Güzel dağlar, canımın özü dağlar, süsen otları gibi susan dağlar, ben gidiyorum. Misketlerimi alın. Berivan'ı unutturur mu bilmiyorum. Unutturmasa da bütün varlığım bu işte, hepsi bir avuç, hepsi bu kadar. Misketlerime iyi bakın.
Asıl bir tanesi vardı ki, hem hepsinden büyüktü hem de hepsinden güzel renkliydi. Onu sapana takıp, uzaklara yolladım. Kim bilir nereye gitmiştir? Ben güzelden korkarım. Berivan'dan da korktum, onu da geri alamam.
Çok yıllar oldu. Dağlarda bulmuşlar Berivan'ı. Kırılmış bir ağaç dalı gibi, yavru bir kuş leşi gibi, kabuklu kızıl bir yılan gibi ters dönmüşmüş toprağında. Kızıl kundağının içinde, ağzı burnu ezik, çürümüşçesine yatıp duruyormuş.
Ben daha doğmamışım o yıl. Anam o sene değil, ondan sonraki sene değil, Berivan ayaklandığında gebe kalmış bana. Doğumda kaynar su taşıtmışlar zavallıma. Yıkmış ayaklarına koca kazanı daha o gün, cayır cayır haşlanmış. Uğursuz diye bağırmışlardır köyün karıları, kovalamışlardır ahıra. Ben bilirim.
"Seninle aynı gün, bir kuzu doğdu ahırda" demişti. Ama yaşamamış. "Ya sen de ölseydin acından o gün?" derdim, "Sen yaşıyorsun ya, o yeter." derdi.
"İllâ ki göreceğim" diye tuttururdum. Al basardı yanaklarına. "Kaç kere gördün ya" diye söylenir, ayaklarını dizlerinin altına çekerdi.
"Olsun, sen gene göster, göstermezsen giderim." der, hiddetlenirdim.
Etrafı kolaçan ederdi sıkıntıyla, minik elleriyle çaputları açardı ağır ağır.
"Bir daha ahıra gelmeyeceğine söz ver."
"Verdim."
"Sözünü gene tutmazsan?"
"Tutarım."
Dizlerinin altı sanki iki ince değnekti. Ayakları perdeli, derisi kapkara, kemikleri püf diye üflesen, havaya karışıp dağılacak bir avuç kül…
Ama gözleri ne güzeldi. Böyle mi kara olur kömür, böyle mi içten içe, bakanı yakıp kavurur?
Öyle uzun uzun bakınca utanır, "Bana öyle bakma, yoksa buralardan kaçarım." derdi.
"Nereye?"
"Geldiğim yere."
"Nereden geldin ki?"
"Bilmiyorum."
"Bakmam bir daha."
"Ahıra da gelmeyeceksin."
"Gelmem."
Biraz durur, sonra gene sorardım, "Çok mu acıdı?" Ses etmezdi.
"Nereden geldin sen? Anan baban yok mu?"
"Yok." derdi.
"Yok mu?"
"Yok."
Ağlamasından korkar, hemen kalkıp giderdim. Ama herkesin anası babası vardır. Onları bulursam, Berivan'ın mutlu olacağını bilirdim. Köyde olmadıklarına göre, mutlaka dağlarda bir yerlerdeydiler. Kendimi yollara vurup, dağlara seslenip arardım.
"Berivan'ın anasııı! Berivan'ın babasııı!"
Sesim dağlara çarpıp geri dönerdi. Korucu Abdullah, beni hep köydekilere şikâyet ederdi. "Bu var ya bu, bütün gün dağlarda bağırınıp duruyor. Kürt kızın anasıyla babasını arıyormuş."
Köydekiler evdekilere söylerdi. Evdekiler köydekilerle aralarında gizli gizli söylenirlerdi. Suratları kapkara, dilleri çatallı, ağız dolusu kalabalık kelimelerin arasında "Kör olasıca, uğursuz, hain" derlerdi. Berivan ahırdan çıkamaz olurdu. Kendi kendine ağlayıp dururdu.
Ben de Çoban Abdullah'ı koca pençeli bir kuş yakalasın, bu dağlardan alıp, çok uzak dağların arkasına bıraksın isterdim.
Söylentiler kesilip, herkesin öfkesi dinene kadar, dağlarda dolaşamaz olurdum. Sonra Berivan ahırdan çıkardı. Ben dağlara çıkardım.
Çoban Abdullah arkamdan gelemesin diye, yürüme izlerimi çalı çırpıyla kapatır, tepeden büyük taşları yola yuvarlardım.
"Berivan'ın anasııı! Berivan'ın babasııı!"
Onları bir an önce bulmak isterdim. Gelsinler, Berivan'ı kucaklayıp bağırlarına bassınlar, sevsinler isterdim. Ama kendi sesim dağlara çarpa çarpa bana geri dönerdi. O dönerdi ben bağırırdım. Ben bağırırdım, o suratıma bir tokat gibi gerisin geri inerdi.
Bu inatlaşma güneşin dağların arasına çekilip kaybolmasına kadar sürerdi. Her türlü sesin, o batış esnasında, bir süreliğine de olsa sustuğu o esrarlı karanlıkta, köyün yolunu el yordamı ararken, çoğu kez içime bir his düşer, "acaba Berivan'ın anasıyla babası ben miyim, değilsem dağlar neden hep sesimi geri döndürüyorlar?" derdim.
Topal Remzi kaç kere beni kurtardı. Düşüp bir yerlerimi incittiğimde, yolumu kaybettiğimde, açlıktan susuzluktan bitkinleştiğimde, Hızır gibi yetişip, karşıma dikilirdi.
"Ne istersin sen Berivan'ın anasından, babasından?" derdi.
"Bulacağım onları." derdim, "Bulmam lâzım."
"Bak hele, tanıyor musun bakalım? Tanımadıklarını nasıl bulacaksın?"
"Ama onlar Berivan'ı tanırlar."
Topal Remzi gözlerini kısarak yüzüme bakardı. "Onlar da tanımazlar."
Ne demek istediğini anlamazdım ama herkes, Remzi de, Berivan'ın anasıyla babasını bulana kadar arayacağımı bilseler iyi ederlerdi. Topal Remzi isterse beni kurtarmaktan vazgeçsin, şimdi burada, bu karanlık dağların başında, bedenimi kurda kuşa hediye diye bırakıp gitsin, umurumda bile değildi.
Remzi, aramaktan vazgeçmeyeceğimi anladığı bir bayram günü, beni dizinin dibine oturtup, sıkıntılı ama kısacık konuşmuştu.
"Vazgeç bu sevdadan, ne seninkileri, ne de kızınkileri, artık kimseyi arama, böyle gelmiş, böyle gitsin, hem Berivan senin yüzünden zarar görür. Sevdiğin zarar görsün ister misin?" diye sormuştu.
Berivan'ın anasıyla babası, bu gördüğüm dağlarda yaşarlarmış. Bir gün, bir sabah alacası, koca koca uçaklar, dağları temelinden oynatan gümbürtülerle, bu dorukları tek tek, kıyı bucak bombalamış. Remzi o günlerin ardından, dağlarda dolaşırken, Berivan'ın anasına rastlamış. Bombaların isabet ettiği sığınaktan etrafa dağılanlar arasında bir kara kıpırtı, bir ince inilti içinde, insan kollarının bacaklarının her bir yere yapıştığı onca kıyametin ortasında, paramparça bir kadın, kayanın ardına saklanmış Berivan'ı doğurmaktaymış.
Korucu Remzi, vurayım mı, kurtarayım mı, bırakayım mı diye bir bir düşünmüş, o böyle düşünedururken, birkaç yıl önceki çatışmalarda üst üste birkaç kurşunun birden isabet ettiği ayağının sızısı burnuna tırmanmış, hırslanmış, sonra sırtını dönüp köyün yolunu tutmuş. Durumu bir tek suratının karasından, yüreğinin daraltısını anlayan, durmadan "neyin var?" diye sıkıştıran karısına anlatmış.
Daha lâfını tamamlamadan karısı dağlara fırlamış, sabaha kadar aranmış. Döner dönmez, Topal'ı kenara çekmiş. Demiş ki "Kadını bulamadım, ama bebesini kanlı çaputa sarılı, bir kayanın dibinde buldum. Bebenin ağzını mendille tıkamış kâfir. Ölsün istemiş belli. Mendile niye ismini işledi öyleyse, onu bilemedim."
Remzi şaşırmış, hem de öyle bir şaşırmış ki, günlerce sesi çıkmamış.
Remzi'yle ikimiz sus pus, o zamana kadar hiç görülmemiş uzunluktaki dağın yolunu ağı ağır indik. Köye vardığımızda, sıradan günlerde rastlamadığımız bir pür neşeyle karşılaştık. Herkes birbiriyle kucaklaşıyor, gülüp eğleniyordu. Bayramlıklar giyilmiş, tatlılar pişirilmiş, koyunlar parça parça edilip koca tepsilere dizilmişti.
Hemen ahıra koşmuştum. Berivan alevli tandırların içinde, dipleri isten kararmış koca kazanlarda su kaynatıyor, kurbanlık etler için meydana kazan kazan su taşıyordu. Acımdan kaskatı kesilmiştim, ne diyeceğimi bilemeden yanında duruyor, sanki hangi kazandaki kaynar suyu, gene ayaklarına indirecek diye, dilim tutulmuş bekliyordum.
Sonra Berivan bana ilk defa sıkıca sarıldı. "Aldırma kuzucuğum" diye teselliye çalıştı.
Birden dilim açıldı, "Berivan" dedim, "Sen üzülme, ben seni severim. Hem de çok severim ki, kimsede öylesini bulamazsın."
Eğildim, ayaklarına kapandım. Çaputları yırtarak açtım. Doğduğum gün haşlanmış ayaklarını, çöp gibi ince, perdeli parmaklarını bir bir öptüm, öptüm… Ama yetmedi, ona canımı vermek istedim, aklıma misketlerim geldi. Kendimi bildim bileli hep yanımda taşıdığım, bana anamdan babamdan kalan tek miras, kendi kirli kundağımın içine bırakılmış tek işaret, bütün varım yoğum, beni dağlara kaynaklayan ateş… Cebimden misket torbamı anında çıkarıp, ayaklarının ucuna bırakıverdim.
Ardımdan Berivan'ın sesini duyuyordum.
"Bayrama kalmayacak mısın? Gitme, bayrama kal!"
Güzel dağlar, süsen çiçekleri gibi susan başı kanlı dağlar, ben gidiyorum. Her şeyim bu kadar, misketlerimi alın, ama Berivan'a iyi bakın. Onu unutur muyum bilmiyorum.
Unutmak çok zor diyorlar.
Öykünüz bana "Dersim'in Kayıp Kızları" belgeselini anımsattı. Yanıbaşımızda hayalet gibi var olan insanlara karşı kendimi mahçup hissettim. Daha beş on yıl öncesinde "Kürtçe diye bir dil yoktur" gibi devlet propagandalarını nasıl da papağan gibi tekrarladığımı anımsadım, utandım.
Yasemin Özalp - 18 Ekim 2013 (10:38)
Deniz Türkoğlu neler yazdı?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.