Patronsuz Medya

Solcuyum, ruhuma hicranımı sardım da yine

Deniz Türkoğlu - 30 Haziran 2011  


Merhaba Necdet, dergide bir sol muhabbetidir gidiyor.

Muhabbetin kabarmasında biraz da istemeden ben pay sahibi oldum galiba. Ne yapayım ki aşka geldim. Altından kolay kalkılamayacak kapsamlı sorular var ve beni üst üste bilmem kaç kere aşar.

Sen kafa açıcı yorumlarınla ve eklediğin yazılarla herkesi çok güzel yönlendirdin zaten, bir şeyler anlamak isteyen oralardan da anlar. Kendi adıma teşekkür ederim.

Dün dergide çıkan "bizim solculuğumuz" mealindeki bazı yorumları okudum ve gerçekten üzüldüm. Hatta bir iki satır yazayım dedim ama sonra gene dergiyi düşünüp vazgeçtim.

Neden üzüldüğümü anlatayım. Kendi oğlumu aklıma getirdim ve onun hani merak ederse, yıllar sonra belki bu yazılara bakabileceğini, solculuk hakkında yazılmış "ağzı cilalı hint kumaşlarıydık, halka açık ara fark attık" gibi lâflara takılabileceğini düşündüm.

Bu yazılanlar yanlış mı, şüphesiz doğrudur. Ben sendikacılık, dernekçilik, particilik bilmem. Patlayan flaşlar arasında demeçler vermişliğim, şöhretin zehirini solumuşluğum falan yok. Devrimciliği de meslek olarak görmedim.

İki devrimci yan yana geldiğimizde, ilk dertlendiğim şey, akşama eve sağ salim dönmesi gereken can sayısının ikiye katlandığıydı. Üç devrimci, üç kellede koltuk candı. Sayıca daha fazla kalabalıklara ulaştığımızda birbirimizin varlığına yaslanıp rahatlamak, palazlanmak… Şöyle dursun, bu kadar adamız ve hâlâ bir yaraya derman olamadık diye yerinirdik. İçmedik, sıçmadık, birbirimize kazık atmadık. Gene de bir işe yaramadık, orası başka, fakat benim devrimciliğim böyle bir devrimcilik değildi. Olanlarınki hayırlı olsun.

O sıkıntıyla bir şeyler karalamak istedim. En azından kendimi yatıştırırım dedim, ama sonra -geç de olsa- senin sözün geldi aklıma, böyle ruh halleri içindeyken yazmayın dersin hani.

Tabii bir de: "Benim ne haddime be yoldaşlar, onca yılın solcularına solculuk şudur diye ana okulu düzeyinde ahkâmlar kesmek? Tövbe haşa! Tevazu gösterme, sahi sanırlar demişler ya, şeytan beni yoldan çıkardı zahir, ettim öyle kendini bilmez bir lâf, kusuruma kalmayın" diyorsun. Bu sözlerinle gönlümü nasıl alıyorsun biliyor musun? İçimdeki sıkıntıdan kurtuldum.

Ama; "bir bakayım şu bizim ihtiyarlar ne menem insanlarmış, zamanında nasıl işler yapmış" deme ihtimali olan ve o, bu, değil de neden ille de solcu olduğumuzu merak edebilecek, benim oğlanın ve onun yaşıtlarının durumu ne olacak?

Bu konuya bir el atar mısın?

Deniz

* * *

Selam Deniz…

Bizim hane halkı senin her mailinden sonra keyif ehli oluyor. Oksijen sarhoşluğu gibi bir şey. Hakkında düşündüklerimizi yazsak yanakların kızarır, o yüzden vazgeçiyor, sadede geliyorum.

Gazı alıp "dur ben bu konuları yazayım" dedikten sonra, sahiden de vazife bilip yazmaya başladım. 12 yaşındaki çocukların anlayacağı biçimde…

Sonra gördüm ki, bu yazı bitince neredeyse kitap kalınlığında olacak ve benim içimde yemiş de sıçamamış adamın sıkışıklığı, "aklımdan geçenlerin çoğunu daha uzun olmasın diye yazamadım, yazdıklarımın da ekserisi yanlış, hatta zırva" diyeceğim için ani fren yaptım. Ne haddime lan benim koskoca literatürü parmağımın arasında çevirip hap yapmak dedim.

Sonra senin esprili "Shop&Milles" yorumlarınla tekrar coşar gibi oldum, dedim ki "yav bak Deniz ne güzel bir damar yakalamış, hem güldürüyor hem düşündürüyor, sen de, ciddi ciddi okul kitabı gibi bir şey yazacağına böyle matrak bir dille yazsan, en azından saçmaladığın yerler davulun gürültüsüne gelir, kıvırtma payı olur" dedim. Hani "Feyyaz Abi" tadında, mavra arası felsefe.

Sonra bir daha stop ettim. Bu konular öyle üç beş yazıyla beş on kitapla anlatılabilecek konular olsaydı erbabı başarırdı, benim sahiden de ne haddime?

Ha, bir de, kastettiğin yorumlardaki o ifadeleri ben şişinme olarak değil de değerli abimizin kendi eski pratiğiyle dalga geçmesi olarak algılamıştım. Yani bir tür günah çıkarma. Senin mektuptan sonra gene okudum, gene öyle algıladım. Acaba nerede yanıldım?

(TRT türkçesi ile) kucak dolusu sevgiler…

Misafir sanatçı, Necdet

* * *

Tekrar merhaba Necdet.

Hane halkına benden de TRT türkçesiyle sevgiler:)

Konu sol, ülke Türkiye olunca, neresinden tutacağını şaşırıyor insan. Ben de herkes kadar karışık kafamı yatıştırmanın peşindeyim desem, bu itiraf sana hiç yabancı gelmeyecektir.

Ne her kafadan bir sesin çıktığı o dönemlerde anlayabildik bu işleri, ne de zamanın iyice hızlandığı bu aralar bir ucundan yakalanabiliyor.

Hazır reçetelerin olmadığı, olamayacağı da ayan beyan ortada zaten. O yüzden yolu kafayla aça aça gitmeye çalışıyoruz hâlâ. Her kale duvarına kafa geçirince de, ortaya bu manzaralar çıkıyor. Böyleyken insan, güvendiklerine her zamankinden daha çok abanıyor galiba.

Lafın gelişinden nereye gittiğini anlamışsındır. Demin dergideki yorumundan alıntıladığım sözlerine büyük saygı duyuyorum ama şimdi mektupta yazdıklarının bir kısmına katılmıyorum doğrusu.

Anlatmaya çalışayım.

Tamam, böyle büyük bir birikim bir çırpıda ve bir yazıda çıkmaz, çıkmasın zaten. Zorumuz ne? Biz bekleriz. Üç beş yazıyla, beş on kitapla da çıkmaz, tamam çıkmasın. Ama bu konularda zaman zaman yaz. Zaten Derkenar dolusu yazmışsın, yazıyorsun, ama bazı didikçi okurların için lütfen yine yaz.

Şüphesiz mecbur değilsin fakat bir okuyucunun ricası olarak belki bu söylediklerimi kayda alırsın ve eğer derdimi doğru düzgün anlatabildiysem, bu denli ısrarcı olduğum için belki beni de bağışlarsın.

Bana gelince, benim sol yanımda hâlâ yara var demek ki. Yorumlardaki lâflarda şişinme payı algılamadım, tam tersine ironik yazıldığı gün gibi açık, günah çıkarıldığına da katılırım.

Ama bir de düz okuması var orada anlatılanın. Okunduğu gibi anlaşılabiliyor çünkü. Söylenenlere ne itirazım olacak, o tarz konuşan insanların yanında ben gerçekten de solculuğun adını bile anmam. Başka insanların yanında da anmam, çünkü bildiğim hiç bir şey yok. Kendime solcu falan da demiyorum zaten. Ben yalnızca insanları sevdim ve yalnızca bunu itiraf edebilirim. Başka vukuatım yok.

Zamanında yaşarken bir takım şeylere tanık olmuştum, şimdiki hayat başka artık. Ama şu yaşadığımız günler, o günlerden daha kirli, daha zor. O günlere kıyasla sular daha bulanık, sesler daha karışık, tepkisizlik daha derin, tepkiler daha acımasız.

Neyse, şunu da söyleyip konuyu kapatayım. Yorumlarda anlatılanlar doğru mutlaka, fakat eksik. Eğer o dönemlerdeki bütün solcular öyle insanlarsa, o dönemlerdeki benim gibiler neciydik?

Deminki mektupta da söylediğim gibi, dernek, sendika, parti bilmiyorduk. Bilseydiniz napalım demek mümkün tabii. Belki bizim kusurumuzdur. Nereye ekleneceğimizi kimse söylemedi bize, istihareye yatmak da bizim aklımıza gelmedi. Zaten dağınıktık. Yalnızdık. Bu işler o dönemler o kadar düzenli miydi? Sen benden iyi bilirsin.

Ayrıca okuyan, arzın merkezini yalayıp yutanlara aferin de, ortaokul lise düzeyindekilere, okuma yazma bilmeyenlere solcu denilmez miydi? Takıldığım yorumda öyle bir anlatılmış ki hani insan şeytanına yenilse, dur ben de şöyle bir solcu olayım diyecek. Herkese iş, herkese makam, oteller, seyahatler, evin yolunu bulamayan adamlar… Sollarını nasıl kestirmişler acaba? Ama demek ki olabilmiş.

Benim tanıdığım solcular arasında böyle bir profil yoktu. Ben bilmiyorum, öyleyse solcular böyle değildi demiyorum. Fakat ben oğluma o günleri çok şükür ki böyle anlatmıyorum. Çünkü böyle anılarım yok.

O yüzden yorumlarda söylenilenleri, ancak bir paranın tek yüzü olarak kabul edebilirim.

Neyse, tekrar etmemde sanırım yarar var, belki de benim solum hâlâ acıyordur ve belki de böyle duygusal bir tepkiyi, tamamen kendi sebeplerim yüzünden gösteriyorumdur.

Deniz

* * *

Selam Deniz…

Valla bu mektubunu çok sevdim. Bir "gönül solculuğu" yazısı da bu olmuş. Sen şimdi "ık-mık-olmaz" falan dersin ama ben bunu yayınlamak isterim.

Tekrar yorumlara gelirsek, Büdütör olmak hasebiyle yazılan her yorumu, yayınlamadıklarım da dahil, gayet iyi hatırlıyor ve o sınırlı bilgilere dayanarak kişi profili çıkarıyorum bazen kendi kafamda.

Bazılarımız, solculuk adına da olsa, geçmişte kolay ve biraz tufeylî bir yola sapmış olabiliriz. Ve şimdi bundan pişmanlık duyuyor, kendi meşrebimizce günah çıkartıyor da olabiliriz pekalâ. Yani bu tür ironisi içinde gizli yorumları -bence- senin gibi isyanını fütursuzca yaşamış insanlara karşı bir tür özür, bir tür gönül alma olarak algılamak daha doğru olur.

Belki de ben tamamen yanlış anlamışımdır. İnternet ortamında çoğu insanın kalemi savruk oluyor. Belki akşam vakti bir kadeh rakı eşliğinde yazılıyor bunlar. Bazen insan "kaz" demek isterken "koz" diyebiliyor. Bir kez de selim kafayla okuyayım falan demeden "gönder" tuşuna basabiliyor.

Ama şunu söylemeliyim ki, Derkenar zaten "gönül adamı" vasfını haiz insanları kendine çeken, diğer türden insanları pek cezbetmeyen, pastel renkli, janjansız, bağırtısız çağırtısız bir uğrak yeri. Ve Derkenar'a -ister yazı ister yorum- yazan insanların tamamına yakını, hayatı ve kendini sorgulamayı temel mesele edinmiş dürüst insanlar. (Misal: Sen. Misal: Ben. Misal: Bizim oğlan.)

Kafa karışıklığı konusuna gelince, ilginçtir, benim kafam pek karışık değil. "Net kafa et kafa" demişler, ondanım her halde.

Siyaset konusunda zaten yıllardır yazıyorum da, teorik takılmak biraz ayıbıma gidiyor doğrusu. Bence en güzeli, meseleyi en yalın haliyle açıklamak. Yani konuyu çapaklarından arındırmak.

Teorik tartışmalardan sıtkım sıyrıldı yetmişli yıllarda zira.

Ne dersin, yayınlayalım mı bu mektupları?

Necdet (the içerik zepevengi)

* * *

Ne demek Necdet, sen sevdinse vardır bir keramet.

Demin bir yandan da düşünüyordum. İşin içine duygu girdi ya, acaba kaptırdım da, bastırdım gidiyor muyum diye. Tam tersine kalbim ezildi o yıllara dair anlatılanlara, gerçekten üzüldüm. İnsanın kendi içindeki uçuruma ne zaman, nerede, hangi göz bağıyla düşeceği belli değil ki. İşçi aidatlarıyla meyhanelerde kafan çeken sendikacıların yerinde ben olabilirdim. O yaşananlar benim geçmişim olabilirdi.

Bu yazılanların samimiyetinden hiç şüphem yok. Bana sorarsan bu açıklamalar samimiyetin de üstünde bir cesaret ister. Ben olsaydım bu cesareti gösterebilir miydim, bilmiyorum. Kendimle yüzleşmek şöyle dursun, o yanlışın üstünü örtmeyeceğimin garantisi ne? Bugün oturduğum rahat yerden atıp tutmak kolay.

O yüzden, anlıyorum. Ama herkes aynı açıklıkta anlayabilecek mi? Kendini zorlasa da anlamayanların çıkacağını düşünüyorum. O günleri yaşamayanlar nasıl anlayabilirler hem? Ayrıca anlama çabası göstermeden, o tarifi olduğu gibi alıp kabul edebilecek, kendi çocuklarımız adına korkuyorum.

Çünkü söylenenlerde özne yok. Lâfın başına "ben" getirmek, yüklemin yaptığı işi üstlenmek unutulmuş. Bu eksik de, bütün solcular böyledir izlenimi doğurmuş. Değillerdi.

Kafa karışıklığı konusunda iki net iki çapaksız kelâm edişin, dostun dosta yaptığı en büyük ikram. Çünkü böyle ikramlarla bir anda kalkıveriyor insan. Demin kararmış, kıç üstü oturmuştum. Bak şimdi nasıl ayaklandım.

Ben gök gürültüsünden çok korkarım. Öyle böyle değil, hani Allah acımasa belki altıma yaparım. Öyle büyüdüm.

Sonra benim oğlan yavaş yavaş büyümeye başladı. Gök gürültülü havalarda, o korkunç patlamalarda, baktım beni kesiyor, ne tepki vereceğimi kolluyor. Ben ne yaparsam aynını yapacak. Anladım ki, eğer korkumu belli edersem, bu da ömür boyu benim gibi her gök gürlemesinde kepaze olacak. Tuttum kendimi.

Ben gök gürlemesinden hâlâ korkarım, ama benim oğlan korkmaz.

O yüzden yaz. Teori de yaz, sen çapaksız yazıyorsun.

Deniz

* * *

Selam Deniz…

Macit Abimiz sanki bu yazışmalarımızı -ve senin kaygılarını- hissetmiş gibi, tam da malûm konuya ilişkin bir yorum yazmış. Mevzuyu (yani topyekûn muzdarip olduğumuz yanlış anlaşılma konusunu) çok iyi açıklıyor.

Ben Cumhuriyet'te çizerken solun bir kesiminden çok haksız tepkiler aldım. Yaptığım, içeriden eleştiriydi, gerekliydi, ama o kesim sadece kutsanmak istiyordu sanırım, beni konuşturmak istemediler. Hâlâ daha internette kendimle ilgili abuk sabuk yorumlar görüyor, gülüyorum.

Ben susunca meydan, o yıllardan miras "Bacı" mavrasının ardına saklanarak sola söven besleme-demagog taifesine kalıyor, onlar konuşuyor.

Bizim sol adam akıllı derin ve acımasız bir özeleştiri yapmak zorunda. Geçmişte çekilen acılar bunu gölgelediği, sorgulamayı engellediği müddetçe, tepemize bir Tayyip gelir bir Gandi Kemal, biz de kenardan seyreder dururuz.

Kabul edelim ki, halk bizi sevmiyor. Bu bizim amelimizle böyle oldu. Ne katıksız iyi niyetimiz ne de zulüm görmüş olmamız bizi pirüpak yapar. Arınmak için özeleştiri şart.

Bu arada, gök gürültüsünden ben inadına hoşlanırım. Benim haspa da. İnan, o seste insana huzur veren bir şey var. Gıcıklık olsun diye söylemiyorum. Ardından gelen yağmur insanın içini yıkar adeta. O da o yağmurun "geliyorum" diyen sesi. (Sen sanırım homurtu biçiminde olanlardan çok silâh patlamasına benzeyenlerden korkuyorsun; eh pek sevimli sayılmaz o.)

Ne yapmanı isterim biliyor musun? Geçmişteki delip de geçen anılarını o billur gibi dilinle yazmalısın. Bu yapılacaksa Derkenar'dan daha iyi bir yer yok bence. O zamanları yazmak hem sana hem biz sadık okurlarına iyi gelebilir.

Şifa niyetine…

Necdet

* * *

Merhaba Necdet.

Yeni yorumu şimdi okudum, seninle aynı fikirdeyim, söylenmesi gerekeni söylemiş Macit Bey. Sağ olsun, ağzına sağlık.

Senin Cumhuriyet ve beraberindeki deneyimlerin tek başına insanı Türk solundan soğutuyor. O arada kurunun yanında yaş yanıyor zaten.

İnsan günlük hayatın içindeki sıradan ilişkilerde bile ortalama -ve berrak- bir dil tutturmak zorunda. Anlaşmak için, karşısındakini anlamak için, buna mecbur. Başka türlüsü sürtüşmeye, küfürleşip yumruklaşmaya varıyor. Memleket solu bir yerlerde bir zaman bu itidali kaybetti nedense. Ya da solu iktidar gibi sahiplenenler, ziyadesiyle böyle seylap tabiatlı adamlar arasından çıktı.

Okul yıllarındayken bir olay olmuştu. Bu "kol kırıldı ama yen içinde kalsın, başka kimselere çaktırmayalım" durumuna ucundan minik bir örnek.

Solcu bir hocamız vardı ve okul tıka basa ülkücülerle doluydu. Bir bu hoca, bir de iki elin parmakları kadar öğrenciydik ve ülkücülerin gözleri hep üzerimizdeydi.

Bu adam beden hocasıydı, öfkesi burnunda dolaşırdı. Öfkelenmekte çok da haklıydı. Sıkışmıştık, bir yere kıpırdanamaz olmuştuk.

Bir gün ne sağa ne sola meyli olmayan gariban bir çocuğa alenen girişmiş. Çocuğu kimse sahiplenmemiş, olağan bir olay ya, ekmek çıkmaz diye düşündüler belki.

Tesadüf, o garibanın tek arkadaşıydım. Onu karşımda kuyruğunu kıstırmış görünce çok fena oldum. Celo'yu (adı Celalettin'di) buldum ve "senin hakkında şikâyette bulunacağım, büyük ihtimal böyle bir hareketi bekliyorlar birinden, büyük ihtimal o şikâyetle bu okuldan sürüleceksin" dedim.

İnanamadı. Söyledi de zaten, "senden bunu hiç beklemezdim" dedi.

Halbuki benim ondan beklediğim, hiç değilse o çocuğun gönlünü almasıydı.

Gururla solculuk aynı bünyede olunca, insan bozuluyor anlaşılan.

Bazı insanların yanlışlarını yüzüne vurunca çark etmek bir yana daha da celâlleniyorlar, yanlışlarına olan imanları tazeleniyor sanki. Öyle solculuk olmaz. O hoca o okuldan sürüldü. Bir numaralı düşmanım oldu sonra. Ben de başka bir gariban çocuktum oysa.

"Yaz" demişsin de, dün söylediğimi yine tekrar etmekten başka söz bulamadım buraya… Bu işler beni bilmem kaç kere üst üste aşıyor Necdet. İşte böyle…

Haa, gök gürültüsünün aşama aşama öğretilmiş, öğrenilmiş bir geçmişi var bende. Kökleri derinde. Bir de çocukken bahçede tırmandığım bir ağacımız vardı. Bir gün ona yıldırım düştü burnumun dibinde.

Oyuncak yerine düşünceyle oynardık ya, hayal gücünün dibine vurup, kendimi kendim sakatladım o konuda. Sonra yapıştı kaldı. Sonra büyüdüm.

Bir gün Elmadağ'dayız, üç beş arkadaş, Taksim'e doğru yürüyoruz. Bir abimizle buluştuk. O abimizi takip ediyorlarmış meğer, güpegündüz Elmadağ'ın göbeğinde kurşun yağmuruna tuttular bizi. Sırtım dönük kaçarken gözümde hep o ağacın imgesi vardı. Bir de silâhların sesi tabii.

Senin bu satır aralarından psikoloji çözen Allah vergisi mi desem, yoksa çilekeş hayatın getirisi mi, bu insanı ağlatan hallerin yok mu, "gönül solculuğu" lâfına olduğu kadar işte buna da hastayım.

Deniz

diYorum

 

Deniz Türkoğlu neler yazdı?

416
Derkenar'da     Google'da   ARA