Ahmet Faruk Yağcı - 13 Ocak 2009
Çocukluk çağlarımın bir kısmı İstanbul'un Fatih semtinde geçtiğinden tarikatlarla bir şekilde temasım olmuştu. Arapça yol yahut yollar manasına gelen bu kelime, daha çok, bazı insanların bir araya gelmeleri ve ortak bir akıl ile hareket etmelerini simgeliyordu.
Ucundan da olsa bir kast sistemi burada da belirgindi. Temelinde eşitliğe çok dikkat edilse de, bazı ağabeyler yolun büyükleri olarak addediliyor, daha sözleri dinlenen insanlar olarak göze çarpıyorlardı. Tarikat ehlinin tavırları birbirine çok benziyor, hatta iyice yakından bakarsanız giyim kuşam tarzlarından ses tonlarına kadar bir çok halleri aynılaşıyordu. Takip edilen hocaefendinin istediğine uygun kişi olabilmek için nefisler törpüleniyordu.
Baharın geldiğini müjdeleyen birçok işaretin görülmeye başlandığı günlerdeyiz. Orta yaşlı olduğumuzu sıkça hatırlasak da, bu günlerde tabiatın dürtüklemeleri ile amaçsız yürüyüşler yapmak, hayatta olma sevincini birileri ile paylaşmak isteği ağır basıyor. Tarihin 26 Mart 2006 olarak kayıt düşüldüğü dün böyle bir yürüyüş yaptım. Bu gezintinin, çok da eğlenceli gitmeyen günüme renk verebileceğini düşündüm.
Yer: İstanbul, Anadolu yakası, semt: Küçükyalı. Sakin ve iddiasız ailelerin, orta düzeyde devlet memurluğundan emekli insanların, gösterişsiz hayat yaşamayı seven genç sevgililerin semti. Denize kolay varılan, yollara basitçe çıkılıveren, güneşi bol bir semt. Burada ara sokaklarda yürüdüm. Denize dik inen sokaklardan adaları görmeye çalıştım. Bir parkın duvarına oturup içerideki hareketi seyrettim.
Bu semtin özelliği, dört ya da beş katı geçmeyen apartmanlardan, ara sokaklardaki bahçeli evlerden ve İstanbul'un diğer semtlerine göre daha geniş sokaklardan oluşmasıdır. Çok da büyük olmayan bahçelerde göze çarpan bir meyve ağacı, trafiğin az olduğu bir ara sokakta kan ter içinde top koşturan erkek çocukları, zemin katlardan birinin penceresinde uyuklayan bir tekir kedi, ikinci kat camından bağıran bir kadın çocukluk günlerimden esintiler getirir. Nadir de olsa, eski günlerdeki gibi, bir boş arsaya ve içinde yıllar önce terkedildiği anlaşılan bir kamyonet hurdasına rastlamak da mümkündür.
Yokuşça bir ara sokaktan gitmek istediğim yöne doğru çıkarken iki katlı bir bahçeli evin giriş kapısı yanında o araba lastiklerini gördüm. Çok eski üç adet lastik… İçleri toprakla doldurulmuş ve yonca ekilmişti… Bildiğimiz üç yapraklı süs yoncalarından. Üç kocaman bitki topağı olarak göze çarpıyorlardı. Kireç boyalı ve çatlak bir bahçe duvarının yanında, evin penceresinin önünde gayet sade bir güzellikle sakince duruyorlardı.
Sonra evin önünde tüm zamanların en kült arabalarından birisini, siyah tavanlı krem rengi, 1972 model dört kapılı Anadol'u farkettim. Fabrikadan çıktığı gibi duruyordu. Beyaz yanaklı lastikleri, parlak aluminyum cant kapakları, dikdörtgen farları, tek parça ön koltuğu, incecik direksiyon simidi ve kelebek camlarıyla 34 sene öncesinden gülümsüyordu.
İki kapılı olanlar 1969 senesinde piyasaya çıkmışlardı. Tek renktiler ve bir havaları vardı. Vites kolları adeta bir inşaat demirinin ucuna takılmış bir toptan oluşuyor ve ön göbeğin altında bir yerlere uzanıyordu. Şasi üzerine oturmuş fiberglass bir kupadan oluştuklarından dolayı çok da rahatsız araçlardı. Bunlardan hayatta kalanları arka kısımları kesilerek kamyonet haline getirildiler ve yakın zamana kadar kullanıldılar. 1972 senesinde yüce milletimin sevgilisi haline gelen Murat 124'lerin piyasaya verilmesiyle beraber Anadol da revizyondan geçti ve dört kapılı bir aile otomobili olarak uzun sürecek Türkiye yolculuğuna başladı. Metal kısımları çabuk yıpransa da tamiri kolay, parçaları ucuzdu. Kupasına hiç bir şey olmuyor, süet ayakkabı gibi basit temizlik ile yetiniyordu. Ve bazı insanlar ayrılamayacak kadar çok bağlandılar arabalarına.
Şimdilerde özellikle Pazar günleri yolun sağından sakince giden bir Anadol gördüğümde dikkatle bakarım. Beyaz saçlı, ince bıyıklı, kilolu olmayan ve altmışlı yaşlarını sürmekte olan bir adam dimdik durmakta ve direksiyonu sarılır gibi tutmaktadır. Yanında soluk renkli başörtüsü eski usul çene altından iki düğümle bağlanmış, alın kısmında beyaz saçlarından bir tutam görünen bir kadın oturmaktadır. İkisi de ciddidir. Araba kullanmanın şakaya gelmeyen, çok ciddi bir iş olduğu eğitimini alan adam ile, şoförün işine karışmadan oturması gerektiğini bilen bir kadın, çocuklarına yahut yakın akrabalarından birisine yaptıkları kısa yolculuğu sürdürmektedirler.Memleketin bir çok yerinde bu çiftleri gördüm. Benzerlikleri dikkatimi çekti. Bunların bir tarikata bağlı olup olmadıklarını düşünmeye başladım gülümseyerek.
Anadol yolunun yolcuları acaba nasıl bir hocaefendiye tabi olmuşlardı? Ne tür konular konuşurlardı? Müridandan birisi gidip "efendim yokuşta bayılıyor, hemen ikinci vitese düşüyorum" dediğinde cevabı; "evlât sabredeceksin, sahibi olduğun araç, düzde seni uçuracak, yokuşta ise sabretmeyi öğretecek, olgunlaşacaksın" şeklinde mi alıyordu? Beyaz yanaklı Uniroyal marka lastiklerin toplandığı bir ortak depoları olabilir miydi? Yatak saran araçların en iyi nerede rektifiye edileceğine dair bir dayanışmaları, sık değişen rotilleri bulacakları yerlerin bir listesi, fiberglass tamiri yapan son ustaların adreslerini astıkları bir panoları var mıydı?
Bu soruların cevabını ben bulamadım. Benimle birlikte aramak isterseniz gördüğünüz Anadol'ların dışına ve içine mutlaka bir göz atın. Gördüğünüz araçta kaput üzerinde bir yükselti, bagaj kapağı üzerinde enine bir boya çizgisi varsa, hele de çelik cant takmışlarsa hemen kafanızı çevirin. İhanet üzre bir Anadol sahibi ile karşı karşıyasınız demektir. İçine bakmasanız da olur.
Anadol yolunun yolcularına http://www.anadolclub.org/ adresinden ulaşabilirsiniz. Maalesef beyaz yanaklı lastikleri kalmamış.
Tuncer Baykas - 3 Şubat 2009 (05:46)
Dedemde yeşil bir Anadol kamyonet vardı. Sonradan kamyonete çevrilenlerden değil; 1972'de sıfır almış onu, orijinal kamyonet. Hani şu yuvarlak farlı, sinyali ayrı olanlardan. Çocukken o kamyonetin kasasına tırmanıp "Taksim! Taksim!" diye bağırdığımı iddia eder aile büyükleri, neden öyle bir dolmuş çığırtkanlığına ihtiyaç duyduğumu bilmiyorum.
Beyaz yanaklı Uniroyal değil, Pirelli lastik kullanırdı dedem. Ben Pirelli'nin logosundaki P'nin 'irelli'nin sonuna kadar uzatılmış olmasından olacak, Firelli sanardım o markayı. Ve Tekirdağ'ın üzüm bağlarını altını üstüne getirmesine rağmen lastiklerinin hiç patlamamış olmasından dolayı, "Firelli patlamayan lastik yapmış" diye inatlaşırdım arkadaşlarımla. Babamın arabası ne zaman dedemin bağına girse lastiği patlardı çünkü, oysa dedemin Firelli'leri 1972'den beri patlamamıştı.
Mercedes'lerin "kırılmadığına", Firelli'lerin patlamadığına, babaların yalan söylemediğine ve daha birçok şeye katıksız inanılan masum yıllar. Şimdi ne zaman bir Anadol kokusu duysam o yılları hatırlarım. Farklıdır Anadol kokusu, benzemez diğer arabalara. Elbette tüm bu romantizmin sonunda Anadol markasını üretenleri çok seveceğimiz düşünülmesin, Devrim'in yok olması için gösterikleri çabalar başarılı oldu sanıyorlar o zaman.
Akay Perker - 3 Eylül 2009 (00:20)
Anadol kokusunu çok iyi hatırlıyorum. Yanınızdan geçtiğinde de, içine girdiğinizde de özgül bir koku ile karşılanırdınız. Bu arada ekürisi Hacı Murat'ların yüzlerce araba arasından çok rahatlıkla ayrılabilen motor sesini ve aynı senelerin Renault 12 lerinin "çdaat çdaat" diye öten kornalarını da zikretmeli.
Bir de Akay Perker için ufacık yorum: Ne kadar benzer bir dünyada yaşamışız ve çocuk gözlerimiz ne kadar aynı şeyleri görmüş.
Ahmet Faruk Yağcı - 3 Eylül 2009 (10:33)
Araba kullanmayı gök mavi, kırmızı çizgili bir Anadol'da öğrenmiştim yıllar yıllar evvel. Şimdi uygun fiyata bir tane Anadol düşürüp adam etmenin hayallerini kuruyorum. Lâkin kaça patlar bir fikrim yok. Boş bir sevdaya mı kurban giderim diye korkuyorum. Anadol'unun bağrından çıkmış eski kafalı gençlere yardım etsin birisi!
Altay Esiroğlu - 4 Eylül 2009 (04:14)
Ben şu anda 40 yaşındayım, araba kullanmasını 1973 model tek kapı tavan siyah altı beyaz anadolda öğrendim yıllar geçse de hâlâ bir anadol görsem muhakkak bakar seyrederim.
Gökhan Dİnlek - 10 Ekim 2010 (22:14)
Ben de 2 adet anadol sahibi bir fanatiğim aynı zamanda anadol otomobil kulübü kurucularındanım. 1960 doğumluyum istanbul'da yaşıyorum. Bu günlerde 1967 model tek kapı anadol'umun revizyonu ile ilgileniyorum. Çok zevkli bir oyuncaktır anadol ve şu anda 67 model beyaz bir tanesi pekin'den paris'e gitmek üzere yollardadır. Ben ve arkadaşlarım buna iade-i itibar diyoruz çünkü artık alkışlarla karşılanıyor ve yolcu ediliyor. Eğer iyi bir usta ararsanız şasiden fibere, dağıtmadan toplamaya… 0544 265 73 95 mithat usta derim… Bizler de kulüp kurucuları olarak anadol'lara sahip çıkalım ve yaşatalım diyoruz.
Behmen Kutay - 11 Ekim 2010 (22:29)
Ahmet Faruk Yağcı neler yazdı?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.