminoğlu - 24 Eylül 2012 (12:38)

Bu mahallenin adı önceden Kaptanpaşa mahallesiydi. Ama adının sonradan Halil Rıfat Paşa olarak değiştirilmesi daha anlamlı oldu.

1958 yılında 6 yaşındayken bu mahalleye geldim. Evlerimizde elektrik vardı ama su yoktu. İlk önceleri bir su tankerinin doldurduğu su deposundan su taşıdık. Bir de acı çeşme vardı ama içilmezdi. Sonradan mahalle çeşmelerinden su taşıdık. Babalarımızın akşamları su kuyruklarında beklerken çeşme başı sohbetlerine doyum olmazdı. Yıkanan bulaşıkların durulama suları bile biriktirilip dikilen ağaçların dibine dökülürdü. Şimdi o ağaçların kesilmesi çok acı veriyor.

Mahallemizde o zaman bir okul bile yoktu. 1. sınıfı şu anda Ertan sokakta bulunan bir evde okumuştuk, daha sonra da barakalara geçtik.

Bir semt pazarımız yoktu. Feriköy pazarına giderdik annemle yürüyerek. Dönüşte pazar yükü ile Feriköy deresine kadar yokuş aşağı gelmek kolaydı ama, mahalleye girerken çıktığımız yokuş çok yoruyordu.

Mahalle çeşmesinden on sefer yaparak doldurduğum, bahçeyi sulama bidonu dolduğunda, yazlık sinemaya gitme hakkı kazanırdım. Manolya, Tayfun ve Dereyolu'ndaki Hürriyet yazlık sinemalarını hatırladınız değil mi? Bazen de sinemada filmi bedava seyretmek amacıyla, akşama doğru oynayan filmi tanıtmak için sokak sokak afiş dolaştırırdık 2 kollu afiş tahtasıyla. ("Alo alo dikkat dikkat, bu akşam manolya yazlık sinemasında senenin en muazzam filmi oynamaktadır. Başrollerde Ayhan Işık, Türkan Şoray…" )

Yazacak o kadar şey var ki, daha Topal'ın deresinden, bayramlarda salıncaklar kurulan ceviz ağacının olduğu yerden bile bahsedemedim.

Geceleri karaltısından bile tanıdığımız insanların yaşadığı, sokaklarında uçurtma uçurduğum çember çevirdiğim, çelik çomak, uzun eşek, kukalı şaklâmbaç oynadığım, topaç çevirdiğim, top oynadığım, çocukluğumuzun yoklukla ama mutlulukla geçtiği bu mahalle şimdi hızla değişiyor. Yeni düzene nasıl alışacağız bilmiyorum. Eskilerden çok az kişi kaldı.

Bu mahalleye emekleri geçen insanlardan hayatta olanlara sağlık, göçenlere Rahmet dilerim.

Mustafa Çırak - 30 Eylül 2012 (00:01)

Muhtemelen siz, Halil Rıfat Paşa Mahallesi ile ilgili bu samimi satırları yazarken, ben de oyun parkının karşısındaki, Halil Rıfat Paşa Cami'nin hemen bitişiğindeki markette tezgâhtarlık yapıyordum; kimi zaman kapı önündeki manav tezgâhında, kimi zaman kasap reyonundaki tezgâhta. Bazen de ortacı, joker eleman olarak çalışıyordum. Sabahları ortalığı silip süpürdükten sonra, gelen malları kutularından çıkarıp raflara diziyordum. Kim bilir, belki de göz göze gelmişizdir.

Zaman zaman markette de yatıp kalktığım oldu; hırsızların talanından marketi korumak amacıyla. Bu sayede, güzelim mahallenin güzelim evlerinin, ağaçlarının yok oluşuna sizin gibi ben de tanıklık ettim.

Gözümden kaçırdığım güzel yazınız, mahalleyle ile ilgili anılarımı depreştirdi. Bu hafta kendime bir fırsat yaratıp, Halil Rıfat Paşa'yı ziyarete gideceğim. Kaleminize sağlık.

Bülent Karaköse - 17 Eylül 2015 (10:27)

diYorum

 

Ahmet Faruk Yağcı neler yazdı?

102
Derkenar'da     Google'da   ARA