Patronsuz Medya

Beyhude gû

Deniz Türkoğlu - 27 Temmuz 2013  


Bilmeyen kaldı mı, öyle bir memlekette yaşıyoruz ki, mağdurların üzerinden PALA, SOPA, BIÇAK, TABANCA, saldırganların üzerinden LİMON, PANKART, DERGİ, KİTAP çıkıyor.

Bana da bu yaşa bu hayal kırıklığı, artık fazla geliyor. Bir çuval inciri mundar olmuş adem gibiyim. Âdem'in bir çuval inciri mi varmış dersen, her halde yoktur. Benim de yok zaten. Ayrıca ben Hz. Âdem'i de kastetmiyorum.

Yaratılışçı bir bakış açısıyla; o'ndan şimdiye devam eden akrabalık bağıyla, kendi "anarşik" varlığımı kastediyorum.

Dönem gözünün üstünde kaş var diyenlerin "yakala anarşiği" dönemi ya, o yüzden. Yoksa bana bıraksan, ikinci yarıyı sabah akşam siesta yaparak ve göbeğimi kaşıyarak geçirebilirim. "Ne işim olur anarşizmle falan!" diyeceğim de, dilim öyle yalan beyanlara pek alışık değildir.

Madem yaratılışçı bakış açısıyla bakıyorsun, o zaman neden "kaderci" değil de "anarşist" oluyorsun diyenlere verecek cevap bulamam. Ama ya anarşi de kadere dahilse? Olamaz mı? Bal gibi olabilir.

Meselâ Cemil Meriç de "gitmek kaderi düzeltir" der. Kendi tecrübelerimden hareketle, bazen gerçekten de giderek bazı problemlerin çözülebildiğini biliyorum. Belki ince/rafine değil ama işe yarıyor. Burayı Cemil Meriç'le aynı düşünüyorum.

Yani bana göre de ne "kader" düzeltemeyeceklerimizin arasında, ne de "gitmek" öyle imkânsız bir şey değil, bu hayatta her şey değiştirilebilir. İnsan bacak kaslarının kuvveti oranında (aslında bacak kası değil, cüzi irade galiba), kötü kaderden uzaklaşabilir.

Gene de tüm bunlar yalnızca birer düşünceden ibaret. Kural değil, kaide değil, kanun hiç değil. Hem düşüncenin, kuralla kaideyle kanunla işi ne, kaygı, endişe, sıkıntı gibi hallere daha yakın.

Alfred Adler, uygarlığın anksiyetenin sonucu olduğunu söyler. "Mağara adamları, dişleri ve tırnakları daha güçlü ve insan soyunu sona erdirebilecek olan kaplan, bizon benzeri yırtıcı/vahşi hayvanlarla başa çıkabilmek için düşünmeyi icat etti." der.

Düşünmek ne denli zorlarsa zorlasın, ne kadar acıtırsa acıtsın, iyidir. Hem de aynı acaip uygar dünya içinde, bulunduğu "elit" yeri korumaya çalışan pek acaip bir takım adamların; tüm tehditlerine rağmen iyidir.

Ayrıca düşüncemin "kaderini seveceksin" önermesine de hiç bir itirazı yok. "Kaderini sevme" demiyorum ki, hatta bu işler keşke bana sorulsaydı, o zaman "önüne geleni sevebildiğin yere kadar sev" derdim. Kabul ediyorum oldukça zor, ama insan neleri başarmamış, zoru da başarabilir.

Sonuçta "geçmiş", sen ister kabullen ister kan davası güt, hiç bir şekilde değiştirilemez, ancak kabul edilebilir. Elden geldiği ölçüde onaylanabilir, sindirilebilir, belki ondan bir şeyler öğrenilir, dersler çıkartılır ve kim bilir belki sevilebilir de.

Çünkü "şimdi" yi sevmek (hatta bir ölçüde kurmak, inşa etmek), tamamen kendi elimizde ve tamamen kendi tercihimize bağlı değil mi?

Hazır bu kadar gaza gelmişken, şimdi ben de birilerine, "İnsafın kurusun insafsız, hakikaten çok kötüydü geçmiş, sevilesi bir tarafı yoktu hiç olmadı, haliyle unutamıyorsun, ama aynı geminin içindeydik seninle, yüz yüzeydik, bize mi anlatıyorsun? Öyleyse nedir bu geçmişin kiniyle bilenmiş kan davası gibi husumet, nedir bu geleceği ağır ağır zehirleyen kangrenli dil?" diyeceğim de, Mevlâna okuyorum son günlerde, o böyle durumlara "beyhude gû" diyor. Beyhude gû, dünyaya ve ahirete faydası olmayan boş konuşma demekmiş.

Hadi ben haddini bilmez densizin tekiyim, üstelik anarşik pornografiden sayılabilecek sayko hallerim var. Peki ya ilminden sual olunmaz bunca yıllık hatiplerin sürç-i lisanına ne demeli?

Malumunuz, Sayın Tuğrul İnançer tasavvuf geleneğini ve tasavvuf adabını bilen, aynı zamanda sürdüren biridir. Bizzat tanık değilim ama duyanlardan dinledim, geçenlerde canlı yayında, talihsiz bir yorum yapıp şunları söylemiş:

"Hamileliği davul çalarak ilân etmek bizim terbiyemize aykırıdır. Böyle karınla sokakta gezilmez. Her şeyden önce estetik değildir. 7-8 aydan sonra anne adayı biraz hava almak için beyinin otomobiline biner, biraz dolaşır. Sonra akşamüstü çıkarlar. Şimdi ise maşallah, kanatlısı kanatsızı televizyonlarda uçuşuyor. Ayıptır ayıp. Bunun adı realizm değildir. Bunun adı terbiyesizliktir."

Bu denli güvenli bir beyanın, sürç-i lisan olduğunu kim söylüyor, değil mi?

Rollo May de diyor ki:

"Hatipler genellikle toplumdaki malikleri temsil eder ve mevcut ekonomik sistemden oldukça iyi nasiplenirler. Oysa dinleyicilerin çoğu, böyle hatiplerin gerçek bir isyan karşısında nasıl dehşete kapılacaklarının farkındadır."

Farkındalığa diyecek yok, ama insanda da bir dayanma kapasitesi var. Memleket gündemi her birimizi Muhteşem Yüzyıl'ın Hürrem'ine döndürdü, tükenmişlik sendromundan muzdarip olan olana. Ve dahi hepimiz 7-8 aylık hamileyiz, ayrıca hepimiz her akşamüstü önümüze ilk çıkan hatibin arabasına binip, biraz hava almayı aş eriyoruz. Bilmem anlatabildim mi?

Derdimi Türkçe anlatamadıysam, davul da çalabilirim: Edep ya hu!

Yorumlar

Videosunu eklesem mi acaba?

"Bunun adı realizm değildir! Heh!"

Kanatlı Kanatsız - 29 Temmuz 2013 (13:46)

Densizlik, edepsizlik bu. Hamile kadının hava almasına gerek yok, "kur evine bir oksijen çadırı" evinde alsın havasını. Öyle erkek misafir gelince de, geçsin odasına, kırsın dizini otursun.

Belinde sopasını, karnında sıpasını da eksik etmeyeceksin azizim. Değil mi ya?

Celâl Gün - 29 Temmuz 2013 (19:05)

Terbiye sözünden, 'terbiyeli kereviz'deki 'terbiye'nin işlevi anlaşılıyorsa:

'Edebi, edebsizlerden öğrendim' diyen Zat'ın sözlerini ağzında sakız eden Alim! vb kim olursa olsun; edebsiz, terbiyesiz olanı da O'nun yarattığını ve de sorumlusunun O olduğunu bilmesi gerekir ki bu, Tasavvuf ehlinin 'olmazsa olmaz'ıdır.

Ayrıca, 'terbiyesiz'e, 'terbiyeli olarak', yani 'güzel sözlerle yaklaşmak 'da İslâmın / tasavvufun temel davranış biçimlerindendir. (Bugünkü İslâm ve de, Vuf'u gitmiş TASA'sı kalmış, Tasavvuftan söz edilmiyor burada)

Tasavvuf ehli, sükut etmenin esas olduğunu bilendir; bunun için, konuşması gerektiğinde de, güzel bir dille konuşur, KINAMAZ hiç kimseyi.
Hitap ettiği, kendini bilmeyen cahil ve hamile kadın olduğunda, özellikle!
Gerçek Alim bilir ki, kınadıkları yüzünden, kınanacaktır bir gün.

* * *

Siyasinin kitabında, kendisine, her şeyin sonunda, daha çok lâzım olacak en değerli eksik, MERHAMETTİR. (Bugünkü birçok 'tasavvuf ehli'nin de 'siyasi' olduğu gerçeği hatırlatılır, bu arada)

Kınamak zulmün bir çeşitidir.

Bu zulmü işleyen herkes, kendinin değerlerini sogulamalıdır, yeni baştan.

Çünkü O'nun kitabında 'mehamet etmeyene merhamet edilmez!' yazıyor.

Bugün, 'mide orucu 'ile beraber, biraz da SÜKUT orucu yapınız. Neden mi? Sahip olduğunuz beyni kullanmanıza aracı olur da, Ondan.

İsmail Sabaz - 4 Ağustos 2013 (17:52)

diYorum

 

Deniz Türkoğlu neler yazdı?

94
Derkenar'da     Google'da   ARA