Patronsuz Medya

Damdan düşenin halinden en iyi damdan düşen anlar

Deniz Türkoğlu - 13 Kasım 2003  


Deniz'in mektubu

Merhaba Necdet…

Taksit taksit gidiyorum galiba yazımı okuyunca "hayrola Deniz, durum galiba sandığımdan daha vahim, çok mu sıkışık durumdasın?" diye sormuşsun.

Cevabı geciktirdiğim için özür dilerim. Durum o kadar da kötü değil. Ev sahibi-elektrik-su problemleri çözüldü. Uzun zamandır işşizim fakat, bir iş yapmak da gelmiyor içimden. "sorular sorular sorular" yazında olduğu gibi; her gün karşı duvarı seyretme kendi rekorumda, biraz daha kendimi geçiyorum.

Üniversite dönemlerimde, Dolapdere'de bir eskicinin yanında çalışmıştım. Eskici dediğime bakma, "antikacı" diyorlar şimdilerde. Buz gibi derme-çatma bir dükkânda, piknik tüpünün üstünde gün boyu kaynayan ve hemen kafa yapan ispirtolu gomalakla eşya cilalıyordum. Sedef kakıyordum. Fırlatılıp atılmış ya da çok ucuza kapatılmış hurdaları, yeniden hayata döndürüyordum.

O kırık dökük, her kurt deliği parmak büyüklüğünde eski tahtaları gören, sobasında yakmak için bile eğilip yerden almaz. Adam oluyorlardı ama, hem de nasıl adam oluyorlardı, şaşırıp kalıyordum. Sanki ruhundan dökülen ne varsa, ağır ağır içer gibi, sana açılıyorlardı. Ne itiraz, ne çekişme hiç bir direnç göstermeden, itmeden incitmeden seni yutuyorlardı.

Günün birinde seyretmeye kıyamayacağın bir antika olarak, sarılıp sarmalanıp pahalı muhitlerdeki antikacı dükkânlarının yolunu tutuyorlardı. Ben böyle, o hurdaların bile şefkatle sevgiyle hayata döndüklerini gördükçe; kim bilir insandaki cevher nasıl da parlar, kim bilir hayat ne sonsuz bir kaynaktır diye sevinçten uçuyordum.

Ne varsa bu marangozlukta, en çok o işi özlüyorum.

Şimdilik yolunu bilmiyorum ama; iş de bulunur, para da. Bulunmazsa eğer, hayat ne getirdiyse onu yaşamak gerekiyor. O bir "son" olsa bile. "Hiç bir şey" olmaktan korkmuyorum. Sonları, sonsuza kadar ertelemek, mümkün de görünmüyor zaten.

Varsın karımdan-kocamdan, evimden-arabamdan, kitaplardan-şiirlerden, yapmazsam olmazmış gibi duran işlerden kopayım-kopartılayım. Varsın üstümdeki cilâ, günden güne çizilip dökülsün. Kurt yesin, rutubet kemirsin kemiklerimi. Her şeyin gitmesine izin veriyorum.

Bütün organizmaların sona erdiği bu yaşam biçiminde, geçmişe niye, neden hırsla yapışayım? Hele ki onun içinde bu kadar çok kavga, sefalet, çatışma, acı varken. Onu neden sahipleneyim? Geçmişe sıkı sıkı tutunup, onu bırakmamak; büyük bir akılsızlık olarak görünüyor gözüme. "Yetmedi, aynılarını yeniden, daha-daha istiyorum" demek değil mi öylesi?

Ölüm; yaşamın bir parçasıymış, yaşamak ölmek demekmiş, artık biliyorum. Asıl bilgi bu değil yine de. Asıl bilgi; bağımlılıkları, hedefleri, arzuları ve en önemlisi geçmişi terk edebilmekmiş. Sevgi olmayan her şeyi terk edebilmekmiş. Tüm bunlardan kurtulunca, gerçekten de geriye yalnızca çırılçıplak sevgi kalıyor. Sevgi ve hemen şimdi. Yaşamak, sevmek ve ölmek hepsi de hemen şimdi.

Son yazının ismi için sana teşekkür etmek istiyorum. Öyle bir başlık koymuşsun ki, alttaki satırlar zaten gereksizmiş gibi duruyor. Sana ikinci bir posta ile, yeni bir yazı gönderiyorum. Boş bir zamanında okuyabilirsen, düşüncelerini bana da söylemeni dilerim. Eğer beğenirsen başlığı yine sen koyarsın. Bilmediğim bir şeyin içine girdim Necdet, yazdıklarımdan emin değilim (belki de onlar, kimseyi ilgilendirmiyorlar).

Hem emin değilim hem onlara da sıkı sıkıya bağlı değilim. Bu bilinmeyen alanda hareket mi etmeliyim, yoksa yine bağdaş kurup karşı duvarı mı seyretmeliyim, işte bunun kararında da dostluğuna ihtiyacım var.

Sevgiyle.

diYorum

 

Deniz Türkoğlu neler yazdı?

165
Derkenar'da     Google'da   ARA