Patronsuz Medya

Osurukla Manifesto Yazmak

Ahmet Büke - 12 Mayıs 2004  


Paris'e gittiniz mi hiç? O geniş bulvarları, hanımeli kokan sokakları arşınladınız mı? Çeşmelerinden su içmişliğiniz var mı? Köprülerinden sarkıp aşağılara baktınız mı peki?

Ben görmedim. Bilmiyorum. Aklımda birkaç filmden kopuk sahneler var sadece. Onlar da silinip, kayboluyorlar düşündükçe.

Olsun. Şimdi var sayalım ki, Vişne Çürüğü Bulvarına bakan geniş bir balkonda oturuyoruz. Yalın ayaklarımız ıslak betona değiyor, Sümerbank çizgili pijamamızı dize kadar sıvamışız. Elimizde şarap kadehi. Yudumladıkça ağzımızın içinde aylar bölünüyor, rüzgârlar geri çekiliyor. Tabakta salçalı ekmek, yanında taze soğan, onun yanında mis gibi elma kabukları. Yeter mi? Karşıda güneş iyice alçalmış. Tuğla rengi çizgiler gökyüzünü bölüp taşlara kadar iniyor.

Aşağıda geniş boşluğuyla uzanan sokağın sessizliği uzaktan bir kaynaşmayla titriyor. Kımıldayan bir kalabalık bu. Kımıldamakla kalmıyor ki, ateşleniyor, sarsılıyor, etrafındaki havayı da kırıyor. Ter kokusu geliyor önce. Uzun bıçaklarıyla yolu açıyor, ardından sesler sökün ediyor. Kırmızı, siyah bayraklar, bir çengi, bir çalgı, yosma kokusu, yosun rengi, göbekli adamlar, devrimci klarinet hareketinin marşı, mehter zilleri, küfrün bini bir para, ellerde günebakanlar. Aman ne kalabalık, aman ne cümbüş.

Hüseyin Baradan bıyıklarını buruyor, Sait Faik köpeğiyle koşturuyor, Öztürk Serengil "abidik gubidik"den bir değnek yapmış. Sevdiğiniz, kızdığınız herkes, evsiz kediler, "su alan küçük gemiler" yâni her şey aşağıda. Kiraz sapından küpeler, fok kürkünden kızaklar, köfte dudaklar, rakı şişesinde hamsiler.

Derken el birliğiyle yolu kesiyorlar, fıçılar yuvarlanıyor, arabalar devriliyor, evlerden barok mobilyalar, ayaklı saatler, top top halılar taşınıyor. Kaldırımları söküyor deliler, birisi benzin getiriyor, muhtar çakmağı, vasatî kırk bin yüz kav kibritleri, alevler semaya tırmanıyor.

Şimdi durup o balkondan izlemek ne güzeldir değil mi? Aşağıda devrim, karmaşa, bursa çakısından kavgalar yâni kocaman bir hayat, meşum göbeği ve şefkatli kollarıyla deviniyor. Bir şişe daha Efes Güneşi açmak, seyre bakıp canandan geçmek mümkün.

İşte okumak böyle güzel bir iş. Pembe topuklarınız incinmeden dünyayı seyredersiniz. İçiniz genişler. Tütün çiçeği kolonyalar dökünürsünüz. Körfezden imbat gelir yanağınıza kelebek gibi konar.

Ama içinizden kolları sıvayıp, aşağıya o çilek ve idrar kokuları arasına dalmak gelmiyor mu? Kartal kanatlarınız kaşınmıyor mu? Hadi canım, kanınız kaynamıyor mu? Gübre tepelerine çıkıp yanan şişeyi öbür tarafa atmak için deli olmuyor musunuz?

Elinizi bağlayan ne. Yazın işte. Çok kolay bir kalem, bir kuru kâğıda bakıyor her şey. Yazın ki ne kadar eksik, gedik, şiş göbek olduğunuzu anlayın. Dünyanın kaç bucak olduğunu bu defa izlemeyin de kıçınızda hissedin.

Kötü yazın. Olsun. Saçmalayın. İsktir edin. Elimizde kanatları yolunmamış bir yazı kaldı. Onu da yetenek faşizmine kurban etmeyin.

Yazın ki asıl ferahlamak neymiş görün. Nasıl çoğaldığınızı, ikiyle çarpılıp karenizin alındığını görün. İçinizdeki karanlık mağaraları keşfedin. Yazın da, Allah belânızı versin. Kendinizden korkun. İhtiras damarlarınızda Kızılırmak gibi aksın. Öldürme ve yaşatma hissinizi bulun. Doğurun, becerin.

Bizi neye benzetiyorlar farkında mısınız? Mağaranın duvarlarındaki gölgeleri izleyen maymunlar gibi olduk. Bir slayt makinesine taktılar bizi. Düğmeyi açıp kapıyorlar.

En iyisi gidip suratlarına işemek. En iyisi ne olduğuna bakmadan yazmak. En iyisi kusmak ekmek arası kokoreçlerine.

Tek yazın da şişeye koyup atın. Kıymetiniz bilinmesin, mezarınıza çaput bağlanmasın, devlet töreniyle gömülmesin lâşeniz ama gözünüz açık gitmesin.

Yazın siz bir de Zeki Müren'i sevin.

diYorum

 

Ahmet Büke neler yazdı?

517
Derkenar'da     Google'da   ARA