Patronsuz Medya

Gordion Düğümü

Deniz Türkoğlu - 14 Kasım 2004  


"Doğmamış olana ne mutlu!" diyebilir misiniz? Tolstoy diyor. Hatta, insanın hayattan kendini kurtarması gerektiğini de söylüyor. "Bilimlerin içinde dolaşıp durdum da ne oldu, öğrendikçe çaresizliğim arttı" diye yakınıyor. Bu görüşünü güçlendirmek için sırtını sağlama almış, Sokrates'den, Buda'dan, Hz. Süleyman'dan alıntılar yapmış.

Meselâ Schopenhauer'ın şöyle dediğinden haberiniz var mıydı?

"Dünya bir derttir. Hiçliğe geçiş ise hayattaki tek mutluluk."

Tabii koskoca filozofun virgüllerle uzayıp giden derin düşünceleri arasından, noktayla bitirdiği ender cümlelerini ayıklayıp "İşte böyle dememiş mi, demiş!" diye kestirip atmak ayıp olur. Çünkü aynı adam, "Bizler; evrenin kendiliğindenliğini, doğanın acımasızlığını, insanın bilinçsizliğini olduğu gibi görürsek, o zaman hayat iradesini terk edebiliriz" de diyor.

Hayat iradesini terk etmeyi de aynen şöyle açıklıyor:

"Bütün görünümlerin, yaşarken sürekli yapmaya-düşünmeye zorlandığımız veya itildiğimiz faaliyetlerin, birbiri ardına gelen şekillerin zamanların mekânların temel biçimlerinin-genel tariflerinin, ortadan kalkması."

Kalksın, benim işime gelir. Eğer hayat iradesini terk etmek, canıma okuyan kalıplardan, hurafelerden, önyargılardan, yargılardan, modasına göre değişen kurallardan, çoktan değişmesi gerektiği halde hiç değişmeyen kurallardan, her işin ezberine ya da kolayına kaçma kaypaklığından, gönlümün razı gelmediği ama itiraza gücümün yetmediği deli saçması dayatmalardan, Allah'ın bedavaya dağıttıklarını çalıp çırptıktan sonra pazara getirip satanlardan, ışığımı söndüren balçıklardan, üstüme her köşe bucakta bir punduna getirilip serpilen ölü toprağından kurtaracaksa, hayata muazzam bir yer açılır. Bu insanoğlunun görüp görebileceği en orgazmik rahatlama aynı zamanda. Keşke olsa.

Oysa filozofumuz şöyle devam ediyor:

"İrade olmadan ne hayal ne de dünya olur, kısaca önümüzde hiçlikten başka bir şey kalmaz. Ama hayat irademiz yüzünden yokluğa doğru giden bu akışa, sürekli direniriz. Hiçlikten bu kadar çok korkuyor olmamız, hayatı çok istediğimizin ve ondan başka bir şey olmadığımızın-olmayı beceremeyeceğimizin ifadesinden başka bir şey değildir. Oysa hayat iradesini reddedenlere bizim bu aşırı gerçek dünyamız, bütün güneş ve o samanyollarıyla beraber bütün bu evren sadece hiçtir."

İşte burası fena. Benim ayağımın kaydığı yer de burası zaten. Madem irade yok, dolayısıyla dünya da yok, o zaman ben ne olacağım? Evet, bencilim ama ne yapayım, arıza sırf bende değil ki, bu gezegende benim sorduğum soruyu soracak daha milyarlarca insan var.

Tolstoy'un talihliler grubuna girmediğime ve bir bilge olmadığıma göre, şakülümün bir anda kayması işten değil. Felsefenin maksadı zihinleri düğümlemek olmasa gerek. Kaldı ki insanlık, Gordion düğümünü bile -çözerek değilse de keserek- açmayı başarmış. Yani karamsar felsefeyle, karamsar olmaya gerek yok. Buluruz elbet bir çıkış yolu.

Hem dünyayı istemenin nesi kötü olabilir? Tabii ki isteyeceğiz, başka nereye gidebiliriz ki? Ama o herhalde bizden bahsetmiyor. Söylese söylese, dünya nüfusunun yüzdeye vurulduğunda, minimal bir hanesinde duran bölümünü, o bölümdeki elit tabakayı söylüyordur. Zaten bu tabaka, Dünya gezegeninde olmaktan pek de hoşnut değil, şimdilerde hazırlıkları hızlandırmış, bir an önce Mars'a yerleşmeye bakıyor.

Bana gelince, ben madem şaka falan değil buradayım, öyleyse yaşayacağım. Dünya hayatının kendinden başka bir şey olmadığımı ve bu yüzden hiçlikten korktuğumu da pek söyleyemeyeceğim.

Son günlerde moda olan 'hiç'lik felsefesi başkalarına ne diyor, herkesin çıkarımı ne oluyor, o sonuçlar egemen güçlere nasıl hizmet ediyor orasını bilmem fakat ben Schopenhauer'in dediğinden şunu anlıyorum: Bu hayatta ölüm var!

Var, doğru. Ama benim de önce ve hâlâ fiziksel bir hayatım var. Bana "git intihar et" veya "bu dünyayı reddet, nasılsa öleceksin" demiyor herhalde. Daha ruhanî, daha derin bir şeyden bahsediyor.

Doğudaki düşünce ehlinin dediği gibi, "Ölmeden önce ölünüz" diyor zannımca.

Hırslarınızdan, hınçlarınızdan, bencilliğinizden, hayatlarınızı zehir zıkkım eden ne kadar pisliğiniz varsa hepsinden arınınız diyor olabilir.

Böyle bir hiçlik hali için gönüllü olmaya hazırım doğrusu. Vereceğim cevap; tamam, hemen şimdi öleyim olurdu. Öleyim ama bir şartla; ölüp hiçliğe geçebilmem için, önce bana irademi geri ver.

Nerede görülmüş, kaderci/teslimiyetçi/tevekkül sahibi insan zihninin gayrı iradileştiği ve yaşarken hiçliğe ulaşan kişinin kendine, komşusuna, kapısının önünde boy veren bitkiye, bahçesinde dolaşan hayvana, havaya suya çevreye kayıtsız kalmak zorunda olduğu, nerede duyulmuş?

Bana göre bunlar, üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken sözcükler. Dünya tarihine damgalarını vurmuş düşünceleri, inançları, dinleri bile insanların yüzyıllar içinde ağır ağır özümsediklerini kabul edersek; son zamanlarda Türkçeye süratle ve çığ gibi servis edilen amerikan orta sınıfının kahvaltıda mısır gevreğiyle beraber tükettiği "Bedensiz varlık Michael öte taraftan bildiriyor, İsa mesih son celsede işi gücü bırakın gözlerinizi göklere dikip bekleyin, seçilmişleri almak için göndereceğimiz hava donanmamız sizleri bu dünyadan kurtaracak, kalanlar da birbirini boğazlayacak dedi" türündeki ruhanî kitapları, aklımıza yedirmek de, bizim için kolay bir iş olmasa gerek.

Tabii ki Schopenhauer, Tolstoy, Buda, Sokrates vs. gibi insanlığa mal olmuş isimlerden hiç biri, bedensiz varlıkların ziyaretini muştulayan yeni moda ruhçularınkiyle yan yana konulamaz. Fakat iradenin ve insan hayatının aynı cümle içinde anıldığı ve sonucun hiçliğe dayandırıldığı her düşüncenin dikkatle sorgulanması gerekmiyor mu? Özgür iradenin olmadığı yerde, yaşamak mümkün değil çünkü.

Nefes alıp veren her canlının iyi kötü bir iradesi vardır. Biz ona ister özgür irade, ister cüzzi irade veya içgüdü diyelim, yaşamak için bu hakkı kimselere kaptırmamak mecburi. En takdire şayan filozoflara bile.

Buda, "hayattan kurtulalım" demiş. Hz. Süleyman, "her şey boş" demiş. Nietzsche, "umut zehirdir" demiş. Tolstoy, "doğmamışa ne mutlu" demiş. Diyebilirler. Onlar bu dünya tarihinin kıymetli köşe taşları.

Onların her biri bu gezegeni hâlâ açıklanamaz bir biçimde yerine sabitleyen, okyanusunu taşırmayan, dağını düşürmeyen yer çekimiyle aynı yerden gelmiş olabilirler. Yaşama sevincine, kardeşliğe, barışa, umuda dair çok şey söylemiş ya da ölüme, boşluğa dikili gözleriyle, insanı hayattan soğutan karanlık yüzleşmelere zorlamış olabilirler. Her söyledikleri doğru da çıkmış olabilir. Fakat hayat sürekli tazelenir ve durmadan yenilenir. Hani, "Dün dünde kaldı cancağızım, şimdi yeni şeyler söylemek lâzım" sözünde olduğu gibi…

Yorumlar

Allah'ın bedavaya dağıttıklarını çalıp çırptıktan sonra pazara getirip satmaya başlayan ve de ticaret yapmayı öğrenen düşünen hayvan, hayvanlıktan insanlığa yatay geçiş yaptıktan sonra kolay olan hayatımız, dünyamız zor yaşanır hatta yaşanamaz hale gelmiştir. Her ne kadar "hiçlik", "farkındalık" gibi felsefî düşünceler üreten üç, beş düşünür olsa da genel geçer vahşi ticaret anlayışını değiştiremiyor ne yazık ki.

Film seyrederken ne yiyip ne içmemiz gerektiğini, hangi arabaya binmemizin şart olduğunu, beynimizin en ince katmanlarına enjekte eden büyük ticaret erbabı, doğanın hareketleri karşısında apışıp kalmakta, "trenleri seyretmekteler" .

Nükleer santralden elektrik üretip sokakları, evleri aydınlattın da kafanın içini aydınlatamadın. Hani üstün teknolojin insanoğlu? Tsunami mağduru nükleer şeyini niye kurtaramıyorsun? Hroşima'ya nükleer bomba atarken düşünmüyordun olabilecekleri ya da işine gelmiyordu düşünmekHâlâ bırakılan yerde otladığını görüyorum. Adım adım yeryüzünü ve onu çevreleyen atmosferini çöplüğe çevirdin, umarım, dilerim hatta inşallah başka gezegenlere gidemezsin. Hiç olmazsa kendi başını ye!

Muhittin Duyargalı - 17 Nisan 2011 (09:30)

Yüzüme vuran sıcacık güneşe karşı gözlerimi kapatıp bütün evreni hissetmek en büyük zevkim ve en derin sızım yüreğimde, bir gün, o anı terk edecek olmam. Biteceğini bildiğimiz bir zaman var elimizde ve biz şahane birer aptalı oynuyoruz sahnelerde. Hiçlik duygusuyla dolu zaten insanların çoğunluğunun beyni. Neden duygusu meteryaller tükendiğinde geliyor akıllarına. Oysa durup sorgulamalı insan kendini.

Çok güzel bir yazı olmuş. Zamanın kendini aşmış yapı taşları olan sevgili düşünürlerin sözlerine ben de çok takılırım. Kimi zaman güç katar bana, kimi zaman düşündürür derin derin. Ama derinlere daldıkça çıkılmaz oluyor. İnsan kendi sınırlarını ne kadar zorlasa da kabul etmek lâzım bu dünyanın sırrı bizim çözebileceğimiz türden bir şey değil. Geldik, en azından bunun farkındayız. Fotosentez yapar gibi yaşamaktansa, ki bunu yapanların bile doğaya faydası çok, biraz aklımızı kullanalım. Ama kalbimizle birlikte.

Filiz Özdemir Gönüllü - 18 Kasım 2011 (15:01)

diYorum

 

Deniz Türkoğlu neler yazdı?

60
Derkenar'da     Google'da   ARA