Ahmet Faruk Yağcı - 21 Mart 2009
Taksim Talimhane'deki Elektrik İdaresinin hemen bitişiğindeki büyük otoparka akşam hava karardıktan az sonra girdim. Giriş için her zaman tercih ettiğim Dolapdere kapısını kullanmıştım.
Otoparkın üst katları bu aralar renkli gazetesi de olan bir holding patronunun şirketlerine ve televizyonuna ait olduğundan, bahsettiğim alt kapı çok hareketlidir. TV kanalının ulaştırma arabaları, konukları karşılayacak görevliler, güvenlik amirleri bu civarda konuşlanırlar. Gelenin arabasını parkedip, kendisini üst katlara ulaştıran delikanlıların programa gelen ünlü ve yarı ünlüler hakkında neler düşündüğünü hep merak etmişimdir.
Enikonu tombul olan orta düzeyde meşhur sanatçımız ben arabamı parkedip indiğim anda kapıdan girdi. Grand Cherokee kullanıyordu. On yaşlarında bir araçtı. Camını indirip kapıda bekleyen takım elbiseli delikanlının kendisini tanıyıp yaklaşmasını bekledi. Genç yaklaştı yaklaşmasına da maalesef tanımamıştı. Sanatkârımız inatla gözlerini dikmiş bakıyordu.
"Tanısana oğlum beni, ben meşhurlar liginde üst sıralara tırmanan hem sesi güzel, hem de eğlenceli abiyim."
Teşrifatçı elini cebine soktu. Bir kâğıt çıkartıp baktı ve iyice yaklaştığı jipteki abiye Kenan Bey'in programına gelip gelmediğini sordu. "Evet" lendi.
Sanatçımız babayani bir gülüşle etrafa bakmaya başladı. Sahnedeki diğer eleman olan ben bu sırada bagajdan sırt çantamı almaktaydım. Teşrifatçı genç kapılarını açarak sanatkârımızı ve sonradan farkettiğim yanındaki sarışın hanımı indirdi. Direksiyona geçerek arabayı müsait bir yere çekti.
Bagajımı kapattım. Çantamı sırtıma geçirdim. Ortamda bakışlarla taciz edilecek kişi bendim. Sanatçımız kız arkadaşının elini tutarak bana bakıyor ve ben de merdivene doğru yürürken onların olduğu yere yaklaşıyordum. Kız güzeldi. Uzun boylu, uzun sarı saçlı, bolca makyajlı, deri mont altında kot pantolonlu ve topuklu çizmeliydi. Ben ön yargılı değil isem biraz boş bakışlıydı.
İkisi bir bana bakıyorlar tanımam için gözleri ile beni zorluyorlardı. Doğrudan yüzlerine bakmadan yanlarına kadar geldim. Unutmadan söyleyeyim, kıyafetim güzeldi. Karşıdan bakan için olgun ve paralı gözüktüğüm muhakkaktı. Tam hizalarına geldiğimde bir baş selâmı ile sanatçımızın ismini söyleyerek "iyi akşamlar falan bey, başarılar" dedim. Yüzündeki sevinç halen hatırımda. Hemen "iyi akşamlar efendim" demesi de…
Bu, meşhurlar ya da orta düzey meşhurlar tarafından ne ilk taciz edilişimdi ne de son. Spor mercedes direksiyonunda kaldırıma yakın yavaşça giderek kendini vatandaşın ilgisine açan ve genç kızların arabasına atlamasını bekleyen gol atmaz golcülerden birisi de bana çok tacizkâr ve çok zavallı gelmişti. Bu tavrı taciz olarak görmemin sebebi benden mutlak ilgi beklediklerini bilmem ve gardımı alma ihtiyacı hissetmemdi.
* * *
Gerçek tacizlerin yanında buna benzeyen rahatsız edici karşılaşmaların da taciz olduğunu düşünüyorum. Bir karşılaşmaya taciz demek için beni rahatsız etmesi ve savunma pozisyonu almış olmam gerekli. Kendimce kafamda bir sıralama yaptım. İddialı değilim. Objektif hiç değilim. Buyrun:
Daha çok orta-az meşhurların ve güzel kadınların tacizidir. Tacizkar eleman medyatik birisi ise sizin onu tanıyıp tanımadığınızı deli gibi merak eder. Tanımanıza yardımcı olmak üzere oynadığı dizi, sunduğu program ve katıldığı aktivitelerin jest ve mimiklerini gösterir. En sevdikleri şak diye tanımanızdır. O olmazsa "aa nasıl bilemedim, siz falansınız" denmesi de uyar.
Güzel kadınların tacizi de buna çok benzer. Hareketleri oldukça yavaş, sesleri alt perdeden, mümkün olduğu kadar gülümsemeyen tiplerdir. Yan gözle hayran bakışlarınızı yakalamaya çalışır. Seyretmenize ve eğer o ana kadar farketmediyseniz güzelliklerini yakalamanıza fırsat verir. Çantasını karıştırırken, sigara yakarken, saçlarını düzeltirken hep başka yerlere bakar ki ferah seyredebilesiniz. Frikik verenler genellikle güzelliklerinden çok emin olmayanlardır.
Bu ekibin erkek versiyonu sportmen ve kaslı tiplerden çıkar. Çok güzel delikanlılar olsalar da kendilerine güvenleri hayatlarına giren kadın sayısı ile orantılıdır. Hem yakışıklı hem de epey bir icraata sahip iseler hal ve tavırları ile ortamın bayan kişilerinin kalplerini delice çarptırdıklarını varsayarlar. Alâmeti farikaları marka eşofman ve spor ayakkabılardır.
Burada elemanımız genellikle orta yaşı bulmuş, saçının akları görünür hale gelmiş bir erkektir. Paralıdır. Bunu gösterecek alâmetleri de üzerinde taşımayı sever. Markası ilk bakışta anlaşılacak, en azından tahmin edilecek kıyafetleri tercih eder. Arabasının anahtarını elinde taşır. Etrafındaki insanların kendisini önemseyeceğinden ve saygı göstereceğinden emindir. Hitaplarında "canım" en önemli yeri tutar. Birkaç kelime ettikten sonra karşısındakine "sen" demeye, yerli yersiz isteklerinin mutlaka yapılacağından emin bir havada konuşmaya başlar. Uyarına gelirse işinin büyüklüğünden, ne kadar yorulduğundan ve ne denli iyiliksever olduğundan bahseder. Yemek davetlerinde ısrarlı, işyerlerini gezdirmeye heveslidirler. Saf ayaklarına yatarak tacizi savuşturmak evlâdır.
Bunu yazıp yazmamakta tereddüt ediyorum. Yine de zülfiyare dokunmadan yazmaya çalışacağım. Bahsedeceğim yoksulların ve sakatların, hastaların verdiği sıkıntı. Vicdani eğilimlerim her zaman böylesi insanlara yardımı emretmiştir. Bunu yaparken de zevk alırım. Ama karşısındakine mecburiyet atfeden tavırlar kahrediyor. Kendimi köşeye sıkıştırılmış gibi hissediyorum. Yoksulluğunun ya da sakatlığının oluşumunda hiç bir katkıda bulunmayan ben yine de suçlu hissediyorum. Akşamına ruhumda bir sıkıntı ve aynı pozisyona bir daha düşmemek için dilimde dua oluyor.
Tamam kardeşim, çocukluğumu biliyor olabilirsiniz. Hatta okul öncesi çağda evinizde kaldığımızda yatağınıza da işemiş olabilirim. Bundan dört beş kez bahsetmenize de sözüm yok. Akrabaların bir araya geldiği her bayram günü anlatmasanız. Lütfen yani.
Bakın buna çare buldum. Size de anlatacağım. Genellikle üniformalı, bazen de takım elbiseli veya cübbeli bürokrasiden emekli amcaların tacizi söz konusu olan. Kendine bakmış, güzel giyimli, ciddi, her konuda söyleyecek lafı olan, kaşları Atatürkvari yukarı uzamış ihtiyar delikanlılar bunlar. Her girdikleri ortamın tertip ve düzeni konusunda yorum yaparlar. Kimsenin farkına varmadığı intizamsızlıkları farkederler. O birimin idarecisini yanlarına ister ve nizamın nasıl sağlanacağını anlatırlar. İlişkilerinde genellikle "diğer" kişileri eleştirerek mesajlarını verirler. Çekilir şey değildir.
Ben hakir bu takımın ek yerini buldum. Gerçi bu şekilde cevap verince karşıma bir daha gelmiyorlar. O kadar da olur.
Emekli bürokratımızın muhabbet esnasında sarfetmeden duramayacağı bir cümle vardır. Sözü dolaştırır getirir ve "ben bu memlekete kırk (otuzbeş, otuz vb de olabilir) sene hizmet ettim!" deyiverir. İçimden "aha!" derim ve sorumu sorarım. "Meccanen mi?". Önce anlamazlar. Ya da bu sorunun benden geleceğini ummazlar. Şaşkın bakarlar. Devam ederim:
"Efendim memlekete yaptığınız hizmetin parasal karşılığını almadınız mı? Bakın sizler en güzel okullarda parasız okudunuz, en güzel kızları aldınız, en güzel yerlerde tatil yaptınız. Mertebeniz arttıkça da özel şoförünüz, makam aracınız oldu. Güzel maaşınızla bir kışlık bir yazlık dünyalık mekânınızı da aldınız. Siz mesleğinizin gereğini yaptınız ve karşılığını da ödettiniz."
Nutuk bitmiştir. Amca darmadağındır. Bendeki durum ise verdiği yüksek vergilerin intikamını alma hazzı yaşayan adam halidir.
İşyerlerindeki mobbing, aile içi şiddet, cinsel tacizler, mafyavari taciz ve haraç hadiseleri benim alanıma girmiyor. Birileri bunlar hakkında yazıp konuşuyor. Ben taciz edenin dahi farkına varmadığı rahatsızlıklardan bahsetmek istedim. Yanlış söz etti isem affola.
Bir tane de benden olsun:
"Ben var ya ben" tacizi:
Kiralar çok yükseldi diyecek olursunuz, oturduğu evi nasıl bir kurnazlıkla ucuza kapattığını anlatır. Sebzeler hormonlu diyecek olursunuz, yazlıkta nasıl organik tarım yaptığını, sağlıklı beslendiğini anlatır. Sigara öksürtüyor dersiniz, bilmem kaç yıldır sigara içtiğini ciğerlerinin tık demediğini anlatır. İnsanların bencilliğinden dem vurursunuz, yoksullara nasıl acıdığını onlara ne büyük yardımlarda bulunduğunu anlatır. Sözünü kesmezseniz on beş dakikadan önce asla susmaz. Aslında kesseniz de susmaz, sesini kısar sadece. İçin için konuşmaya devam eder. Kendi hakkında tabii.
Ben yine de en çok yakın akraba tacizini sevdim.
Seyit Balkuv - 23 Mart 2009 (16:25)
"Bayan" Tacizi:
Olur olmaz her yerde kadın sözcüğü yerine son yılların modası "bayan" sözcüğü nü kullanarak benim gibilerin beynini dumura uğratan yazarlarğn tacizi. Bkz: Son zamanların gazeteleri.
Raif Yalçın - 11 Şubat 2010 (01:26)
Etimolojik Taciz:
Bunlar efendim bir şey anlatırken kullandıkları kelimelerin farklı dillerdeki karşılıklarıni çeşitlendirerek aynı cümle içinde kullanarak bir nevi 'beyin ambolesine' uğratırlar sizi. Öyle bir hale gelirsiniz ki Cem Yılmaz'ın gösterilerinde nasıl anlatılan konudan kopup koyuverirsiniz kendinizi, buradada benzer bir durum meydana gelir. Karşınızdakinin ne demek istediğini artık anlamaz hale gelmişsinizdir. Hele bir de her kullandığı kelimeyle ilgili o anda aklına bi şey gelmişse bir konudan diğerine atlar ki, artık tahammül edilmez bir hal alır.
Eğer çok dikkatli bir dinleyiciseniz henüz 'dağılmamışsanız', aslında o karmaşık cümleler içinde çok basit bir şeyi anlatmaya çalıştığını fark edersiniz ve bir sonraki cümlesini bile tahmin edebilir, o cümleyi kuradursun siz etrafla oyalanabilirsiniz. Ancak bu arkadaş çok kötü 'dağıttığı' için basit bir cümle kurduğu zaman bile büyük bir iş başarmış gibi gözleri parıl parıl olur ve sizden tepki bekler, üzmeyin lütfen onu, sevindirin.
Aslında bunu yapan kişilerideki aslı amaç size bir şey anlatmak falan değildir. Siz orada sadece onun o anki egosunu tatmin için seçilmiş bir avsınızdır. Sözde ne kadar derinlikli ve her açıdan düşündüklerini ispatlama çabası vardır aslında bu şekilde kendilerine karşı hep bir saygı beklentisi içindedirler.
Bir de hemen her konuda herhangi bir düşünür, yazar, bilim adamı gibi kişileriden referanslar verip çok 'okur-yazar' biri olduğunu göstermeye çalışıp, boş konuşmadığını bir nevi delillendirerek konuşanlar vardır. Bunlarda 'kısa devre' oluşturmak için yapacağınız şey çok basittir; 'Dostum bu konuda senin fikrin ne peki?' Başkalarının sözlerini beyninde 'bir gün lâzım olur' şeklinde depolamıştır ancak hiç bunları analiz edip bunlardan herhangi bir sonuca ya da yargıya varamamıştır.
Necmi Demir - 11 Şubat 2010 (21:52)
Ahmet Faruk Yağcı neler yazdı?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.