Patronsuz Medya

Neuzubillâh!
Ne yemiş bu?

Necdettin Sezaryen - 31 Temmuz 2013  


Çocukken mahallemizde Kezban yenge diye bir komşumuz vardı. Maşallah mı demeli bilmem, yürürken göbeği kendisinden bir adım önde yürüyen, gayet etli butlu bir kadındı.

Bir gün elimde börek tepsisiyle evden çıktığım an, sokak kapısının önünde Kezban yengeyle burun buruna geldim. (Ah evet, bizim çocukluğumuzda evlerde elektrikli fırınlar yoktu, o tür şeyler pişsin diye en yakın ekmek fırınına götürülürdü.)

- "Hani bana yok mu o börekten?" dedi Kezban yenge elimdeki tepsiyi göstererek.

Hazırcevaplık mı desem, çocukluk mu bilemiyorum, kocaman göbeğini işaret ederek yapıştırdım cevabı:

- "Sen zaten yemişsin yiyeceğini."

Sinirlenip uzaklaştı. Niye o kadar sinirlendiğini hiç anlayamadım.

Akşam eve döndüğümde çoktan unutmuştum konuyu. Kapıdan girdiğimde annemin ters bakışlarıyla karşılaştım.

- "Bugün sen Kezban yengene ne dedin bakiim?"

- "Ne demişim?"

- "Tüüh! Öyle ayıp şeyler söylenir mi hiç kaç yaşında kadına? Şikayet etti seni, mahçup oldum. Sen böyle mi yetiştiriyorsun çocuklarını dedi."

Ben gene anlayamadım tabii. Şaşkın şaşkın bakıyorum şaka mı yapıyor ciddi mi diye.

Biraz daha eşeleyince çıktı ortaya işin iç yüzü. Meğer hamileymiş Kezban yenge. "Yemişsin yiyeceğini" sözünü de tabii ki "başka" bağlamda algılamış.

Daha çocuğum. Üstelik etrafımızdaki kadınların çoğu zaten göbekli. Ben nereden bileyim hangi göbeğin içinde kıymalı pide hangisinde çocuk var? Ve dahi nereden bileyim bir sıpa göbeğe hangi güzergâhı izleyerek yerleşir? Televizyon mu var o zamanlar?

Biraz daha büyüyüp horoz ötünce o konularda yeterli fikir sahibi olduk olmasına da, Kezban yenge o günden sonra benimle bir daha konuşmadı.

Demek ki bazı göbekler bazı insanlarda pornografik çağrışımlar yapıyor. Hayal güçleri zengin olmalı. Ben hiç öyle biri olamadım.

Sonraki yıllarda rahmetli büyük annemin "biz hamileyken karnımız belli olmasın diye bol giysiler giyerdik, şimdiki kadınlar, o halleriyle ekrana çıkıp, elleriyle bir alttan bir üstten bastırarak şiş karınlarını iyice gözümüze sokuyorlar" dediğini hatırlıyorum.

Sevimli Giresun ağzıyla söylediğinden mi bilmem, onun bu lâfına gülerdik. Pek acaip gelmezdi. Nihayetinde sıradan bir ev kadınıydı. Taşralıydı. Yaşlıydı. Kara cahildi. Bunları her zamanki tontonluğuyla, sorarcasına söylerdi, aşağılarcasına değil.

Peki bir benzerini tasavvuf erbabı diye bilinen birileri söylediğinde…

"Hamileliği davul çalarak ilân etmek bizim terbiyemize aykırıdır. Böyle karınla sokakta gezilmez. Her şeyden önce estetik değildir. 7-8 aydan sonra anne adayı biraz hava almak için beyinin otomobiline biner, biraz dolaşır. Sonra akşam üstü çıkarlar… Şimdi ise maşallah, kanatlısı kanatsızı televizyonlarda uçuşuyor. Ayıptır ayıp. Bunun adı realizm değildir. Bunun adı terbiyesizliktir."
(Ömer Tuğrul İnançer → "Hamile kadınlar sokakta gezmemeli")

Evet, böyle biri söylediğinde neden o kadar sinirimize dokunuyor? Laikçi takıntılarımızdan dolayı mı? Zihnen kutuplaştık mı biz de?

Yoksa bu tür "alim" beyefendilerin bu nevî softalık kokan fikirlerini, despotça ve galiz bir tavırla, sıra dayağına çeker gibi söyleyişi mi tüylerimizi diken diken eden?

Ben bu tür fetvalardan şu sonuçları çıkarıyorum:

Kişi bir konuda alim -ya da muktedir- olabilir. Ama bu onun aynı zamanda sevgisiz ve ruhen hasta olmayacağı anlamına gelmez.

Biliriz ki bir tepkiyi dile getirmenin farklı yolları vardır; ağzından tükürükler saçan, bağıran, aşağılayan bir tarzı varsa, o kişi dile getirmekten ötesini deniyor, yani kaba kuvvete başvuruyor, ezmek için hamle yapıyor demektir.

Kürsülerden, televizyon ekranlarından sinkaf edeni kırk dereden su getirerek mazur görüp, kafasına nişan alınmış gaz fişeğine rağmen kibar ve şen olabileni halihazırdaki iktidara sempati duymuyor diye şeytanlaştırmak ise, sorgulayıcı akılla sorgu memurluğunu birbirine karıştırmaktır.

Ne yazık ki isimlerinin önünde "alim" sıfatıyla dolaşan insanlara bile sirayet eden bu tür bir akıl tutulmasıyla karşı karşıyayız. Tüm o malûmat bolluğunun arkasından sırıtan; "onca zaman siz ezdiniz, şimdi ezme sırası bizde" çiğliği belli ki.

E ne yapalım, biz de dilimizde tüy bitercesine de olsa "bu demokrasi denen şey sadece bize değil, siz de dahil herkese lâzım, sapıtmayın, bindiğiniz dalı kesmeyin" diye uyarmaya devam ederiz. Bunu "dost kuvvet / düşman kuvvet" ikiliğiyle yorumlamak isteyenler de kendi bilir.

Yorumlar

Sondan başlarsak; kimsenin bindiği dalı kestiği falan yok bence. İktidar olmanın, kudretli olmanın da gazıyla inançlarını ifade ediyor adamlar. Daha önce de ediyorlardı ve çoğunluk gülüp geçiyordu bu türden lâfızlara. Ancak artık durum değişti; çok büyük bir kitle, çoğunluk da diyebiliriz, bu türden adamların ağzından çıkan her sözü onaylıyor ve onların salık verdiği biçimde yaşamaya çalışıyor bugün. Onlar da, bunun tamamen bilincinde olarak, bu tür söylemleri dile getirmekte hiç bir sakınca görmüyorlar. Etrafım, bu türden adamlar tarafından 'ikna edilmiş' insanlarla dolu ve her geçen gün sayıları artıyor maalesef. Nerede yaşıyorsunuz bilmiyorum ama, İstanbul'un Bağcılar veya Güngören'i olmadığı çok açık. Siz halen "laik" bir Türkiye'desiniz sanırım.

Bu tip adamlara, ya da iktidara diyelim, bir takım iyi niyetli tavsiyelerde bulunmaksa, pek demode bir yaklaşım olmuş. Malum, her şeyi bilen ve bildiğini okuyan, hem de iyi okuyan bir kişi(!) tarafından yönetiliyoruz artık.

Ve bu adam her türden tavsiyeye kulaklarını kapayalı, liberalleri falan kapı dışarı edeli çok oldu. Üstelik her halde, isteyeceği son şey demokrasidir bu hastalıklı ruh halinin. Ki, öyle bir dertlerinin olmadığı hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak kadar açık artık. Örnek gerekir mi bilmiyorum. Kendinizi fazla umutlandırmayın derim.

Zgr Tkn - 10 Ocak 2015 (00:21)

Yukarıdaki tespitlerin çoğuna hak veriyor ve saygı duyuyorum. Özellikle yaşadığım yerin "İstanbul'un Bağcılar veya Güngören'i değil, lâik bir Türkiye olduğu" kısmına.

Öyle gerçekten de. Hep tuzu kuru semtlerde yaşadım. Belki o yüzden yolumun kesişmediği, temasım ve alışverişim olmayan "ötekileri" bombalamak yerine, dip dibe yaşayıp yanlışlarına her gün tanık olduğum kesimi çimdikliyorum. (Hepsi, meraklısı için bir tık ötede.)

Bu mecrada yazılanlara göz atanların da Kısıklı'da Güngören'de oturup kim güçlüyse onun dümen suyuna giren yüzer gezer taifesi olmadığını var sayarak ve belki bir işe yarar diye umarak, asude semtlerde oturan beyaz tenli okura hitaben yazıyorum.

Ortalık "battık, bittik, Kanada'ya mı yerleşsek" diyenden geçilmiyor zaten. Bir iki kişi de tercihini burada kalıp çözüm aramaktan yana kullansa kime ne zararı var?

Bunlar velev ki "boş umut" ise, ona da eyvallah. Burada yayınlanan muhabbet parayla satılmadığına göre kimseyi kazıklamış sayılmam.

Necdettin Efendi - 12 Ocak 2015 (13:55)

Yolun kaçta kaçı eder bilmiyorum ama otuz beş yaşındayım. Yaşamımın bugüne kadar olan kısmının tamamı bağcılar-esenler-güngören üçgeninde geçti. Her anlamda çok "içerden" konuşuyorum yani. Dünü hatırlıyorum ve yaşıyorum bugünü. Dünün bugünden ya da bugünün dünden daha iyi olduğunu söyleyemem. Nereden bakıldığına ve herkesin kişisel tarihine göre değişir bu çünkü. Her şey değişir evet. Buralarda da çok şey değişti.

Ortaçağ Avrupasında cadı diye yakılan kadınların, aslında kelime-i şehadet getiren müslümanlar olduğu saçmalığını benimsemiş bir akıl hakim burada artık. Bu akıl, müslümanlara kurulan komplolar, tezgâhlar üzerinden yeniden yorumluyor tarihi. Bugünün tarihini de aynı bakış açısıyla yazıp, olayları aynı biçimde yorumluyor üstelik. Doğal olarak geri kalan herkes, kuşkulu ya da açıktan düşman addediliyor. Perşembe akşamları sokaklar bomboş. Ya "ulan ne diye o kadar para harcıyorsunuz verin bana yüz bin dolar ne var ne yok anlatayım uzayda size" diyen birtakım insanların sohbetlerine koşuyor insanlar, ya da Kurtlar Vadisi'ni izlemek üzere evlerine. Hem de senelerdir. Üç, ya da en fazla olsun beş yaşındaki çocukların türbanla dolaşması sıradanlaştı. Ortadoğu ülkelerinin toplamından çok daha fazla cami olması da yetmiyor artık, neredeyse her bodrum katı mescite, "medrese"ye çevrilmiş durumda. Çok daha fazla şey sıralayabilirim ama sanırım gerek yok artık.

Çok daha öncesine; meselâ seksen darbesine, yeşil kuşağa, şuna buna gider iş aslında ama özellikle bu iktidar döneminde ısrarla ve inatla sürdürülen çalışmalar neticesinde, kendi zihniyetini paylaşan bir kitle oluştu, oluşturuldu. Demokrasi, insan hakları, özgürlük falan deyince aldığınız cevap "müslüman değil misin" oluyor genellikle. İktidarla alıp veremedikleri tek şey var "ona verdin de bana niye vermedin." Adına ne derseniz deyin ama bir şekilde nemalanıyorlar da iktidardan.

İnsanların diline "Türkiye İran olmayacak" sloganını pelesenk eden bir zamanların muktedirleri hiç merak etmesinler.

Kesinlikle iran olmayacak Türkiye. Çünkü onlar şii. Buraların diliyle söylersek; rafizi ya da tağut. Ya da her neyse işte. Ama bir Suriye… Neden olmasın?

Çok uzattım farkındayım. Özetle, tehlikeli olan iktidar değil, yerleştirdiği, yerleştirmeye çalıştığı zihniyet. Ve bu yüzden her ikisi de.

Son olarak; asla umutsuz değilim. Mutsuzum sadece. Geçecek tabii, geçecek elbet. Delip de geçmesin yeter ki…

Zgr Tkn - 13 Ocak 2015 (23:20)

İnsanların inançlarına göre yaşama isteklerini biraz daha anlayışlı karşılamak gerekiyor bence. Olmadık ahlâksızlıklara, hırsızların taltif, terfii ettirilmesine sesimizi çıkarmıyoruz, kim olduğu, kimi temsil ettiği belli olmayan bir açıklamaya istinaden şu kadar milyon insana vay efendim bu yobazlar diyebiliyoruz.

Ahlaki ve insanî yozlaşmanın tavan yaptığı bir dünyada yaşıyoruz. Kimseden umut kesemeyiz, hem belki onlar haklıdır? Demokrasi dediğimiz sistem aslında inanç özgürlüğünü savunurken demokrasi aşıklarının tahammülsüzlüklerini anlamak mümkün mü? Batının senin teroristin benim teroristim dediği gibi demokrasi severlerin demokrasisi ve diğerlerinin demokrasisi gibi ya da demokrasi önce demokrasi aşıklarına eğer artarsa diğerlerine verelim demek olmuyor mu bu?

Gelip geçeceğini sanmıyorum deleceği kesin hatta delip, deldiği yere yerleşme ihtimali de kuvvetle muhtemel.

Türkiye'ye buradan (beyazrusyadan) bakınca böle görünüyor.

Mehmet Karaman - 10 Kasım 2016 (09:05)

diYorum

 

Necdettin Sezaryen ve onun gibiler neler yazdı?

47
Derkenar'da     Google'da   ARA