Patronsuz Medya

Deli Saçması

Orhan Dirim - 6 Ocak 2016  


Hollywood filmlerinde duygusal sarsıntı yaşamış, başı daralan, canı sıkılan, yalnızlaşmış bireyler dertlerini sıkıntılarını paylaşmaya psikologlarına giderler. Uzunca bir koltuğa uzanırlar, doktorları da yanı başlarındaki koltuğa oturur, doktor sorar gözler kapalı, hafif bir uyku hali içinde konuşurlar.

Hasta anlatır, rahatlar. Doktor saatine bakar, zamanın dolduğunu hatırlatır. Seans bitti bilet yandı, bir dahaki randevu tarihini kararlaştırırlar. Sonra hasta muayenehaneden ayrılır.

İkici tedavi yöntemi ise, boş bir odada ve bodrum katı görünümlü bir depo eskisinde, aynı dertten veya benzer dertlerden muzdarip kişiler bir araya gelip daire şeklinde oluşturdukları sandalyelerde oturup kendi yaşadıklarını birbirlerine anlatırlar. Seans ya bir ağlama krizi ya da birinin başka biri ile çatışması sonucu ortamı terk etmesiyle neticelenir.

Sonraki seanslarda ise ortamı terk eden kişi hayatın sillesini yiyerek, yine ortama dâhil olur. "El yumruğu yemeyen kendi yumruğunu balyoz sanır" misali, burnu sürtülmüştür artık. Bu sefer sevecendir, anlayışlıdır, uyumludur, akıllanmıştır. Yani mutlu sondur.

Biz onlar gibi olmadığımıza göre derdimizi kime anlatacağız? Hayatın acılarına nasıl bir fiske vuracağız? Seni deli gibi seviyorum dediğimize mi, "ya delirtmeyin beni, şimdi delireceğim ha, oynatmama az kaldı" dediklerimize mi? Hangi ablaya yazalım, hangi enişteye soralım ne yapıp edelim? Durup sessizce dinlemesini bilen, içimizi dökeceğimiz kaç kişi kaldı ki çevremizde?

Genelde sorunumuzu güvendiklerimizle, sevdiklerimizle paylaşırız. Bu en samimi arkadaşımız olur, annemiz olur, yakın akrabalarımız, yaşça büyük iş arkadaşımız olur, olur da olur… Yaşadıkları tecrübeleri anlatırlar, yol gösterme aracı olarak. Bazen onların yıllarca yaşadıkları, saklı kalanlarını, dinledikçe biz onların sorunlarını çözümleriz. Selâm verirken borçlu çıkmak gibi bir şey. Meselâ yengem, her olayı getirip kızlara, evliliğe bağlar. "Hadi oradan delibozuk evlen de bunları düşünecek vaktin kalmaz" deyip kestirip atar.

Yani biz birbirimizle hemhal oluruz.

Bizim yöntemimiz; şarkıdaki gibidir:

"Hekimden sonra çekenden sor, demişler acısını dertlerin
Çare gösteren değil, çeken bilir demişler"

Psikologa gitmek, aşılamayan sorunları çözme yöntemi midir? Hayır, asla. Biz çözeriz. Psikologa gitmeyiz. Bir duyan olursa korkusu bütün korkuları bastırır. Çünkü deli damgası yemek de vardır işin sonunda. Ben deli miyim? Psikologa niye gideyim. Durup dururken adımı mı çıkarayım. Psikologa gitmek yardım almak, duyulması halinde deliliğin tescillenmesidir. Hatta raporunuz da olur. Ama bu krizi fırsata dönüştürebilen kişilerde vardır. Raporlu delilik,kendini normal kabul edenlere karşı bir üstünlük göstergesidir ve her zaman geçerlidir. "Uyma ağabey sen ona, o delinin teki zaten raporu da var" dediler mi rapor konfora dönüşür.

Bu raporun istisnası, delilik yakıştırılan iki taraf arasında geçerli olmayışıdır. Çünkü deli deliyi görünce sopasını saklarmış.

Apartman komşularınız, site sakinleriniz, mahalleli, sizi yakından bilenler; yüz yüze geldiğinizde, ağızlarını kısarak veya bir ellerinle ağızlarını kapatarak yanındakine fısıldar: "Bak kim geliyor, sen ne diyorsun ayol bu bildiğimiz deli yahu, halinden belli, ne o saç baş öyle, (saçlarınız uzunsa birde sakallıysanız yandınız), kendi kendine mi konuşuyor ne? Hem raporlu da diyorlar."

Artık deli gömleğini resmen giydirdiler boşuna çıkarmaya çalışmayın. Arkanızdan "pek de güzel çocukmuş vah yavrum vah, aslan gibi delikanlı, hiç deliye de benzemiyor" diye bir fısıltı da çıktı mı, artık ağzınızla kuş tutsanız bir faydası olmaz. Vaziyet "deli deli kulakları küpeli" seviyesindedir.

İşte işin komik tarafı da tam bundan sonra başlar. Bu millet en çok deliden korkar. Yüzünüze korkulu gözlerle bakıp yanınızdan geçerken dudak ucu ile gülüp merhaba diyenlerin sizden çekindiğini, gizli bir korkuyu yüreklerinde taşıdığını hissedersiniz. Hürriyetin zirve yaptığı yerdesinizdir. Onlara şaka yapın, takılın, bir şeyler isteyin, olmadık şeyler söyleyin. Hatta yanınızdan geçerlerken "hopçiki, hopçiki hop hop hop" diye kulaklarının dibine sokulup bağırabilirisiniz. Yüzünüzde oluşturduğunuz bir iki tik işin neşesine neşe katar. Artık genel bir kabulleniş, acıma, korku duygularının harman olduğu süreç karşı tarafta başlamıştır. Her şeye razı olunur. Delidir ne yapsa yeridir noktası tam da burasıdır.

Mesela lâf olsun diye "Dün geldiler, çok kalabalık değillerdi ama hepinizi bana ayrı ayrı sordular. Ben de ne diyeyim, hepsinin saçlarını kesin dedim" gibisinden bir masal mı uydurdunuz, hadi bakalım herkesi bir korku sarar. Kıs kıs gülün… Nasıl olsa delisin, delisin… Vallahi delisin.

Hayat, seçtiklerimiz mi? Vazgeçtiklerimiz mi? Ben yapmam dediklerimiz mi? Bu soruları hiç düşündünüz mü? Net cevaplarınız var mı? Kendinizi kabullenişiniz nasıl? Kendinizle barışık mısınız, tutkulu musunuz? Aklınızı başınızdan alan ne? Daha birçok sorular, benzer sorular…

Yaşadığınız toplum nadasa bırakılmışsa ve siz çok okuyorsanız, hayatı sorguluyorsanız, başkalarının derdini dert edinme çabası içindeyseniz, yaşam hakkında düşünüyorsanız, hayvanları, bitkileri kısacası doğayı çok seviyorsanız, farklı düşünceleri dile getiriyorsanız, öngörüleriniz anlaşılamıyorsa… Yok, siz deli değilsiniz. Duygusal zekânızın maksimumluğu, duygudaşlık yetiniz, yaşananlar karşısında size acı veriyorsa, ara sıra sinirli, yaşama küskün, somurtkan, bazen hırçın, içe kapanık, aşırı neşeli, bir ara yüksek sesle şarkı söylerken, bir ara ağlar hale geliyorsanız, bu gel gitleri an be an hissetmek, yaşamak her kula nasip olmuyor.

Hatta delilikle dâhilik arasında ince bir sınırın olduğu da rivayet edilir. İşte hız sınırı tam buna benzer. Uzun ince bir yol, zaman kısıtlı. Bir yanda radar, trafik cezası, trafik kazası; sonunda ölüm de var yani. Öte yanda kısa zamanda varılması gereken yer için hız lâzım. Sınırı aşsan olmaz, aşmasan olmaz…

Hişt susun, onlar gerçeği bilmiyorlar bu sır aramızda kalsın. İçinizdeki deliye sorun, cevabı o biliyor. Ama ne zaman ortaya çıkar, onu o da bilmiyor. Anlamazlıktan gelin sonra içeri koyarlar. Belli etmeden aramızda dolaşan saklı ve gizli delileri tanıyorum, görüyorum, biliyorum. Yanılırsınız, onlar kafalarına huni takmazlar.

Eş dost, şu normaller canım, söylenip duruversinler, "ah çok okumaktan böyle oldu, okumanın da fazlası zararlı, kara sevdaya tutulmuş, yok canım bunların soyunda var, dedesi de deliymiş, her şeyin hayırlısı" deyiverirler. Aman aldırmayın zaten ''deliye her gün bayram'' değil mi?

Gülü seven dikenine katlanırmış. Gelin kaktüs sevelim diken o zaman diken, ama sevene batmaz ki…

diYorum

 

Orhan Dirim neler yazdı?

66
Derkenar'da     Google'da   ARA