Ahmet Faruk Yağcı - 14 Şubat 2010
Son zamanlarda duymadan gün geçirmediğimiz bir kelime: Fişleme. Darbe planlarından, EMASYA protokollerine, dar alanda garnizon içi takiplere kadar birçok yerde karşımıza çıkıyor.
Kim kimi ne zaman fişlemiş? Fişte ne yazıyormuş? Kim değerlendirmiş? Nihai haline kim karar vermiş ve ne şekilde diğer kademelere iletilmiş?
Bu sorulara cevap istemeye ya da gerçeklerin kabak gibi ortaya çıkması için gayret etmeye niyetli epey gazetecimiz var şu sıralarda. Allah gayretlerini arttırsın. Sakin memleket evlâdına izlemek düşer böylesi karışık zamanlarda.
* * *
Çok zaman olmadı, halim selim, yetmiş yaşlarında, güzel kıyafetli, vücudu sırım gibi, Lenin kasketli bir amca muayeneye geldi. Güzel muhabbet ettik. Mesleğini sordum. Emekli albay olduğunu öğrendim. Harb Okulu çıkışını sordum ve babamla sınıf arkadaşı olduklarını anladım. Bahsedince hemen hatırladı. "Sağlam askerdi senin baban. Bir yanlışı olmazdı. Çok da inançlıydı." diyerek bana babam hakkındaki fikirlerini söyledi.
Hafta sonu ziyarete gittiğimde konuyu babama açtım. O da tanıdı: "Efendi oğlandı. Etliye sütlüye karışmazdı. Sınıfından dolayı hep büro subayı oldu. Emekli olduktan sonra haber alamadım" dedi.
Babamla yukarıdakine benzer sohbetleri onlarca kez yapmışızdır. Onun yanında askerliğini, meselâ postalığını ya da şoförlüğünü yapmış birisi ile karşılaşsam ve bahsetsem hatırlar ve hemen kafasındaki kataloglara başvurur. Sınıf arkadaşları ve birlikte çalıştığı subay-astsubay için de benzer ama daha detaylı fişleri vardır.
"Adanalıdır, ağzı bozuktur, iyi hizmeti olmuştur, kötülüğünü görmedim…"
"Zengin çocuğudur, efendidir, zora gelemez, iyi şofördü…"
"Erzurumludur, namazını ihmal etmez, sonra babasını da tanıdım, tam dadaş ailesi…"
"Aklı havadadır, kadın kız işlerinden binbaşılığa kadar evlenemedi, samimidir…"
* * *
Hastalarım için aldığım notları düşündüm bir de. Şikayetlerini, hikâyesini, muayene bulgularını yazdığım sayfanın altına hatırlatması için toplam on kelimeyi geçmeyen notlar alırım. Telefonla arandığımda isim ya da yazdığım bulgularla kişiyi hatırlayamasam da bu anahtar kelimeleri görünce hemen aklıma gelirler.
On sene kadar önce bir öğlen üzeri kapımdan uzun boylu bir hanım girdi. Sarı uzun saçlı. Siyah uzunca mantosunun önü açık. İçinde yine siyah bluz ve süper mini siyah etek giymiş. Siyah süet çizmeler ve kadife fötr şapka tabloyu tamamlıyor. Yere baktım kırmızı halı falan yok. Buyur ettim. Gayet havalı bir şekilde oturdu, şapkayı çıkarttı, saçlarını savurdu ve "dohtur beyim, idralimde yanma var, boşlarım sızlıyo" diye konuşmaya başladı.
Kafamdaki "nasıl oluyor da oluyor?" ları kovmaya ve ondan beklediğim Nişantaş'lı konuşma tarzını unutmaya çalıştım. Gayet ciddi notlarımı aldım. Aslında kendini aşmaya çalışan şirince bir köylü kızıydı. Erken evlenmiş, otuzunda boyunca çocukları olmuş, kendini keşfetmeye çalışırken de kıyafet işini harbi abartmıştı. Sayfasının altına "artist, köylü, şapkalı, süet çizmeli, minili" diye not almışım. Geçenlerde yine bizim hastanede gittiği bir başka doktor arkadaş notumu hatırlattı. Hastaları fişlediğimi söyledi. Güldük.
Evet itiraf ediyorum, ben hastalarımı fişliyorum. Aman dikkat edin. Hakkınızdaki bilgileri daha sonraki zamanlarda geldiğinizde, telefonla aradığınızda yahut mail yolladığınızda sizi hatırlamak için kullanabilirim.
* * *
Fişleme işi askeri alışkanlıklardan birisi. Onca insanın sorumluluğu, çoğu eğitim açısından zayıf delikanlılarla uğraşma gerçeği, yapılacak işin çokluğu, tatbikatlar, gece eğitimleri, atışlar. Hepsinin ötesinde her şey usulune göre gibi gözükse de çaktırmadan yapılan ayak kaydırma işlemleri. Bunlar doğru ve koruyucu bir fişleme ameliyesini mecbur kılar.
Meşgul adamlardır askerler. Bu sebeple insanlar hakkındaki fikirlerini kafalarında küçük bilgi fişlerine dönüştürürler. Subjektiftir ama işe yarar. Bir de koruma ve kollama görevi verildi ise Ata'dan, mecburdur zinde ve bilgili kalmaya. Kendi devredaşları, askerleri, askeriye ile ilgili iş yapanlar mutlak fişlenecek. Bazı kafası farklı çalışanlara bakarsan da, onca Cumhuriyet düşmanı kol gezerken vatanda siviller hakkında fiş tanzim edip zinde güçlere yardım etmemek olmaz. Onlar da fişlenecek. Muhtemel Coup d'état (darbe) hallerinde şak diye elimize gelecek. Sakla samanı hesabı.
* * *
Haydi biraz da işi dalgaya vuralım. Şöyle bir kozmik hayalimiz olsun. Hükümetin, ileri gelen bürokrasinin, bunların akrabalarının, böyyük iş adamlarının, yüksek rütbelilerin kısacası melmeketin Crème de la Crème tabakasının fişlenip tek nüsha olarak kozmik odada saklandığını hayal edelim.
Buraya girip çıkabilen ve sayıca çok az olan stratejik personelden birisinin de günün birinde kafasının attığını düşünelim (karısına kızmış, çocuğu dandiklik yapmış, komutandan pis azar yemiş, yahut terfisinin olmayacağını anlamış bir albay var hayalimde; alkollü bir akşamın etkileri de devam ediyor bünyede). Girsin içeri ve ilgili dosyada değişiklikler yapsın. Dosyadaki yazılara oklar koyarak ya da derkenar yazarak içeriği bir güzel değiştirsin.
"Karısı örtülü, çocuğu tarikat okuluna gidiyor, gümüş yüzüklü" fişinin yanına "beyaz dar pantolonla geceleri Cinnah'ta gezer" şeklinde çıkma yapsın.
"Çok içer, Atatürk'çüdür, sadıktır" fişinin yanına da kargacık burgacık "Felan hocanın cemaatine devam ediyor" yazsın.
"Şeriatçılarla arası iyi, kürt, bölücü örgüte yardım ediyor olabilir" fişinden ok çıkıp "filân tarihte MHP üyeliği var" notunu düşsün.
"İşini iyi yapar, nakşibendidir, Atatürk düşmanı olabilir" fişinden hemen sonra "Muharrem ve Hızır orucu tutar" ibaresini koysun.
Dosyayı kapatsın. Emeklilik dilekçesini versin. Her zaman hayalîni kurduğu sahil kasabasındaki yazlığına gitmek üzere hazırlıklarına başlasın.
Biraz daha ileri gidelim bahsedilen kişi kafası bozulduğu için değil de fişleme mantığını vicdanı kabul etmediği için bunları yapmış olsun ve hesabını vermeye de hazır olsun.
Bir sonraki stratejik eleman, ya da bu dosyayı görmeye izinli en büyük subay bunları görünce ne yapar acaba? Onca fişleme sakıt olur mu? Yeniden bir kozmik dosya oluşturma ihtiyacına matuf neler yapılır? Ah albayım yaktın bizi. Yine milyon tane bilgi fişi, istihbarat gereği, en azından sonradan yazılanların doğru olmadığını ispatlamak için yapılacak onca iş.
* * *
Şu sıralarda yaşananlar bence bu vicdan sahibi subayların eseri. Kimisi bilgi fişlerini sakıt etti. Kimisi gözü dönmüş adamların kıyım yapacağını farkedip ayaklarına çelme taktı. Kimisi yoruma gerek kalmayacak düzeyde açıklık olan belgeleri muhafaza edip ilgili yerlere ulaştırdı.
Derim ki, siz siz olun TSK'nın tamamını suçlayıp generallere parmak sallayarak işlerin düzeleceğini zanneden Ahmet Altan gillere biraz rezerv koyarak yaklaşın. Bahsettiğim vicdanlı, insansever, asil subaylar her kademede var ve üstelik de sayıca çoklar. Sadece sesleri az çıkıyor. Ordunun gerçek görevlerine dönmesi ile şövalye ruhlu profesyoneller olarak öne çıkacaklar. Hepsi hepsi 2-3 tane 30 Ağustos bekleyeceksiniz. Uzun gibi gelmesin size. Bu süre yeniden ruhunu kazanmaya başlayan bir büyük devlet için çok kısa bir zaman dilimidir.
Yanlış hatırlamıyorsam 100 yıl önce de ordu içindeki bazı "vicdan sahibi" subaylar -o zaman da Sultan Abdülhamid'in istibdadına karşı- buna benzer bir tasfiye hareketi başlatmıştı. (Fişleme delisiydi merhum Abdülhamid Han; memleketin her yerinden gönderilen fotograflı belgeli istihbarat, hafiyelerden gelen bilumum jurnal, bizzat Padişah Efendimiz tarafından incelenir ve tasnif edilirdi.)
Aradan bir asır geçti ve bir kez daha ordu içinden, bir kez daha "çağı anlamamakta direnen" merkez elitine karşı, bir tasfiye hareketi daha başlatılmış gibi görünüyor.
Jöntürkler de Avrupa yanlısıydı, -görünüşe bakılırsa- şimdikiler de öyle. O zaman şunca zaman zarfında ne değişti?
Üstadın dediği gibi: "Dönecez dönecez aynı yere (mi) geleceez?"
Bizi eğer bu kez de esasında asker kurtarıyorsa ve sivil "iktidar" bu operasyonda alt tarafı "top toplayıcı" ise, bu operasyonun matbuat ayağını oluşturan Liberallerle 9 Martçı (Ziverbey mağduru) basın mensuplarını farklı kılan nedir?
Bence de bu kapışmada tribün ahalisi olarak daha mutedil olmakta fayda var. Bu kavga bizsiz devam ediyor. Bittiğinde kazanan da gene biz değil, halihazırdaki hükümranlardan biri ya da diğeri olacak.
Ne demişler? "Zenginin attığı gol züğürdün çenesini yorar."
O nedenle, sırtüstü uzanmalı ve vakit varken (hayattan) zevk almaya bakmalı bence.
Gerisi lâf-ı güzaf azizim.
İlhan Altan - 16 Şubat 2010 (16:57)
Muhatabına "bana bak" diye parmak sallayan birinin, "esas sen bana bak" gibi diklenmeye maruz kalması çok şaşırtıcı olmasa gerek. Fakat sıradan vatandaş olarak bu iki hitap tarzı da beni çok yoruyor ve iki taraftan da soğutuyor. Keşke bu ülke insanlarına biçilen gömlek birbiriyle kavga eden iki cepheden birinde saf tutmaya koşulmak olmasaydı diye düşünüyorum.
Seyit Balkuv - 17 Şubat 2010 (11:38)
Boş konuşma hakkımı kullanıp, topla tüfekle haşır neşir insanların, vicdan sahibi ve sağduyulu olmalarını beklemek yerine, toplarını ve tüfeklerini ellerinden almayı öneriyorum. Bu arada kozmik oda da kozmik müzeye dönüştürülebilir. Eminim ziyaretçisi hiç eksik olmaz.
Yalçın Şahin - 19 Şubat 2010 (11:15)
Buraya yorum yazan arkadaşın beğendiği bazı iddiaları tarihi gerçekmiş ve kendisi de ordaymış gibi yazması gibi, bu ülke insanları olarak mealesef hiç bir şeyi sağlam ve net kaynaklı belgeli bilmiyoruz. Ama yazarken, söylerken öyle bir uslup kullanıyoruz ki; bu bilinen ennnn bir hakıykattir. Sosyal olaylarda ve tarihi bilgilerde hiç bir bilginin 2 kere 2, 4 eder kesinliğinde olamayacağını bilerek konuşmayı yazmayı öğrendiğimiz zaman birbirimize daha çok yakınlaşırız ve ülke meseleri de o zaman olabildiğince azalır zannediyorum.
Naci Koç - 20 Şubat 2010 (10:27)
Yukarıdaki yorumun yazarı sayın Naci Koç'un,
"Sosyal olaylarda ve tarihi bilgilerde hiç bir bilginin 2 kere 2, 4 eder kesinliğinde olamayacağını bilerek konuşmayı yazmayı öğrendiğimiz zaman…"
Ifadesiyle naçiz şahsımın Sultan Abdülhamid hakkında sarf ettiği "fişleme delisiydi" sözlerimi kastettiği zanına kapıldım.
Hakıykaten, sosyal olaylarda ve tarihi bilgilerde çarpım tablosu pek işe yaramıyor. Az önce denedim ve kafama dank etdi. Bir ara usturlab veya kadrat cetveli ile ölçmeyi de deneyeceğim.
Ha, bir de, bundan sonra tüm tarih ve sosyoloji yazan insanlara, yazacakları her cümleyi "bu yazdıklarımın 2 x 2 = 4 ölçeğinde hakıykat olduğunu ispat edemem, fakat benim mücerret kanaatime (ya da kuruntularıma) göre Konstantinople kenti galıyba 1453 yılında ve zannedersem Sultan 2. Mehmed Han komutasındaki Osmanlı ordusunca fethedilmiş olub, bir ihtimal bu tarihıy kentin şimdiki İstanbul ilimizin Galata mevkıinde olduğu rivayet edilüb…" gibi kaçamak bir dil kullanmalarını öneriyorum.
Aksi takdirde ülke meseleleri azalmak şöyle dursun, çığ gibi büyür, üstümüze yuvarlanır mazaallah.
İlhan Altan - 20 Şubat 2010 (11:06)
Oof off, bu fişleme denilen belânın nasıl bir şey olduğunu başıma gelenlerden biliyorum. 12 Eylül cuntacılarının yaptığı fişleme neredeyse 20 sene boyunca beni takip etti durdu. Üniversiteye girersin karşına çıkar, asistan olursun soruşturma dosyasıyla birlikte karşına çıkar, asker olursun yine çıkar. Neyse ki devlet bürokrasisindeki herkes fişlemeyi yapanlarla aynı kabdan yemiyor. Fişlemenin koyduğu "sakıncalı" rütbesini sökmenin yollarını yine bürokraside görev alan iyi niyetli insanlar bulmuşlardı.
Bugün uçurulan bu darbe planlarının çoğu "bizim çocuklar" ın çizimi gibime geliyor bana. Ordu içinden birileri böyle bir halt karıştırmışsa mutlaka "bizim çocuklar" la birlikte yapmışlardır, 12 Eylül öncesinde olduğu gibi.
Bu planlar sanki Altangiller aracılığıyla saha kenarındaki top toplayıcılarının önüne yuvarladıkları paslar gibi. Umarım öyledir, yoksa ortaya dökülenler ürkütücü. Latin Amerika'daki sağcı ölüm mangalarının planlarına benziyorlar.
Balyoz planı gürültüsü koparılan günlerde Sırrı Süreyya Önder Birgün gazetesinde "TÜRK ROMANCISI EN ASİL DUYGUNUN İNSANIDIR!" başlıklı bir yazı yazmıştı. O yazısında şöyle diyor:
"Sahipleri planı kabul ediyorlar fakat bu plana 'eklemeler' yapıldığı argümanıyla karşı çıkıyorlar. Ben biraz farklı düşünüyorum; olsa olsa 'çıkarmalar' yapılmıştır.
Adı geçen yapılanma, bu ülkede 6-7 eylül, 1977 1 Mayıs, Malatya, Maraş, Çorum, Rahip Santoro, Abdi İpekçi, Hrant Dink, gibi "OPERASYONLAR" ın mimarıdır.
"Savaşırken Allah Allah diyen bir ordu cami bombalar mı?"
Bu ordu, kurtuluş savaşından beri hangi düşmana "Allah Allah" demiş diye düşünüyorum.
İlk aklıma gelen, yoksul Kore halkına karşı ABD'nin değnekçiliğini yaparken demiş olabilir. Amerikan koşumlarıyla girdiğimiz gerdeğin ahı ve yoksul Korelilerin bedduasını Allah nasıl takdir eder, cevabını tahmin etmek güç değil…"
Yazının tamamı buradan okunabilir.
Kâmuran Kızlak - 20 Şubat 2010 (13:31)
"Fişleme" dediğimiz sey nedir? Örneğin, öğretmen sınıftaki çocuklarla ilgili olarak not defterine "derste çok konuşuyor", "tenefüste yanımdan selâm vermeden geçti" filân gibi küçük notlar yazsa, çocukları fişlemiş olacak mı?
Kapsam genişletilerek "namazında, orucundadır, ama moderndir" ya da "karısının başı örtülüdür, tarikatlarla ilişkilidir" şeklinde fişleyen ile, "millicidir, laiktir", "ramazanda oruç yer", "ailesindeki kadınların başı açıktır" diye fişleyenleri incelersek, bunların arasında fark var mı acaba?
Kozmik odada arama yapılırken, birileri acaba "yaşasın, kimleri nasıl fişlediklerini öğreneceğiz, rezil olacaklar" filân diye sevinmişler midir? Allah akıl fikir versin, ne diyeyim.
Ahmet Faruk, her zamanki gibi sohbet tadındaki yazısında konuyu makul insanların mutlaka onaylayan kafa sallayışları ile onaylayacakları şekilde irdelemiş.
Beni düşündüren bir kaç soru var bu konu içerisinde: "Vicdan sahibi subaylar" ile vicdan durumu tartışılır kemikleşmiş asker düşmanları arasındaki denge ne yana değişecek? "Ahmet Altangiller" ile onların her söylediğini "vaaay be, gördün mü" diye sorgusuz sualsiz kabul edenlerin toplumdaki ağırlığı artacak mı? Beklersek mutlu olabileceğimiz "bir kaç 30 Ağustos" sonunda gerçekten mutlu olacak mıyız? Yoksa, o şovalye ruhlu insanlar terk-i diyar edecekler mi?
Ooof of! N'olcek bu memleketin hali?
Melih Özel - 20 Şubat 2010 (23:10)
Sevgili Melih, sen de ben de ifrata kaçanlar dışındaki düzgün insanların çoğunluk olduklarını biliyoruz. Yazımda ana isteğim bu düzgün insanların varlığına dikkat çekmekti.
Aslında senin de gönülden katılacağını umduğum bir fikrim de şu: Birisine hiç durmadan sen eksiklisin diye diye eksiğini kapattıramazsın. Bir ya da bilemedin iki kez ifade eder ve beklersin. İnatla saldırmaya devam edersen olanca eksiği ile senin karşına dikilir ve "düzeltmiyom lan eksiğimi, var mı diyeceen?" tepkisini gösterir. Zurna burada zırt der zati.
İçeriden birisi olarak ben subaylarımızın yapısını biliyorum. Memleket idare etmenin şehvetine kapılıp plan yapan hatta "bir gelelim 15 sene gitmeyelim" diyenler olduğuna inansam da o evimize girip çıkan amcalar asla onlardan değil. Ve diğerleri azınlıkta. Anlatmak istediğim kısaca bu.
Senin şüpheciliğine sahip ve her tür ortodoksi ile alâkasını kesmiş insanların önemini anlatmaya kelimeler yetmez.
Ahmet Faruk Yağcı - 22 Şubat 2010 (16:29)
Bazen büyük lâflar edenlerin, dinleyenleri büyüleyen belâgat erbaplarının, "vay beee, breh breh, nasıl da anlatıyor derdini" dedirtenlerin yakın çevrelerinde temiz, açık seçik, ikincil anlamlar aranmayacak denli net bir ifade ile maksat beyan edenler oluyor. Bu tip adamlara bayılıyorum ben. Birinci adamların "aslında bunu demek istiyor "'cuları olan bu adamlara.
"Yıllarca siz bizi fişlediniz, sıra bizde" dedi adam. Ne güzel bir özetti.
Herhalde tüm coğrafyalarda böyledir. Siyaset iyi konuşan, ağzı lâf yapan adamların tekelindedir. Ama 1. Adamlar siyasetin içindeki tüm figürleri denetliyemiyorlar elbette. Sözlerinin başkaları üzerinde yaptığı derin etkiyi tartmakla meşguller.
Haaa!, bir de demokratlar ya… Bazıları böyle ansızın gaz kaçırabiliyor işte. İyi de oluyor, hafıza tazelemek, ya da kelime oyunlarındaki kritik harfi bulmak gibi.
Ama olsun, olur bunlar, mesele değil, cadı kazanındaki demokrasiyi onlar pişirecek nasılsa. İntikamdan azade "bıyık demokrasisini ".
Yine de ben, Ahmet Bey'e inanmak istiyorum. Bizlerin önemini anlatmaya kelimeler yetmesin istiyorum.
Bilge Bozkurt - 24 Şubat 2010 (11:22)
Ahmet Faruk Yağcı neler yazdı?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.