Ahmet Faruk Yağcı - 22 Şubat 2009
Yas tepkisi vermiştim. Kadın düpedüz gidiyordu. Üstelik bu defa dönme ihtimali daha zayıf olarak gidiyordu.
Kendi tabiri ile yazma şekli "eli devamlı arttırma" üzerine kuruluydu ve son yazılarında gerçekten de eli arttırabildiği kadar arttırmıştı. Babıali'nin sayısı yüzlerle ifade edilebilecek ve çoğu da erkek cinsi olan yazarlarının arasında en delikanlısıydı. Acaip bir terke dilmişlik hissi içindeydim, ki kendisi okur sevmez, sevilmeyi istemez tayfasındandı.
Kendi iç sesimi cümlelerinde bulduğum yazarım Perihan Mağden köşe yazmayı bırakalı bir ay kadar oluyor ve ben halen kederler içindeyim. Münhal delikanlı yazar kadrosuna kimseleri yakıştıramıyorum. İlâveten; ondan başka kim Türkçe'mi o şekil eğip bükerse tekme tokat girerim.
Derdini ifade etmede mahir onlarca insan var gazetelerin köşelerinde. Nedendir bilinmez delikanlılıkta Perihan Mağden ile yarışan göremiyorum. Kalemleri onca zehirli, onca etkili olanların 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat dönemlerinin biri ya da daha fazlasında kötü sınavlar vermiş olmaları sanırım beni rahatsız ediyor. Bir çoğunda da ispat edemeyeceğim ama çok derinden hissettiğim samimiyetsizlik ve para kaygısı sevgime mani oluyor.
Bu insanlar hakkında içimden geçirdiklerimi kelimelere dökebilmek ve köşe yazanları bir kocaman alanda toplayıp, yanımda Perihan Mağden olmak kaydıyla bir konuşma yapmak isterdim:
"Efendiler!"
"Bunca yıldır matbuattan ekmek yediniz. Kiminiz muhalif, kiminiz yandaş, kiminiz yalaka oldu. Bir çoğunuz da rüzgar gülü. Çok doğru şeyler de yazdınız, birçok doğruyu ustaca gözden de sakladınız. Sanatınızı icra ederken mayınlı alanlara girmemeyi yeğlediniz. Hemen hepiniz. Efendiler; yazdığınız konular, kullandığınız dil, gündelik hayatınızdaki tavrınız ve yaşam şeklinizden bağımsız olarak konuşuyorum. Malesef aranızda bu kadına delikanlılıkta yaklaşabileniniz yok. Bunu yüzünüze söylediğim için üzgünüm. Sizlere önerim: Kendinize hedef seçin ve dayanabileceğiniz bir süre, örneğin iki dakika, Perihan Mağden kadar delikanlı olmayı deneyin."
* * *
Delikanlılık işine kafayı taktım. Bunca kahraman bir ırkın ahvadı olarak neden delikanlımız az diye döneleyip duruyorum. Aklıma Nihat Genç'in kızgınlığını ekranlardan yüzümüze çarpmadığı dönemlerde yazdığı muhteşem "Kopça Hasan" hikâyesi geliyor. Bir kasabada doğmuş ve çocukluğundan itibaren eşcinsel eğilimleri belirgin olan, üstelik hem çirkin hem de yoksul olan Hasan'ın hikâyesi. Onca meşakkatle, yalnız yaşamanın ve kendini ifade etmenin zorluğu ile geçen bir hayat. İnsanlara kırgınlık. Günün birinde isyan ile kendini yüksek bir yerden atması. Tepkisini ifade etmesindeki kahramanlığı ve şiirsel yanı kasabalının farketmesi. Konuşulan Kopça Hasan'dır artık, kasabanın kahvelerinde. Aynı cümleyle:
- "Delikanlı ibneymiş ha!"
* * *
- "Halk partililer gelip kapımızda davul çaldılar. Arkalarına askeri de alıp bize zulmettiler. Alay ettiler. Kapı dışarı çıkamadık. Korktuk. Sonra o dünyalar güzeli başbakanımızı, o kibar adamı astılar. Bir millet ağladı çocuğum. Günlerce ağzımızı bıçak açmadı."
Dedemin anlattıklarını 12 Eylül silindirinin altından çıkmış silkelenmekte olan bir üniversite öğrencisi olarak dinliyordum. Aklıma ilk gelen soruyu sordum:
- "Biriniz çıkıp da o Halk Partililerin davulunu bıçakla delemediniz mi?"
Dedem uzun uzun yüzüme baktı.
- "Devir öyle bir devir değildi oğlum, candarma onlardan, polis onlardan, zabıta onlardan. Devlet onlardandı." dedi.
Acaip kızmıştım: "Yapma dede ya! Biraz delikanlı olsaydınız ne olurdu? Şu memleketin yirmi yerinde davul delseydiniz başbakanınızı asamazlardı." dedim. Sonra da küsüp diğer odaya gittim.
Sonraki zamanlarda Faruk Nafiz Çamlıbel'in Adnan Menderes'in arkasından yazdığı şiirini okuyup etkilenmiştim. Gözlerim dolmuştu. Genç Osman kastedilir gibi yapılmış, alttan alta asılmış başbakana ağıt yakılmıştı. Şiir çok güzeldi. "Ben de seviyorum bu adamı" diye düşünmüştüm Menderes için.
Kaç asır geçti o hicran üzerinden bilmem
Kimlerin kahpe felek doğradı ekmek kanına?
Bildiğim varsa, cihan halkı o günden bugüne
Yanarız memleketin tığ gibi Genç Osman'ına.
Zaman geçti. Bilgilerim arttı. Menderes'in Yassıada günleri üzerinde okudukça ona da kızmaya başladım. Zulme uğramıştı, iğrenç bir darbeye kurban gitmişti. Hepsi doğru. Ancak, bu edilgenliğin, bunca altan almanın, yalvarıyor gibi davranmanın anlamı neydi? Benim adamım dimdik ve delikanlıca üst perdeden bağırmalıydı. "Ben mesnetsiz davalar ile zulme uğratılıyorum. Buna hakkınız yoktur! Ben bu ülkenin seçilmiş başbakanıyım. Sizi beni içeri atmaya zorlayanların da komutanıyım. Beni asabilirsiniz ama asla boynumu eğdiremezsiniz. Tarih sizi affetmeyecektir!" demeli ve susmalıydı. Ebediyete kadar.
Ve o dönemin siyasileri, bürokratları, askerleri, münevverleri, eli kalem tutanları. Neden sesi güçlü, canının derdine düşmemiş birisi çıkmadı aranızdan? Bu sinmişlik, zayıflık, korkaklık ve tankları görünce yüzünüze yerleşen o gevşek gülümseme neyin eseriydi? Bu kadar az mıydı aranızda cesur adam? Bu desteği zayıf darbeye cılız da olsa bir "istemiyoruz!" diyemediniz. Benim delikanlılık sınavımdan kaldınız. Hemen hepiniz.
* * *
Ayhan Aydan geçti. Hem de pekiyi aldı. Üzerinde onca baskı vardı. Yıllarca başvekilin metresi olarak damgalanmıştı. Yeni doğan bebeğini öldürmekle suçlanmıştı. O meşum mahkemenin karşısına çıktı. Karşıdan bakınca essahtan adam gibi görünen onlarcasının korkudan altlarını pislettikleri ortamda son derece sakin ve korkusuzdu. Konuştu:
"Adnan Menderes'i 1951'de tanıdım. Evli olmasına rağmen büyük bir aşkla sevdim. Bütün emelim ondan bir çocuk sahibi olmaktı. Bunu başaramadım. Ancak hangi vicdansız ana, üzerine titrediği bebeğinin öldürülmesine razı olabilir?"
19 şubat günü Ayhan Aydan vefat etti. Gazetelerde, televizyonlarda mutlaka hayat hikâyesini göreceksiniz. İsyankar romantik Can Dündar'ın 2005 senesinde yaptığı röportaja göz atacaksınız. Kimilerinin onu eleştirdiğini fark edeceksiniz.
Size aile hayatından, metreslik müessesesinin yanlışlığından da bahsederler. Maktûl başvekilin kadın merakından da. Hatta bu merakın, özellikle de Ayhan Hanım'ın başvekilin başını yediğinden de bahsedebilirler. Herkes düşüncesinde hürdür. Ben bunlardan ziyade bu kadının yapılanlara itirazı ve delikanlılığı ile ilgileniyorum.
Olaylara bu pencereden bakınca; o dönemi yaşayanların kahir ekseriyetinin utanması ve vicdan azabı çekmesi gerektiğini düşünüyorum.
Ayhan Aydan. Ruhun Şad olsun.
Pardon, ben bir şeyi çok merak ettim. Şahsen Perihan Mağden'in Radikal'den ayrıldığını bilmiyordum. Duymuş ve unutmuş da olabilirim günlük hayhuy içinde. Ama öğrenince meraklandım ve Radikal gazetesinin internet sitesine baktım son yazıda ne yazdığını okumak için.
Aaaa! Ne kadar enteresan! Tüm Yazarlar sayfasında herkes var, bir Perihan Hanım yok. Gazeteden ayrılmışlar, başka gazeteye geçmişler, hepsi orada, Perihan Mağden'in adı, fotosu, eski yazılarına olan link falan alel acele yok edilmiş. Kalabalık yapmış her halde sayfada.
Ben buna benzer bir film daha seyretmiştim bu yakınlarda. Konu neydi, nerede seyretmiştim, şu an itibariyle hatırlayamadım.
Abdülsettar Merakî - 23 Şubat 2009 (00:14)
Bizim buralarda mor koyunları sevmeyiz. Sürüde siyah ve beyaz koyunlar olsun yeter. Nadiren de olsa bir mor koyun sürüye karışırsa ne yapar eder onu sürüden uzaklaştırırız. Sonra da kavalımızı elimize alıp yanık memleket türküleri tuttururuz. Böylelikle unuturuz mor koyuna yaptıklarımızı.
Ahmet Faruk Yağcı - 23 Şubat 2009 (09:53)
Sayın Merakî, siz bulamamışsınız ama bakın sayın Büdütör'ümüz bulmuş Perihan Mağden'in Radikal'deki yazılarını, hatta link vermiş. Biraz arayınca ben de buldum.
Bu işlerden birazcık anlıyorsam durumun teknik izahı şöyle oluyor:
Gazetenin yetkilisi her halde şirketin bilgi-işlem memuruna (ya da webmaster kişisine) "o yazarı internetten uçur" diyor. Webmaster de işin kolayına kaçıp yazarın Tüm Yazarlar anasayfasındaki adını ve logosunu siliyor. Müdürü arayıp "hallettim efendim" diye rapor veriyor.
Karacahil Müdür buyruğu yerine getirildiği için müsterih, sevgili patronunun işlerini kovalama vazifesine devam ediyor.
Fakaaaat!
Birazcık meraklı bir okursanız minik bir aramayla veri tabanından silinmesi unutulmuş olan o yazılara Google'layarak ulaşabiliyorsunuz.
Ben de öyle yaptım. Buyurun son yazısının adresini:
Derken - Perihan Mağden (Radikal)
Oradan geriye doğru tek tek okuyabilirsiniz.
Murat Deniz Öztürk - 23 Şubat 2009 (16:00)
Madem hizmet yarışına girdik, ben de aynı şekilde sayfadan uçurulan bir başka yazarın adresini vereyim:
http://www.stargazete.com/gazete/necdet-sen.htm
Ne demişler: "Mutluluğu bile Google'da arayacaksın."
Necmi Ziya - 23 Şubat 2009 (16:04)
Gerçek aşkmış. Saygı duyuyorum sadece. Ne yaygarasını yapmış, ne de medyaya pazarlamış aydan hanım. Onu yakınen tanımak isterdim. Elinize sağlık. Delikanlı yazı olmuş harbiden de. Teşekkürler…
Fadime Gül - 23 Şubat 2009 (21:01)
"Bir millet agladi, gunlerce agzimizi bicak acmadi" sozleri gercegi yansitiyor mu? Polis, jandarma onlardanmis… Iyi de kendi aranizda dahi neden sustunuz? Koskoca bir milletin aglayip, susmasi pek inandirici bir bahane degil. Ama simdi hatirlatacaklarim caninizi daha da sikacak. "Ben odunu aday koysam vekil sectiririm" diyen adam kimdi? Universite hocalarina "kara cubbeliler" diyen adam kimdi? 6-7 Eylul'de koyluleri trenle İstanbul'a getirtip azinliklarin ustune saldirtan adam kimdi? Olaylarin arkasindan Aziz Nesin ve diğer sol goruslu aydinlari suclu olarak ilân edip, aylarca hucrelerde yatiran, iskence ettiren kimdi? (Bugunku ergenekon komplosuna ne kadar benziyor).
Idama karsi cikilsa da, muebbet hapis cezasini gerektiren bir cok sucu vardi Menderes'in. Ve bu suclari vatan askina falan da islemis degildi, tamamen kisisel ihtiras ve fasizan bir iktidar hirsinin sonuclariydi bunlar. Kendisi de gayet iyi biliyordu isledigi suclari. Darbe olmasaydi, karsisindaki son muhalif guc kirintilarini da, her ne pahasina olursa olsun, yok etme yolundaydi.
Tum bunlar yasanmisken, sehpaya gidecek adamin kendisi dahi sucunun farkinda olarak, alttan aliyor iken, halk neden destekleyecekti? Basini susturmaya calisan, universiteye kufur eden, diktatorluk yolunda bir adami halk neden "gonulden" desteklesin? Ha, iktidara gelmesini "yandas" olarak destekler, cunku oradan kendine de pay dusecegini hesaplar. Hesap carsiya uymazsa da baska bir partiye bakar, gobekten baglanmis degiller!
Arif Kuş - 24 Şubat 2009 (01:47)
Arif Bey; bu yazıyı kaleme alırken yakın tarih tartışması açmak ve olaylar üzerinden kişileri suçlamak gibi bir derdim olmadı. Kendimce çok önemsediğim "itiraz" hadisesine gönderme yapmak istedim. Samimi olarak kişilerle derdim yok. Anlatmaya çalıştığım "delikanlı duruş" sergileyen insanımızın azlığı. Elbette ki "koyu demokrat" bir dedenin cümleleri bu şekilde olacak. Objektif olmayacak. Siz torunun isyanına bakın.
6-7 Eylül de köylüleri azınlıkların üzerine saldırtma ile bugünkü Ergenekon olayı gerçekten de birbirine çok benziyor. Zira aynı topraktan kuvvet alıyorlar. Ergenekon'un komplo olduğu savı ile hareket edilmesi ise nesnel tarih okumasını yerle bir ediyor. Bakın bu da öznel görüşüm. Asla üzerinde yeni bir tartışma çıkması isteğinde değilim.
Ahmet Faruk Yağcı - 24 Şubat 2009 (08:29)
Elbette idam edilmesi gerekmiyordu. Hapis cezası alır mıydı onu da bilemiyorum ama, ben de hakkında o kadar şey dinledim, okudum, ne etkilendim, ne de neden kahramanlaştırıldığını anladım… Hatta bugüne dek uzanan birçok kotu politikanın temellerini attığı inancındayım. Türkiye'nin demokrasiye geçiş denemesini, Menderes yerine gerçekten daha demokrat bir liderle yapabilseydi. Bu iki yazi bence "ezber bozmayı" seven arkadaşlar icin iyi. Can Dündar ve Necati doğru…
Bir bebek ve bir tanık - Can Dündar (Milliyet)
Menderes'in zinasını aşk diye yazıyorlar - Necati Doğru (Vatan)
Murat Agaoğlu - 25 Şubat 2009 (01:02)
Arif kuş demiş ki: " Odunu koysam vekil seçtiririm diyen, Rektörlere "kara cübbeliler" diyen, sol görüşlüleri içeri attıran Menderes, en az müebbeti hak etmez de neyi hak eder?" Derkenar okul gibi vallahi, böyle yorumları okuyup bilmediğimiz kalmıyor. Sayın Kuş'a ben de bir şeyler sorayım. Cumhuriyet'e, Atatürk'e, Laik anlayışa sabah akşam sövenler kaç yıl hak ediyor? Ağzına Ulusal sözünü alan, bağımsızlık sözünü alan, anti-amerikacıların hepsini içeri tıkıp zulmedenler kaç yıl hapis alır meselâ? Danıştayla, Sayıştayla, Yargıyla kavgalı olanlar, Rektörlerle sabah akşam lâf yarıştıranlara ne ceza vermeliyiz? Ayrıca 6-7 eylül olaylarını Menderes değil dibi bilinmeyen derin devlet yapmıştır; Sabri Yirmibeşoğlu isimli paşa yıllar sonra "biz yaptık, iyi de oldu" demiştir. Menderes'i ipe iki şey götürmüştür. Birincisi hiç haz etmediği masonlar. İkincisi de Moskova seyahati. Gerisi sadece ayrıntıdır. Şimdi olanları, yaşananları gördükçe değil Menderes'in idam edilmesi, bir gün nezarette kalması bile abes sayılır. Fanatik falan değilim, vicdanı hür bir ülke evlâdıyım o kadar…
İlker Gökçen - 25 Şubat 2009 (01:27)
Toplumsal kamplaşmada tarafların biri ya da ikisi açısından simgeleşmiş isimler hakkında yapılan yorumlar çoğunlukla duygusal ve tek yanlı oluyor. Menderes, Deniz Gezmiş, Atatürk, Abdülhamid, Castro, Özal, vd… Çoğunlukla da ya "muhteşem bir kişiydi, zulme uğradı" ya da "rezilin tekiydi, lâyığını buldu" türünden yorumlar yapılıyor.
Galiba daha kaliteli bir fikir tartışması yapabilmek için gereken temel altyapı, mükemmellik ile kepazelik arasında ara tonlar da olabileceğini unutmamak ve bir de en sevdiklerimizden en kızdıklarımıza kadar herkesin eleştirilebileceğini kabullenmek.
Eleştiriyle çürütmeciliği birbirine karıştırmadan tabii ki.
Necmi Ziya - 25 Şubat 2009 (09:37)
Pragmatizm iyi bir şey olarak telakki edilebilir. Ama söz konusu olan bir darbe (coup d'état) ise, sonuçları ne olursa olsun, ilkesel olarak karşı çıkmak, reddetmek, lânetlemek gerekir diye düşünüyorum.
Bu ülkede yönetici elitin ensemizde boza pişirmesini istemiyorsak, buyurgan bir eda ile konuşmasına tahammül edemiyorsak (bakınız: Gen. Kur. Başk.nın "herkes durduğu yeri bilsin" vurgulu had bildirmesi), darbenin her çesit, nevi, sekil ve unsuruna "ama" siz, "lâkin" siz, "fakat" siz bicimde karsi çıkmak zorunda değil miyiz?
Dr Yağcı'ya katılıyorum: Eğer rahmetli Menderes, adi mahkeme olan o sefil tiyatroda sesini yükseltip "böylesine adaletsiz bir mahkemede yarğilanmayi reddediyorum" dese idi keşke… En azından "komitacı damarı olan" Celal Bayar kadar sert ve itirazci olabilseydi…
Ama olmadı işte… Belki mizacı, belki içinde bulunduğu ağır işkence şartları, direncini, sıfıra indirdi…
Mekanı cennet olsun… Her biri birer zulüm zirvesi olan tum darbelere de lânet olsun…
Mustafa Selçuk - 26 Şubat 2009 (19:38)
Kadınlar böyledir yoldaşlar. Severlerse evli falan dinlemiyorlar. Doktor beyin programını dinlerim, orda bahsetmişti burdan da yazıyı yeni gördüm. Sanki doktor özenmiş gibi konuşmuştu; vay be benim de öyle bir kadınım olsa ağalar!
Akıcı - 9 Mart 2009 (08:53)
50 sene sonra dedelerimizi, Adnan Menderes'i delikanlılık sınavından geçirmek kolay. Acaba onların yerinde olsaydık biz ne yapardık? Bir yanda senelerdir diline düşüncesine, inancına darbe almış, usandırılmış, sindirilmiş bir millet, diğer yanda, zerre kadar adaletin olmadığı bir ortam ve bu ortamda delikanlılık ha! Yani pisi pisine gitmek…
Adnan Menderes'e gelince, seneler önce Celal Bayar'ın bu konudaki tespitlerini okumuştum bence dikkate değer. Ona göre Adnan Menderes zayıf değildi, zayıf görünmeyi tercih etmişti. Yani bu mazlum üslubu siyasiydi.
Birincisi, o diktatörlükle suçlanıyordu ve bu mazlum görüntüsüyle karşısındakileri haksız çıkarmaya çalışmış olabilirdi.
İkincisi, Cemal Gürsel'in mektubunun (kendisine cumhurbaşkanlığı teklif ediliyordu ama mahkemede farklı okunmuştur) tesiri olabilirdi.
Üçüncüsü, delikanlı(!) çıkışlarla arkasındaki yüzlerce milletvekili ve bürokratı coşturup ölenlerin üç değil onlarca olmasına sebep olabilirdi, belki de bir iç savaş yaşanabilirdi.
Her neyse, onunkisi belki siyasiydi belki değildi, belki duygusallık belki kırgınlıktı, bunu bilemeyiz, ama bence kesinlikle "aşağılık", "tezellül" değildi.
Hem er değil de şer meydanında yiğitlik ne derece doğrudur? Hepsi bir yana insan, son anında bile katiline kibar davranabiliyor, onu affedebiliyorsa işte asıl delikanlılık bu değil midir?
Nur Yılmaz - 12 Mart 2009 (23:58)
Bu yazı benim de içimi "cız" ettirdi doğrusu. Yine de zaafları ile, duygularını belli etmesi ve aşık olması ile çok insanî bulduğum Adnan Bey'den bu süreçte genel olarak çekinik bir hal yansıması beni üzmüştür. İğneli ya da iğnesiz tavırlarında ve yazdığı mektuplardaki aşırı efendilik benim sokak çocuğu bünyemde kızgınlığa sebep olmuştur. İnsan yaşamadan bilemiyor ama gönlüm "ben olsam yırtardım dağları, sığmazdım enginlere" diyor.
Belki de yalan söylüyor.
Ahmet Faruk Yağcı - 10 Aralık 2010 (10:36)
Ahmet Faruk Yağcı neler yazdı?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.