Karlos Tantana - 10 Aralık 2012
Gitar dediğin rock müziğin esas oğlanıdır. İyisi yüreğe dokunur, gönül telini titretir, ölmüşlerinin ruhuna geçer.
Fazlasıyla erkeksidir. Kadınlar çalarken bile.
Olmaya devlet cihanda sıkı bir gitar solosu gibi…
Örnek mi lâzım? Jimmy Page'in, Ritchie Blackmore'un, Peter Green'in, Brian May'in, Jimi Hendrix'in gitarlarıyla anlattıkları -hissedebilene- çook hikâyeler anlatır. Hele (RiP) Gary Moore'un gitar sololarının arasına başka hiç bir şey eklemeye hiç hacet yoktur. O vibratolar ve nağmeler, insanın yüreğini sızlatan içli hikâyeler anlatır.
Diğer enstrümanların ustalarını daha anmadık bile.
Arada kaynamasın, bir de şunu ekleyeyim: Halk türkülerimizin sözlerine karşı takınılan küçümseyici entel kuntel tavırların arkasında ben şahsen geç uyanılmış bir modernleşmek şart buyruğu ve önden gidenlerle arayı alel acele kapatmak isteyen yapmacık bir tavır görüyorum.
Bu konuda Ferhat Kentel'in isabetli bir saptaması var. Diyor ki:
"Modernlik konusunu bu derece abartanların, aslında kendi modernliklerinden yeterince emin olamadıkları için, 'öteki' diye işaretlediklerini her fırsatta kınadıklarını, modern saymadıkları çoğunluktan kendilerini bu şekilde ayırmaya ve 'bir onlara bir de bana bak, anla şekerim ne kadar modern olduğumu' demeye çalıştıklarını düşünüyorum."
Mesajını tam anlayamamışsam, eğip bükerek aktarmışsam, Ferhat Hoca'dan özür dilerim. Fakat, Salvador Dali'ye nedenini bile bilmeden hayranlık duyan bir kitlenin, söz türkülere gelince "ay ne demek yaa manda yuva yapmış söğüt dalına, ne kadar saçma yaaa" demelerini hiç ciddiye alamıyorum.
Yazılanları okurken gözümün önüne Yavuz Turgul'un Gönül Yarası filminden - beni çok etkileyen - bir sahne geldi.
Filmi seyrettiniz mi? Film, hayatını Anadolu'nun ücra köşelerinde geçirmiş, idealist ve bu yüzden karısı ve çocuklarından bile uzak kalmış bir öğretmen (Nazım - Şener Şen) ve kişilik bozukluğu olan (psikopat) kocasından kaçıp, kızıyla birlikte İstanbul'a yerleşen ve bir pavyonda çalışan bir türkücü (Dünya - Meltem Cumbul) çevresinde geçen olayları anlatır. Psikopat koca (Halil - Timuçin Esen) eski karısına olan sevdası yüzünden dünyayı yakacak kadar gözü kara bir kabadayıdır. Nazım Bey emekli olduktan sonra geldiği İstanbul'da emekli maaşının bağlanmasını beklerken, arkadaşının (Takoz - Sümer Tilmaç) taksisinde şoförlük yapmaktadır. Dünya bir gün Nazım'ın taksisine biner ve bu ikilinin hayatları kesişir ve değişir. Nazım çok sevdiği bu genç kadını her gün işe götürüp getirmeye başlar. Üstüne üstlük bir gün kadının eski kocası pavyonu basınca emekli öğretmen Nazım Bey, Dünya'ya ve küçük kızına sahip çıkar.
Seyretmeyenlere öneririm. Çok duygulu, hüzünlü güzel bir filmdir.
Konuyu dağıttım. Filmin bir sahnesinde Nazım, doğum gününü kutlamak için Dünya'yı yemeğe götürür. Burada Aynur Doğan, "İncir Ağacı" (Dar Hejiroke) adlı Kürtçe bir türkü söyler. Türküyü dinlerken Dünya'nın hüzünlenip ağladığını gören Nazım "Kürtçe biliyor musun?" diye sorar. "Bilmiyorum" der Dünya! Bunun üzerine Nazım tekrar sorar "Ee sözlerini anlamadığın türküye neden ağlıyorsun?"
Dünya'nın cevabı ders gibidir: "Abi bu türküye ağlamak için dil bilmek mi gerekir?"
Kesinlikle aynı fikirdeyim.
"Ne söylendiğine değil, nasıl söylendiğine takıl, ey talip."
Melih Özel - 10 Aralık 2012 (17:56)
Ben kendim şahsen teenage yıllarındayken, o dönemin popüler şarkılarından Symphaty eşliğinde (şarkıyı bilmeyenler için vidivodosu şurada) kızlarla yanak yanağa dans ederdik.
Yıllar sonra ingilizceyi çat pat söktüğümde, şarkının sözlerinin aşağı yukarı şöyle bir şeyler anlattığını fark ettim:
"Şimdi sen tırmanırken yatağına bu gece
ve kilitleyip kapını sürgüsünü çekerken
bir düşün, dışarıda soğuktaki ve karanlıktakileri
çünkü yeterince sevgi yok dünyayı döndürecek…Şu an dünyanın yarısı diğer yarısından nefret ediyor
ve dünyanın yarısı bütün yiyeceklere sahip
ve dünyanın yarısı aç karnına yatıyor
çünkü yeterince sevgi yok dünyayı döndürecek…"
Dedim ya, dilini anlamıyorduk, aşk şarkısı sanıyorduk biz onu.
Necdettin Talipoğlu - 10 Aralık 2012 (20:36)
Baba gitaristler listesine ben de -haddim olmayarak- şu 2 büyük ismi ekleyeyim:
Siyahi Blues = Buddy Guy;
Beyaz Blues = Stevie Ray Vaughan.
BB beyefendiye gelince: Kısa ve dikine rifler, asabî bir vokal; keza hem sesi çatallanıyor hem de şişman herkesten. Zaten gitarına "Lucille" adını veren adamdan ne beklersin?
Fakat bu parçası sıkıymış Allah için. Ve fakat, ses yine de fazlasıyla hasarlı. Üstadın bir KBB'ciye görünmesi şart; aksi takdirde adını KBB King diye tashih etmesi gerekebilir.
(Sahi, bu BB'nin, Brijit Bardo'yla bir alâkası var mıdır? Yoksa sima benzerliği mi?)
Necdettin Missisipi - 13 Aralık 2012 (09:57)
Sırası gelmişken, biraz malûmat zerkedeyim. Google'dan falan değil, hörgüçten.
Yıllar önce bir akşam sıkı cazcılardan (bas gitarın ustalarındandır) bir arkadaşımla bir barda karşılaşmış, blues sohbeti yapmıştık. Sohbetin ana konusu Mark Knopfler ve Stevie Ray Vaughan'dı. O, Mark'ı biraz sıradan buluyordu teknik ustalık açısından. "İşi zekâyla götürüyor" diyordu.
Ama Stevie konusunda hemfikirdik; yani onun yaşayan en baba beyaz bluescu olduğu konusunda.
Tesadüfe mü, yoksa şom ağızlılık mı, ertesi gün radyoda bir gün önce vuku bulan bir helikopter kazası haberi duydum: Stevie Ray Vaughan'ın ölüm haberi.
Clapton'la birlikte çıktıkları bir turne sırasında oluyor kaza. Müzisyenleri taşıyan iki helikopterden biri düşüyor, içindekiler ölüyor. Clapton düşmeyen diğer helikopterde.
Kendisi gibi müzisyen bir kardeşi vardı Stevie'in, "Vaughan Brothers" diye anılırlardı.
Necdettin Çapari - 13 Aralık 2012 (13:10)
Yukarıda isimleri zikredilen gitar ustalarının neredeyse tamamı Strat (Fender Stratocaster) ustasıdır. Fevkalade karizmatik bir gitardır bu; özellikle de lead (solo) gitarcıların gözdesidir. Eşsiz tonundan dolayı.
Diğer iki baba (BB King ve Gary Moore) daha çok Gibson Les Paul çalar ki, bu da bir diğer efsanevi gitardır. Daha çok cazcıların gözdesidir. Bir tanesi de bizim caz ustası Önder Focan'da bulunur. (Bu arada, Önder Focan'ın gizli bir Blackmore ve Coverdale, dolayısıyla Deep Purple ve Rainbow hayranı olduğunu kaç kişi bilir?)
Bu gitarların fiyatları el yakar…
Gelelim Lucille'e… BB usta henüz daha "King" değilken, yani pek gençken, akşamları çaldığı barlardan birinde Lucille adındaki bir haspa yüzünden arbede çıkar. Olay büyür, şişeler şamdanlar havada uçuşur, ahşap kulübe tutuşur, herkes dışarı kaçışır. Tabii BB de…
Sonra gitarını içeride unuttuğunu fark eder ve hayattaki tek sermayesini kurtarmak için yanan kulübeye geri dalar. Etraftan "dur mur" deseler de tutamazlar yoksulu.
Birazdan gitarıyla geri çıkar. Daha sonraki günlerde, o gecenin anısına gitarının üstüne Lucille'in adını kazır.
O günden sonra bu onun için uğur getiren bir alışkanlığa dönüşür ve çaldığı tüm gitarların üzerine janjanlı hurufatla "Lucille" yazdırır.
Hayatımın merkezinde rock müziğinin olduğu gençlik yıllarımdan hatırımda kaldığı kadarıyla hadise bu şekilde cereyan ediyor. Ayrıntılarda bir pas hatası varsa, zaten top sayın Çetinkoz'dan kaçmayacaktır.
Korhan Baran'a kişisel not: Bana adresinizi yollarsanız, size Johnny Winter ve BB King kasetlerimi yollayabilirim. Artık sadece YouTube dinlediğim için kasete ihtiyacım kalmadı, sevabına dağıtıyorum.
Necdettin Mandolin - 13 Aralık 2012 (13:35)
Konu konuyu açıyor. Madem Önder Focan'ın adını andık, onun kırmızı Les Paul'ünün hikâyesini anlatmadan geçmek olmaz.
Zamanında, bilen bilir, iyi gitarlar hep yurt dışından getirtiliyor ama bu iş deveye hendek atlatmaktan daha zor.
Üstad, gitar almak için biraz para biriktirmiş ama nasıl getirtecek? Vergisi, şusu busu dünyanın parası tutuyor.
Bir arkadaşı "dur yaa" demiş, "bizim eski komşumuz var, Cevdet Amca, o bu aralar yurt dışına gidiyor, bir rica edelim, belki yardımcı olur…"
Önder bilmiyor tabii, "Cevdet Amca" nın, zamanın cumhurbaşkanı Cevdet Sunay olduğunu.
Cevdet Amca, eski komşusunun oğluna "tamam, bakarız" demiş. Tutmuş da sözünü. Eh, koskoca cumhurbaşkanı, gidip ucuz bir şey alacak hali yok ya, kerine ferine yakışacak bir şey al(dır)ıp getirmiş: Bayrak kırmızısı bir Gibson Les Paul.
İşte bu gitar o gitar. O seri bildiğim kadarıyla dünyada sadece 4 kişide varmış, ben şahsen anlatanın (Ö.F.) yalancısıyım.
Heredot - 13 Aralık 2012 (15:41)
Mark Knopfler, malûm kendisi kırmızı renk gitarlarıyla ünlüdür. Brother in Arms şarkısı bende de bir elektro gitar tutkusuna vesile olmuştur.
Belki Stairways to Heaven gibi, The Wall gibi gibi zamane hitlerden biri olup unutulup gitmişdir ama benim için hâlâ bambaşka bir değeri vardır.
İnsanın içini titreten bir intro, usul usul kaygısızca söylenen sözler ve bir anda sizi sarıp sarmalayan bir gitar solosu. Hedefe ulaşmak için verilen bir mücadele ve o mücadelenin anlamsızlığı aynı anda anlatılır o soloda. Tabi bu benim hissiyatım.
Benzer bir duyguyu Pink Floyd'un meşhur "Hey You" sunda da hissederim. Sanki bütün bir girizgâh ve sözler sizi soloya taşımak için vardır. O solonun gidebileceği yere kadar gittikten sonra bir anda durması ve o anda söylenen "It was only fantasy" sözü yapılan şeyin beyhude bir çabadan ibaret olduğunu anlatır gibidir.
Yalçın Şahin - 17 Aralık 2012 (10:39)
Bu güne kadar okuduğum en tatlı muhabbet yorumlar yukarıda adını bile hatırlamadığım bir yazı nedeniyle oldu. Katkısı olan herkese teşekkürler ama… Ry Cooder abimizi de unutmayalım lütfen.
Şadi Akgül - 18 Aralık 2012 (20:36)
Karlos Tantana ve onun gibiler neler yazdı?
Bahtsız Bedeviile
Kutup Ayısı(8 Kasım 2012)
dokunulmazevlâtları (26 Nisan 2012)
Ek yerini belli etme de…(4 Nisan 2009)
Bacımektubu (13 Mart 2001)
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.