Ve perde iner. Alkışlar, selâmlar duvarlarda yankılanır. Kalkan koltuklar, sönen mırıltılar yavaşça kaybolur. Işıklar kapanır. Ses biter. Son soluğun nemi de camlardan süzüldüğünde benim sıram gelir.
Bitmeyen oyunumu her gece sergilerim. Tek kişi, ışık yok, dekor yok. Beni izleyen ruhların sessiz alkışları önünde eğilirim sadece.
Ne anlattım bugüne kadar?
Dalgalar arasında kalmış yalnız denizcilerden bahsettim meselâ. Sedir ağacından oyulmuş gri teknelerinin ağır kalafat kokusu içlerini yakarken, köylerinden halat çözüp uzaklaşan yalnız adamlardan söz ettim.
Balıkçı Tarık, iskelede başında aspurçe çiçeğiyle onları uğurlayan kadına anlam verememişti elbette. Ama gümüş sırtlı çekiç balıklarını avlamak için uzak çırpıntılı akıntıya vardıklarında her şey değişti.
O gece Tarık uzun teknesindeki tüm zıpkın uçlarını yeniden biledi. Ay ışığında kırılan suyun aynaları zehirli damlalarla ona doğru akarken dünyanın durulmasını bekledi. İçinde, bilemediği bir yerlerde kaynayan volkanın nedenini ambar kapağının usulca açılmasıyla anladı.
İskelede gördüğü kadın beyaz elbisesiyle ona bakıyordu.
Tarık uğursuz dişinin başındaki tacı titreyen elleriyle çıkarıp denize fırlattı. Tam da o anda sarsıcı deniz uysallaştı, kara bir kadifenin ağır kımıltılarına döndü. Ay yüzünü bulutlara bastırdı. Işık azaldı. Karanlık sulardan yukarıya, teknenin gövdesine oradan da kum rengi yelkenlere uğursuz bir kaplan gibi tırmandı.
Tarık yavaşça uyuyan adamlarının yanına yanaştı. Önce dümencisinin sonra da izcisinin boğazını kesti. Tık demediler. Tarık gözünü bile kırpmadı.
Sonra o yarı yıkık haliyle kadını sağlam dümen kasnağına yasladı. Ölene kadar seviştiler.
Tarık'ın teknesi geriye dönmedi. Köyün erkekleri günlerce tövbe tütsüleri yaktılar. Sunakların zilleri susmadı. Ama nafile. Bir tahta parçası bile bulamadılar.
En sonunda yasçı kadını çağırdılar. Uzun beyazların içindeki kadın başındaki çiçek tacıyla unutulmuş şarkılarını mırıldandı.
Bu hikâyeyi anlatalı ne kadar uzun zaman oluyor. Üç gece sürmüştü. Çoğunu anımsamıyorum şimdi. Üç uzun gece. Bombardıman henüz başlamamıştı. Hâlâ alımlı kadınlar, fiyakalı adamlar salonu dolduruyordu. Gece yarısı suskunluk ortalığı kapladığında sıram gelirdi işte.
Ya kör ve sağır iki hamam böceğinin aşkına ne demeli. Gündüzleri saklandığım dekor odasındaki büyük sandığın içinde tanıdım onları. Yırtık cebimde uyurlardı. Koyun koyuna.
Ama açlık aşkı bastırır.
Kantinden gizlice aşırdığım kırıntılara saldırırlardı ben uyurken. Ufacık bir ekmek topunun ucunda dönen vahşet dünyayı anlamama yetti. Isırıklarından akan sarı sıvı tırnaklarımın dibini doldururdu.
Ve bütün bu toz dumandan sonra yine sarmaş dolaş uyumaları. Öyle masumca ve kaygısız mırıltıları…
Ama açlık şefkati bastırır.
İkisini de yedim.
Kın kanatlarını anlıma yas çaprazları olarak yapıştırdım.
Dostlarım beni affedin. Son ekmek topumu ince midenizden akıttım ağzıma.
Evet siz, şimdi yine boş koltuklarda oturan ruhların ağır kımıltıları. Sizler beni suçlayabilirsiniz. Bir asker kaçağının sayıklamaları deyip geçebilirsiniz.
Ama siz benden önce terk ettiniz o yorgun vücutlarınızı.
Hem asker elbisesi içinde ölmek sandığınız gibi kutlu bir son değil. Çünkü sizi gördüm. Hem de defalarca.
Büyük saldırı başladığında tiyatroyu hastaneye çevirdiler. Çığlıklarınız, kuruyan kanlarınızın boğucu kokusu susmayan çanlar gibi yapıştı yakama.
Herkes uyuduğunda sizi izledim. Tek tek yataklarınıza geldim. Ölmeden hemen önce yarım bıraktığınız soğuk çorbalarınızı içtim.
Savaşta önce savaşamayacaklar gözden çıkarılır. Kapıyı kapatıp gittiler sonunda. Gömmediler bile sizi.
Ve işte o günden beri içeride saklanmama gerek kalmadı. Ama ben yine de öykülerimi geceleri anlatırım. Bütün gün büyük bir dikkatle düşündüğüm repliklerimi gece sizin huzurunuzda okurum.
Tiyatro saygı ister. İnce bir ruhun çimenler üzerinde yürümesi gibidir. Savaş içinde bile sanat sanattır.
Hele kemiklerle dolu bir salona oynamak bilemezsiniz ne kadar özen ister.
Her temsilden önce en ön sıralara kafataslarını dizerim. Tabii kimin daha yüksek rütbeli olduğunu anlamam çok zor. Ama altın dişlilere, zarif göz çukurları olanlara ve alınlarında huzurlu düzlükler taşıyanlara öncelik tanırım elbette.
Arka sıralara doğru göğüs kafesleri ve ayak kemikleri ve kollar ve parmaklar sıralanır gider.
Zordur işim çok zor. Ama sahne tozu işte. Ölüm ayırana kadar buradayım. Siz ruhları bile çürümüş şansızların yanındayım.
Hem bir çeşit sosyal hizmet olarak da görebilirsiniz yaptığım işi.
Yıllarca vergi verdiniz.
Öyle değil mi?
Yaralıyken bile kanuni mükellef ve ödevliydiniz.
Yanılıyor muyum?
Sonra kaderinize terk edilerek bir masraf kaleminin yekûnundan düşüldünüz.
Evet burada da hemfikiriz.
Peki hiç mi hakkınız yok eğlenmeye?
İşte dostlarım bunun için yanınızdayım.
Bunu için anlattım size Rahipten ikiz kız doğuran Esmeralda'nın öyküsünü, avcısına aşık olan büyük beyaz balinayı, devrim tezgâhlayan terzileri, kendini düzdüren imparatorları, bizi düzen silah tüccarlarını.
Karşılığında ne bir alkış ne içten "bravo" haykırışları bekledim.
Ben sizi sevdim. Gerçekten sevdim. Karşılıksız hem de.
Tek dileğim tüm yalanları olabildiğince gerçek oynayabilmek. Ve tüm saklanan gerçekleri o yılan ıslaklığındaki yalan zarından sıyırmak.
Hayır, beyhude görmeyin bu emeği. Dünyada hiç bir şey boşa gitmez. Siz çürüyen bedenlerinizle beni örttünüz ben de her gece size oyunlar hazırlayarak aklımı korudum.
HEPİMİZ DİMDİK AYAKTAYIZ!
Hatta size bir sır vereyim. Şimdi askeri polis burayı bassa topumuzu yeniden cepheye gönderebilirler.
Yok artık asker kaçakları kurşuna dizilmiyor. Hem tasarruf yönergeleri buna izin vermiyor hem de ölü bir asker sadece koku yayıyor.
Yine de iyiyiz dostlarım. Dışarıdaki cehennemi bilemezsiniz. Ölüm, açlık ve çılgınlık kol geziyor.
Oysa burası farklı. Sanat tanrısı kudretli kanatlarıyla koruyor bizi. Dünyada temiz ve açlığın olmadığı ve insanın insan gibi yaşadığı bir yer kalsın istiyor muhakkak.
Bırakın dışarısını. Birbirlerini yok etmekten başka bir dertleri yok. Ama sonra sıra bize gelecek. Her şey bittiğinde, yani atılacak tek bir mermi kalmadığında, tetik çekecek son el de çürüdüğünde biz kozamızı yırtıp çıkacağız.
İşte bu nedenle sizi çok seviyorum yoldaşlarım. Ve sizde hayatın akan o sıcak terini görüyorum.
Dünkü bombardımanda çatının bir kısmı çöktü. Bakın görüyor musunuz gökyüzünün yırtık parçasını? Orada asılı yıldızları fark ediyor musunuz?
ONLAR BİZE ZAFERİMİZİ VADEDİYORLAR!
Önünüzde saygıyla eğiliyorum.
Bu gecelik de bu kadar.
Yarın akşam size son seviştiğim kadını anlatacağım.
Sakın penisleriniz çürüdüğü için bir şey hissetmeyeceğinizi düşünmeyin. Bu biraz da anlatıcının maharetine kalmış.
PERDE…
Ahmet Büke neler yazdı?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.