Ahmet Faruk Yağcı - 6 Mayıs 2009
Orta yaşa gelirken geçirdiği yılları iki çocuk doğurmak, aralarda kocası ile ayrılıp barışmak, özel bir şirkette yönetici asistanlığı yapmak gibi işlerle geçiren tombulca, güzel giyimli ve boyalı saçlı hanım benden bu lafı ilk duyduğunda çok şaşırmıştı.
Zaman geçti. O, torun torba sahibi, ssk emeklisi, yaşını başını almış bir hanıma evrilirken ben de orta yaşlarını ikmal eden aksaçlı bir doktora dönüştüm. Halen her gelişinde "sana biraz bozulmuştum ekmek parası lâfı ettiğinde" diye hatırlatır.
Özel hastanede çalışmaya başladıktan kısa bir süre sonra tanışmıştık. Aramızdaki konuşma aslında çok da iyi gitmiyordu.
Büyük şirketlerde çalışan insanlar (ustanın kulakları çınlasın her şirkete "dükkân" der) kendilerinin ve dükkânlarının hakkını korumayı pek iyi bilirler. Perihan Hanım da ikinci ziyaretinde bana bir türlü iyi olamadığının şikâyetini yapıyor ve habire "bir sürü para verdiğinden ve iş gücü kaybının olduğundan" yakınıyordu. Savunmaya geçmek ve ona komplikasyon nedir, ilâçlara direnç nedir anlatmak manasızdı. Özel hastane hekimiyim de bir yandan, kendimize kondurmasak da serde inceden tüccarlık var, hali vakti yerinde ve algısı açık bir hastayı kaybetmemek de gerekiyordu.
"Ekmek parası işte. Benim de usulüm bu… Tek reçetede iyileştirmeye çalışmıyorum" demiştim. Aynı küstah tavırla devam etmiştim: "Genellikle ilk reçeteme hafif ilâçlar yazarım ki bir süre sonra yeniden hastalanıp gelesiniz. Böylece iki ücret almış oluyoruz. İlkokula giden iki oğlum var ve masraf çok."
Söylediklerim dikkatini bana vermesine ve kızmasına sebep olmuştu ki istediğim de zaten buydu. Sonra açıklamayı yaptığımda yüzü gülmüş ve memnun ayrılmıştı. Yaşlı annesini muayeneye getirdiğinde kapıdan girer girmez "anamı da getirdim çocukların masraflarına katkı olsun" diye söze başlamıştı.
* * *
Yok, ekmek parası kavramının anlamsızlığını söyleyecek değilim. Aksine işini ekmek parası olarak görenlere derin saygı duyarım. Yalnız yapılan her işe ekmek parası başlığı ile bakınca komik durumlar ortaya çıkıyor. Az bir şey trajik de.
Büdütör Efendi bir vesile ile hatırlattı geçenlerde bu mevzuyu: Meslek gruplarına göre ekmek parası nasıl kazanılır ve de hepsinden önemlisi insanlar kendilerine hal hatır sorulduğunda mesleklerine göre ne şekil cevap verirler?
Sürçü lisan olursa, zülfüyare dokunursa gönülden özür. Şimdiden.
* * *
Aklıma çok eski zamanlarda sanırım Gırgır dergisinde (bir kez de Pişmiş Kelle'de tekrar edilmiş olmalı) yayınlanmış olan, çok sevdiğim çizgi ustası Engin Ergönültaş'ın bir hikâyesi geldi. Bileğine sıkı ve fakat işsiz ve dahi çoluk çocuğu ve kaynanası ile yaşayan bir adamın dramı.
Hikâyede elamanımız kahvede takılırken yanına gelen birisinin tavsiyesi ile genelevde değnekçilik işi için başvurur. (Kerhaneye iş başvurusunda bulunmak da ayrı bir mizahi durum. Birisi sizi pezevenge götürüp "abi bu elemanın kavgasında bulundum, sağlamdır" diyor ve işe alınıyorsunuz.) Gel zaman git zaman eli para tutar. Ne karısı ne de kaynanası paranın kaynağını sormazlar. "Aslanım damat, canımsın damat" lâfları ile "benim kocam bir tanedir, koç be koç!" cümleleri havada uçuşur. Zordur genelevde çalışmak. Bahşişi bol olsa da. Giderek bizim adama koyar. Günün birinde ailecek otururken ve de cümle aile ferdî onu pohpohlarken dayanamaz patlar: "Ulan bir günden bir güne sormadınız ne iş yaptığımı. Habire yiyip içiyorsunuz. Ben kerhanede çalışıyom ulan kerhanede!"
Kısa bir sessizliği müteakiben kaynana konuşur.
"Ne var ki bunda evlâdım, kapıda durup, geç geç geç demenin ne zorluğu var?"
* * *
Bir üst kattaki hikâyeyi fazla yorum yapmadan geçiyoruz. Zamanında kahkaha atmış olsak da derininde gitmesi zor bir hikâyedir. Çeşitlendirelim örneklerimizi. Malûm: Envaı muhtelif maişet temininin.
Örneğin adam tetikçi; işlerin nasıl olduğunu soranlara, "ne olsun abi, idare edip gidiyoruz, bu ara götürü kalçaya sıkma işleri aldım epeyce, çoluk çocuğun nevalesi çıktı. Geçen ay da bir uzun mesafeli suikast vardı, şükür olsun arabayı yeniledik, hanım pek sevindi" der mi acep?
Gizli teşkilatta operasyon kısmında olan birisi düşünelim şimdi de. Takipler, bilgi toplamalar, siyasi bir kuruluşta seçim organizasyonu, ses bombası patlatma gibi işlerinin arasında öğlen yemeğinde buluştuğu dayıoğluna, "Elın'cığım bir şekilde ekmeğimizi çıkartıyoruz işte, hamdolsun" dedikten sonra dedikodu mahiyetinde: "Ceysıngillerin küçük kızı Sementa da bizim serviste çalışmaya başladı. Kız ne olmuş ama, daş, daşş" diye devam eder mi?
İsimleri gâvurlaştırdım ne olur olmaz diye. Ne korkusuysa artık.
Bir orkestra şefi boş zamanlarında kâğıdı kalemi eline alıp ödediği prim gün sayısını hesaplayıp emekliliğine şafak sayar mı? Eline geçecek emekli ikramiyesi ile maaş miktarını öğrenince yüzüne bir gülümseme yayılarak "Allah devlete millete zeval vermesin bu maaş bizim köroğlu ile bana yeter gider" der mi?
Ordu komutanlığına kadar yükselmiş bir general için ekmek parası ne ifade eder acaba? Vatanı kurtarmak ve cumhuriyeti kollamak için hazır beklemek, emri altındakileri nizam ve intizam içinde tutmak, bulunulması gereken yerlerde bulunup bir şey bilmez siyasetçilere yol yordam öğretmek (uzuyor cümle biliyorum, tuğgeneral olsa kısa tutardım), zaman zaman tatbikatlarda askerlik yapmak gibi işler arasında "ekmeğinin peşinde olmak" gibi bir cümle akıldan geçer mi? Yoksa zaten ekmek evvelahir garantide sayıldığından akla hiç gelmez mi?
Bir müsteşar "ekmek paranızı hangi işle kazanıyorsunuz" sorusu karşısında şaşırır mı? "Efendim işte zaman zaman bizimle istişare ederler, bakana falan akıl veririz. Bazen seyahat yaparız. Maaş iyi, yolluklar da güzel." Dedikten sonra içinden "harbiden lan, biz ne iş yapıyoruz?" suali geçer mi?
Bir marangoz düşünelim şimdi de. Mesleğini seven. Kendisine kargacık burgacık dolap şekli çizerek getiren birisine ısmarladığını, sanatından güzellikler katarak yaptığında ve karşılığını aldığında kendisini nasıl hisseder? Müşterinin yüzündeki hayranlıkla karışık gülümseme, elini severek cebine atması ve ücretini ödemesi marangoza nasıl bir gurur verir?
* * *
Alüminyum tepsilerde mayalanmış günlük yoğurt satan ve küçücük dükkânını erkenden açıp tertemiz yıkayıp paklayan, beyaz önlüğünü ve beyaz külahını giyerek müşteri bekleyen bir komşumuz vardı. Kendisinden o denli memnun, soranlara cevaplarında o denli şükür doluydu ki cümle aleme örnek gösterilmesi gerekirdi. O yoğurt tepsilerini hatırlayın. Onları üstüste dizmek için araya konan ikişer kalın tahta çıtayı yerleştirmesini. O yassı yoğurt küreğini tersten kullanmasını. Götürdüğünüz kabı teraziye koyup darasını almasını. Teraziyi her zaman müşteri lehine kullanmasını otuzbeş sene sonra bugün aynı tazelikte hatırlıyorum. Ve yüzündeki gülümsemeyi. Çocuklara hal hatır sormasını. Büyükler sorduğunda gönülden "bin şükür" demesini de.
* * *
Lâf buraya gelince meslekdaşlara bir ince ayar çekelim. Bizim ekip mesleklerini nasıl görüyor bilmem ama ben severek ve Allah'ın günü şükrederek işimi yaparım. Saygındır, aç bırakmaz, açık bırakmaz. Çok istekli olanı ilâveten zengin bile edebilir. Ancak insanoğlu çeşit çeşit, suyun kimi tatlı kimi tuzlu. Dünyayı isteyen de var. Hırkaya razı olan da.
Mesleğini güzel güzel icra eden, kimseyi kandırmadan, üzmeden işlerini yapan hekimlerin aynı zamanda ekmek parası konusunda da tok gözlü olduklarını söylemek mümkün. Zira onlar işlerini yapıyorlar, hastaları ve dolayısı ile para onları takip ediyor. İşte bu tükenmez bir kaynak. İlle zengin olmak gerekmiyor; kişiyi ve ailesini rahat ettirecek devamlı bir gelir en güzeli. Haydi biraz değiştirerek ifade edelim düzgün iş yapanın balyası normal boyutta oluyor ve de kimsenin bunda gözü olmuyor.
Ekmek değil de "fırın parası" peşinde koşanlardan ise uzak durmak herkesin hakkı, ayrıca tarafımdan uzman tavsiyesi. Kızarlarsa kızsın meslekdaşlar.
* * *
Kıllı konuya girerken elim ayağım titriyor.
Özellikle son on senenin sesi çok çıkan güruhuna baktıkça bunu görüyorum. Adı konurken çok düşünülmüş sivil toplum örgütlerinde çalışanlar, vatanın korunmasında kendilerinden menkul görevleri alırken acaba ekmek parasını da aradan çıkarttıklarını düşünüyorlar mı? Kim bilir ne önemli görevler üstlendiklerini düşünüyorlardır. Çok zaman olmadı, motosikletli toplum düzenleyicisi gençleri örgütleyen bir emekli subayın anlattıklarını dehşetle okudum. Abimiz ikibin adet motosikletli ekip kurulmasını öngörmüş. Bunlar gençlerden oluşacaklar (herhangi bir işi olmayan demiyor) ve toplumsal düzeni bozanlara yerinde müdahale edeceklermiş. Al sana vatan severek ekmek parası. "Bugün iki uzun saçlı küpeliyi marizledik."
Mahkeme kapılarında kendini bilmezlere korku salmaktan tutun da hapishane aracından inen vatanseverlere "Türkiye seninle gurur duyuyor" diye bağırıp alkış manyağı yapmaya kadar bir dünya önemli iş. Açık oturumlarda "sözde" demeden konuşamazsınız diye masaya yumruk vurmalar. Gamlı bakışlar ve kendini önemseyen tavırlar. Burada bizim borumuz öter havaları. Üniversite hocalarından başkumandan tavrı ile açıklamalar. Aba altından sopa göstermeler.
Çeşitli toplumsal analiz, strateji, düşünceyi koruma, çağdaşlık, eğitim, dandikten bilim falan derneklerini düşündükçe, bu pastanın büyüklüğünü düşünmeden edemiyorum. Bir de memuriyetinin aslî işi vatanı sevmek olanlar var. Geçenlerde Alper Görmüş'ün köşesinde hurriyet.com.tr adresindeki okur yorumlarından bahsediliyor ve bunların birbirine benzerliğine dikkat çekiliyordu. O anda şöyle bir manzara hayal ettim: Memleketini deli gibi seven bir abimiz, devamlı internet bağlantısı olan devlet dairesindeki masasında günlük gazeteleri okumak ve yorum yapmakla vazifelidir. Kansızlara giydirmek, liboşları haşlamak, duyarlı insanlarla dalga geçmek ve müesses nizamı korumak görevini lâyıkı ile yerine getirmekte ve amirleri de onun bu yeteneğini bildikleri için başkaca iş vermemektedirler. Alın size vatan sevgisi sayesinde kazanılan ekmek parası. Bu sahne benim hayalîmdedir. Gerçek olduğunu düşünmek için ise epeyce alâmet vardır.
Hepsinin ötesinde bu yakıcı vatan sevgisinin bir başka sebebini de söyleyip konuyu kapatayım. Vatanı severken çok sesi çıkanlar için de bir teorim var. Bu insanlar devlet kademelerinde buldukları itibar ve parayı, katı kuralların olduğu, mutlak üretim istenen özel sektörde asla bulamayacaklarını biliyorlar.
Neticede düzenin devamı için şu iki şart gerekli:
1. Vatanın iç ve dış düşmanlar tarafından devamlı tehdit ediliyor olması.
2. Bu tehditlere göğsünü siper edecek asker-sivil kahramanlara olan ihtiyacın asla bitmemesi.
Bir ömür geçer böylece dahili ve harici bedhah peşinde… Emekli de olunur. İkramiyesi ile yazlık da alınır.
Siz… Askerlikten hiç nasibinizi almamış bir yazarsınız. Ordu komutanı ne anlar size anlatayım tabii anlarsanız. Asker yemekhanesinde masalar hazırola sokulur, sonra da bardaklar iple dizilmiş gibi (bazen ip kullanılarak) inci gibi hizaya alınır. Siz bunun felsefesini anlayamayacak kadar sıradanlaşmış bir yazarsınız. Ordu komutanı onu görünce mutlu olan adamdır. Siz bilemezsiniz ki sulh zamanı bardak dizemeyen bir ordu harpte hakim mevkilerin kontrolünü ele geçiremez. Sulh zamanı bardak dizmeyip de ne yapacak adam, ekmek parasını limon satarak mı düşünecek?
Kemal - 9 Mayıs 2009 (23:11)
En basiti en ideal şekilde düzenleme disiplini, gerçekten önemli, aile ocağindan yeni kopup gelmiş bir genç için de oldukça gerekli olabilir. Ama meslegini düzgünce yapan bir doktor, zaten çalışma mantığını ve disiplinini biliyordur inci gibi bardak dizemese de.
Dünyanın en disiplinli askerlerini yetiştirmiş Almanya'da gençler, askerlik çağında tercihlerini, ya orduda askerlik mantığını öğrenmek ya da yaşlı, çocuk bakımı gibi kamu yararına hizmetler yönünde kullanabilirler.
Bu da onlara askerliğin vatana ve topluma yararlı kişi olmak anlamına geldiğini en iyi şekilde açıklar, onlardan hizmet alanlara da tabii…
Nursun Korkmaz - 11 Mayıs 2009 (18:53)
Bu ülkede zorunlu askerlik olduğu sürece bu tartışmaların sonu gelmez. Masumiyet çağında yapılan her şey gibi askerlik de insanın hayatında derin izler bırakıyor. Neticede bir formatlama ki toplumun yarısı denecek bir kitleyi etkiliyor. Bu kollektif sahiplenmenin arkasında başka bir neden aramamalı.
Yalçın Şahin - 11 Mayıs 2009 (22:50)
Kısa dönem askerliğimi yaptığım birlikte, bir üsteğmen, iki hafta boyunca, subay gazinosuna alınacak tabak kaşık vs Için, her gün şehre inip nümune ürünler getiriyor ve onları büyük bir itina ile ve gazinodaki masaya dizip yarbayın incelemesini bekliyordu. Yarbay geliyor, şöyle bir bakıyor, beğenmediğini söyleyip gidiyordu. Ertesi gün, sonraki gün hep böyle devam etti. Sonuçta, gazinoya tabak çanak alınmasından vazgeçildi. İki hafta boyunca tek işi tabak çanak alıp masaya dizmek ve komutanın kararını beklemek olan o üsteğmene bakıp "böyle bir hayat nasıl geçer" dediğimi hatırlıyorum. Ve dahi, şafak sayıyor olmama şükrettiğimi…
Mustafa Selçuk - 19 Mayıs 2009 (01:27)
Yazıyı yazarken ekmek parası kazanmanın çeşitlerine ve aslında saygın gibi gözüken mevkilerin basit para kazanma yöntemleri yanında nasıl zavallı kaldığına dikkat çekmek istemiştim. Askerlik üzerine yapılan yorumların fazlalığı ilginç. Yare var derinde herhal.
Ahmet Faruk Yağcı - 19 Mayıs 2009 (23:46)
Sevgili Ahmet Faruk Bey, ben de yorumları okuyunca şöyle bir tekrardan yazınıza göz attım acaba askerlik falan kaçırdığım bir yer mi var diye. Ama yok… Siz neyi anlatmak istiyorsanız onu anlatmışınız. Tamamına gönülden katıldığımı bildirmek isterim. Yarası olan…
Hukukta okurken emekli paşaların, özel bankalara yönetim kurulu üyeliklerinin dayanılmaz hafifliğini, yıllardır değişmez yargıtay içtihatlarının bile bu dönemede nasıl olup da birden lehe döndüğünü derslerde işlerdik de 'mantığını'(!) bu aralar anlıyorum.
Mina - 21 Mayıs 2009 (15:29)
Ahmet Faruk Yağcı neler yazdı?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.