Her türlü pozisyonu deneyip kendimi yatağın çukuruna yüz bininci kez yerleştirmişim, hazır rehavet de çökmüş garanti şimdi dalarım derken acı bir zil sesiyle yerimden zıpladım.
Sadece ben zıplasam iyi, on yıldır aynı yastığa baş koyduğumuz, duruma göre bazen örümcek adam, bazen mega zort olan oğlum da volverin tıraşıyla dikildi ayağa. Bir yandan da "fantastik dörtlüyü kurmadan kapıyı açma" diye yırtınıyor. Ama zil kökünden ayrılırcasına çalıyor.
Gecenin saat üçü, hayırlı bir şey için çalmaz ki kapı bu saatte. Zaten "kitle iletişim" bir yandan, felâket tellâlları öte yandan el birliğiyle deprem manyağı yapmışlar beni. Anam da sağ olsun haftada en az iki kez "hatırı sayılır eski bir tanıdık" vasıtasıyla depremi önceden haber alıp, sıcağı sıcağına bana yetiştiriyor. Gerçi birkaç saat içinde o gizemli tanıdığın, ismini zikretmeden İstanbul'un tamamını aradığı ortaya çıkıyor ama olsun. Herkes birbirinin kapısının altından "deprem seni öldürecek, imza: Bir dost" mektupları atmak için fırsat kolluyor. Haliyle tamam dedim, ya sallanıyoruz ya da birazdan sallanacağız, haberi önce geldi.
Kim o? "Ben Demir." Ne demiri? "Melisa'nın kocası Demir. Hani Cazibe Hanım'ın kızı. Hammam'da düğün yapmıştık ya kardeşim. Açsana şu kapıyı."
Çevik bir şekilde hareket edip çelik kuvvetleri arasam, çekiç güç falan…
Ben karar verene kadar kapı kanadından ayrıldı ayrılacak. Açayım da bari adım tırsığa çıkmasın diye aldım içeri.
Gözüm adamı bir yerden teğelleyecek ama, ipliği iğneye bir türlü geçiremiyorum. Adam da öyle sarhoş ki istese de düz duramıyor. Geçti bir köşeye. Hayırdır demeye kalmadan başladı anlatmaya.
"Bak Deniz, sizin bu sülale var ya, ocağıma incir dikti benim."
Hoppala, nereden bizim sülale oluyormuş. Cazibanım teyze anamın bir arkadaşıdır, anamın arkadaşlıklarına karışacak halim yok, gerçi o benimkilere her fırsatta karışır. Düğüne de gelmezdim ama hakkımı helâl etmem, sütüm haram olsun sana, yuh senin gibi evlada deyince…
Diyeceğim fakat ağzımı açamıyorum.
"Sor hadi, sor. Ne oldu bana böyle, demir gibi adam ne hallere düştü, of ki of!"
Hemen soracağım. Ama bütün replikler tekelinde. O hem soruyor hem cevaplıyor.
"Sen düğünü gördün."
Düğün falan görmüşlüğüm yok, hammam denen çapamarka saltanat kayığına binmişliğim de yok. Validenin şeytana pabucunu ters giydiren oyunları vardır, o başka. Benim gecce, alem, şamdan gibi kültür yayınlarından hiç haberim yok ki. Aklıma da hamamda düğün mü olurmuş diye sormak gelmiyor. Bir yandan da arabanın arkasında, üç kişilik koltuğa elbisesinin kanatlarıyla tek başına yayılmış valideyi çözmeye çalışıyorum. Madem hamama gidilecek bi peştamal, bi kese neyine yetmezdi diye.
Meğer benim hamam sandığım Osmanlı'nın zamanından kalma sefahat kasrlarından biriymiş. Eşeklerin park ettiği yere kadar halılar serilmiş, dansöz kıyafetli cariyelerle, tek kulakları inci küpeli devşirmeler davetlileri yere düşürmeden ham yapıyor. Baktım valide hanım içeri girmekte kararlı, nasılsa böyle bir yönetim biçiminin evlere servisi de vardır diye gönlüm gayet rahat bıraktım kapıya kendisini, pasha pasha evime döndüm o gecce.
"Elini vicdanının üzerine koy, konuş, ne eksikti o düğünde? Kırmızı havyar bile vardı. Metropolitanlar, kozmopolitanlar (kokteylmiş) su gibi aktı. Viskileri kasasıyla getirttim. Osmanlı-İtalyan mutfağı bir arada. Melisa'nın gelinliğinin üzerinde kaç tane (bir taş cinsi, adını hayatta söylemem) vardı. Tahmin et, tam beş yüz tane. Petek Dinçuyluklar'ın gecesi kaç para biliyor musun sen? Servete mal oldu o düğün bana. O zaman işler iyiydi para kum gibiydi ama şimdi ekonomik krizdeyim. Valla billa on bin dolarla dönüyorum kaç aydır. Başka da gelirim yok. Yemin billâh şirket benim değil. Şirketin çalışanıyım sadece. Şirketin bir iki şeyşi üzerime, o da ortaklar şey yapmasın diye. Hani vergisi falan ticaret hayatı bu yarın ne olacağı belli değil o yüzden."
Bak, ben senin ne kozmopolitinden içtim ne de uyluk kebabından yedim. Ne hamama girip terlemişliğim var, ne de on bin doları bir arada görmüşlüğüm… Diyeceğim demesine amma adam bir susmuyor, iki susmuyor, hiç susmuyor.
Sonunda baklayı çıkardı ağzından. Melisa evden kaçmış. Cazibanım teyzenin asortik kızıyla tanışmak kısmet olmadı ama, "aferin Melisa yengeye" diye geçirdim içimden. O arada asıl bombayı patlattı. "Avukata vermiş beni, versin, onda bi tane avukat varsa, bende ordusuyla da, durum bu kadar basit değil. Şirketin üzerimde görünen taşınmazlarını, yazlığı, kışlığı ne varsa hepsini istiyor."
Eh, su testisi su yolunda kırılır Demir efendi. Mamafih öyle bir gelinlikle, nereye kaçıyor? Sen o taşları insana ağzından yutturur, altından çıkartırsın dedim ama, beni duymadığından eminim.
"Bir aydır arabada bile dinliyorlarmış beni. Nereye gittim, kimle konuştum, ne yaptım hepsinin kayıtları var ellerinde. Cep telefonumun mesajlarına kadar çıkarmışlar. Yandım ben ki o biçim yandım. Yani iş avukatlık, mahkemelik bir iş değil. Eline birkaç bin dolar geçiren orospu, kendi kocasının hayatını söndürüyor."
İşin içinde mafya varmış. Mesele yat kat meselesi değilmiş, verse de kurtulamazmış, bu herifler artık onu ömrünün sonuna kadar şantajla sürüm sürüm süründürürlermiş. Ayağımın altını öpseymiş de biliyorsam eğer, yengenin yerini söyleseymişim. Hayatta hiç bir şey bedavaya olmazmış ve iyiliğimin karşılığını da takır takır ödemeye hazırmış.
Adamı kapının önüne koyduktan sonra, oturduğu yeri ve çevresini uzun uzun aradım. Görünmez çatlaklardan içeri doluşan sinsi bir soğukla katılaşmış, kafası paranoyayla bulanmış ve ağzının tadı çoktan kaçmış. Kibrit kutusu içinde küçük bir mikrofon olabilir. Aslında bu sigara paketi belki de gizli bir kamera. James Bond filmlerindeki casusluk malzemelerini de bir bir hatırladıkça, evin içindeki her eşya göze-kulağa dönüştü sanki.
Yıllarca her sabah, bir iş bulma umuduyla, kahraman bakkallardan bi ekmek bi gazete alan ve gazetenin sarı sayfalarını hatmetmekten ciddi ciddi hepatit geçiren bendeniz, bu hikâyeyi doksanlı yıllardan hatırlıyorum. Aynı sarı sayfalarda zaman zaman, şöyle ilanlar dikkatimi çekerdi. "Hanımefendiler, aldatıldığınızdan mı şüpheleniyorsunuz? Beyefendiler, siz evde yokken karınızın ne yaptığını mı merak ediyorsunuz? Hemen bizi arayın, sizin için öğrenelim." (Tek işleri bu değil tabii, hatta kayıp kişileri bile buluyorlarmış, Demir efendinin bundan haberi vardır mutlaka.)
Kötü bir şaka değilmiş meğer. 1980'de Turgut Özal'ın kendisi hazırlamış bu yasa tasarısını. 3963 nolu Özel Dedektiflik Kanunu. Üstelik TBMM'den de geçirmiş. Zamanın Cumhurbaşkanı Demirel, "bizim toplum bunu kaldırmaz" diye reddetmiş. E, reddetsin ne var ki? Düzen kurulmuş, meyvelerini de veriyor. Kaldı ki, aşağıya adresini yazacağım röportajda da görüleceği gibi Demirel de fikrini çoktan değiştirmiş zaten. Gazamız mübarek olsun.
İşte haber:
"Özel dedektiflik toplum hizmetidir. Başka ülkelerde ne varsa bizde de olmalı. Türkiye Avrupa birliğine girecek. Türkiye'nin tüm kanunları Avrupa birliğine uyacak şekilde ayarlanıyor. Bana-sana-ona göre diye bir şey yok. Diğer ülkeler ne yaptıysa, biz de aynını yapacağız. Dünya evrenselliğe doğru gidiyor. Bu da onların içinde bir şey."
Soru: Ama Türkiye'de pek çok kanunun özellikle Türk ceza kanununun değişmesi gerekebilir. Örneğin, ABD de eğer kişinin vukuatı varsa müdahale edilebilir, meselâ yatak odasına kamera yerleştirmek, onu dinleyebilmek, yaşam alanına girmek serbesttir. Ama Türk ceza kanunu, özel hayata müdahale edilemez diyor.
Demirel'in cevabı: Başka ülkeler dedektifliği kişilik haklarına müdahale almıyorlarsa, biz niye alalım? Zaman içinde bunlar evrensel boyut kazanacaktır.
Türkiye'de de özel dedektiflik kurumu usul usul yerleşiyor. İlk müşteriler, aldatıldığından kuşkulanan eşler.
Zaman gazetesindeki haberden bir bölüm:
" Türkiye'nin ilk kadın dedektifi olduğunu savunan Zeynep K, özel dedektiflerin, dünyada cinayet, hırsızlık, kaçırma, uyuşturucu madde gibi suçların aksine Türkiye'de müşteri taleplerine göre genellikle aldatan eş takibi yaptıklarını belirtti. Zeynep K, şöyle konuştu:
"Bugüne kadar hizmet verdiğimiz yaklaşık bin müşterimizin yüzde 95'ini, aldatıldığından şüphelenen eşler oluşturuyor. Bu müşterilerin yüzde 80'ini aşkın bölümü ise kadınlar. Kadınların aldatıldıkları yolundaki şüpheleri gerçek çıkıyor ve özel ekiplerimizle bir haftalık takip sonucu, fotograf ve görüntü tespitleriyle aldatmayı kanıtlarıyla ortaya çıkarıyoruz. Hemen her meslek ve yetişkin yaş grubundan müşteriye hizmet veriyoruz."
Filiz Sazak - 13 Mart 2010 (11:38)
Deniz Türkoğlu neler yazdı?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.