Deniz Türkoğlu - 25 Kasım 2010
Masallar dururdu. Odanın tam bu köşesinde, duvara çivilenmiş tahta rafta, sıra sıra dizilmiş, yan yana masallar dururdu. Yemin ederim. Yoktu öyle bir şey, uydurma dedi Mustafa. Okumayı bilmiyordu, kitabı ne yapsın, hayal görüyorsun sen.
Kapının önüne çıktık. Sigaralarımızı yaktık. Vardı biliyorum, şimdi yoksa da vardı.
Gider mi gerçekten diye sordum Mustafa'ya. Gitmiş bile dedi. İçeriden öhö öhö öhö diye yeri göğü oynatan sesi geldi. Dindi. Mustafa, içmesek şu sigarayı dedi, yere attı sonra topuğuyla ezdi. Sen en çok hangi masalını severdin dedim. Hadi yürü yürü, masal mı biliyordu sanki diye söylendi. Kolumdan çekiştirdi. Evden uzaklaştık. Gün mü batıyor gene, kuşlar bağırtılarla üzerimizden geçti.
Her gece ona giderdik. Yemeği yer, evden ok gibi fırlar, hop diye duvarı aşar, küt diye bahçesine düşerdik. Asmanın altında otururdu, sigarasını tüttürüyor olurdu, isten kararmış demlikte çayı dururdu, ateşi karıştırırdı sık sık. Anlatırdı. Masal anlatırdı, başka ne anlatacak?
Prens Mişkin'i, Raskolnikov'u, Karamazovlar'ı… Evi nasıl küçülmüş öyle. Eğilerek mi girerdik eskiden? Yoo, tavan da çok yüksekti, erişmeye bile yeltenmezdik, sandalye koysak üstüne çıksak, ama ne diye, çok yüksekti işte. Hep öyledir dedi Mustafa, küçükken her şey büyük gözükür, demin saydıkların roman kahramanları ayrıca, masal kahramanları değil, hepsini kendin öğrendin, o anlatmadı. İçtin mi sen gene?
Doğru yapmıyoruz, onu bırakmasaydık keşke dedim. Başucuna para koyduk, yiyecek koyduk. Sonra? Sonra sıvıştık. Gidecekse yemek ne işine yarayacak, parayla ne yapacak? Bir avuç kalmış yatağının içinde. Masal devi gibiydi, koca pençeleri, uçan ayakları, sihirli değneği vardı. İlginç masallar anlatırdı.
Mustafa paketi çıkarıp bir sigara daha yaktı. Bu boka da o alıştırdı seni, ben de aptal gibi senden alıştım. Otuz senedir bırakamadım dedi, öksürdü. Demek bize masal anlatırdı. Onun da kafasının tahtaları, seninkiler kadar eksikti.
Giderdik, duvarın arkasına gizlenir seyrederdik, bu, duvarın uzak köşesinden mırıldanırdı, bağırırdı kendi kendine, bazen türkü söylerdi. Söylediklerini seçemezdik ama dinlerdik. Hır hır konuşur dururdu. Sen kafanı sallardın. Amma da ilginç derdin.
Köy erkenden uyurdu. Yemeği yer uyurdu. Bizi uyku tutmazdı. Koca köyde dağ taş akşam oldu mu herkes, büsbütün kabuğuna kıvrılır, yuvarlanır uyurdu. Sen, ben, yatırlarla yarasalar, bir de bu uyumazdı. Biz niye her gece ona giderdik, sen öyle istedin diye, bu, bahçede ateş yakar, üstüne demliği koyar, sigarasını sarar, sabah alacasına kadar kendi kendine oturur konuşurdu.
Bir gece duvarın arkasından aşıp yanına gittin, haklısın deyip dizinin dibine girdin, ben de ardından geldim. Sonra her gece yemeği yer yemez ona gider olduk. Kadınları anlatırdı. Karısı mı terk etmiş, ihanet mi etmiş ne, bırakmıştı ama bunu. Bu delirmişti. Olmayan kadınlar görürdü. Gülerdi, kederlenirdi, bazen yalvarırdı onlara, bazen de kavga ederdi. Sen ağzın açık dinlerdin. Cinlere karışmış gibiydin. Kafanı sallardın ara sıra, ayağa kalkardın, birileriyle tanışıyormuş gibi yapar, birilerinin elini sıkar, adını söyler, memnun oldum derdin. Ben de sizi seyreder, gülmekten yarılırdım.
Boş paketi buruşturup yere attı. Sonra da, o köyün topu deliydi dedi. Masal anlatıyormuş! Bir tek masalını bile dinlemedim.
Öyleyse 1001 gece sürdüğünü de anlamamışsındır dedim. Neyin, diye sordu Mustafa. Masalların, neyin olacak? Şehriyar'ı unuttun mu?
Şehriyar da kim dedi Mustafa.
Şehriyar işte. Hani çok sevdiği karısının ihanetiyle kadınlara düşman kesilip intikam almaya yemin eden, her gece koynuna aldığı bir bakireyi zehirli nefesiyle koklaya koklaya soldurduktan sonra sabahın ilk ışıklarıyla çiçeği sapından koparıp, ölüyü yataktan atan o zalim hükümdar.
Hani hüküm sürdüğü koca Hint ve Çin topraklarında yatağına girecek bakire kalmamış, sıra vezirin kızı Şehrazad'a gelmişti de, zavallı kız sonunu bile bile kendi ayaklarıyla Şehriyar'a kurban gitmişti. O da bize geceler boyu Şehrazad'ın kötü kaderinden kurtulabilmek için Şehriyar'a oynadığı oyunu, göz yaşları içinde anlatmıştı.
Bize "1001 gece masalları" nı mı anlattı diye sordu Mustafa. Evet ya, anlattı tabii. Hatırlamadı, uyduruyorsundur gene dedi, hem ağladığını hiç görmedim. Görseydim unutmazdım.
Şehrazad, hükümdarın gazabından kurtulabilmek için Dünyazad'la el ele vermiş, iki kardeş akıllarını birleştirmiş, bir plânla Şehriyar'ı oyuna getirmişler.
Tıpkı kararlaştırdıkları gibi Şehrazad, o gece adama "Size güzel bir masal anlatayım mı hükümdarım?" diye sormuş. Adam, ömrü gecenin karası kadar kısa olan kıza acımış, istediğini anlatması için izin vermiş. Kız, bir masala başlamış, ardından başka bir masala geçmiş, sonra daha başka bir masalı anlatırken, tam ortasında kesivermiş.
Şehriyar merakından "Masalı neden yarıda kestin?" diye sorunca kız, "Baksanıza hünkârım, güneş dağın ardından yükseliyor, masallar gündüzler için değil, geceler içindir" deyivermiş.
Ertesi gece Şehriyar'ın koynuna bir daha girmiş, bir daha soyunmuş, sonra yeni bir masala başlamış, birini ötekine bağlamış, tatlı tatlı anlatırken, gene yarıda kesivermiş.
Bu böyle tam 1001 gece sürmüş. Şehriyar, Şehrazad'a günden güne alışmış, yüreğinin etrafına kendi elleriyle sımsıkı dokuduğu çelikten ilmekleri bir bir çözedurmuş, bağrını kaplayan dikenli kafesten ağır ağır kurtulmuş ve sonunda kızı alıp çıplak insan göğsüne, aşkın tüm sıcaklığıyla basmış.
Ne olmuş dedi Mustafa, hepi topu bir masal biliyorsa ne olmuş, hem gene uydurmadığın ne malûm? Otuz sene durdun, sonra onun ölüm döşeğinde olduğunu nereden duydun, kalktın bu Allahsız köye apar topar geldin, ben de ardından geldim, bu adam meczubun tekiydi, kendini bilmezdi, hasta zihni zamanında buna kazık atmış kadınların hırsıyla doluydu, en çok da karısına kızgındı, her gece onun adını ulurdu, neydi adı?
Şehrazad, karısının adı Şehrazad'dı. Meczup da değildi, kızgın da değildi, Şehrazad'ı bile bağışlamıştı. "Kadınlar böyledir, böyle yapmak zorundalar." demişti. "Erkeklerin hüküm sürdüğü karanlık bir dünyada, güneş, dağın ardından yükselene, gün, parlak ışığıyla gecenin karasını silene kadar, durmadan yorulmadan susmadan, masal anlatmaya mecburdurlar. Başka türlü sabaha nasıl sağ çıkabilirlerdi?"
O, bu dünyanın bütün masalını öğrenmiş, hepsine sonuna kadar doymuştu.
Bizi görmüştü. Her gece duvarın ardına saklanıp gizlice onu gözetlediğimizi biliyordu. Hayata iştahla saldırdığımızı, ganimetten büyük lokmalar koparmak için her yere el attığımızı anlamıştı. Bizde kendi geçmişini tanımıştı ve bize kendi geleceklerimizi anlattı. Sonra bir daha ne bahçede ateş yaktı, ne de çaldığımızda kapısını açtı.
Şehriyar'ın hikâyesinde kendime dair bir şeyler buldum, keyif aldım. Hikâyenin bütünlüğüne de çok yakışmış. Aşk olsun Deniz Türkoğlu!
Dağhan Dönmez - 14 Aralık 2010 (16:35)
Deniz Türkoğlu neler yazdı?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.