Patronsuz Medya

Unutulmaz bir Napoliten gecesi

Seyit Balkuv - 25 Temmuz 2009  


Gerçek bir opera tutkunu olan bir arkadaşıma buluşma vesilesi olsun diye, yaz aylarını geçirdiğimiz tatil beldesindeki açık hava tiyatro salonunda düzenlenen "Üç Tenor" adlı konsere gittim.

Konser başlamadan önce arkadaşımla buluştuk. Ön sıralardaki yerimizi aldık. Güzel bir yaz akşamında uzun zamandır görmediğim arkadaşımla lâflamak çok hoşuma girmişti doğrusu. Biz sohbet ederken, ses sistemi uzmanları son ayarlamaları yapıyorlardı. Sorunsuz çalışan ses sistemini, mütemadî bir sinek vızıltısı verecek hale getirip bıraktılar. Ama bu güzel yaz gecesi için böyle bir şeyi dert etmedim.

Demeye kalmadı, Gülben Ergen'in kulakları sağır eden bir parçası salonu inletmeye başladı. Arkadaşımla sohbet etmek imkânsız hale gelmişti. Pek âdetim olmamasına rağmen kalkıp ses sistemi sorumluları ile konuşmaya gittim.

Canından bezmiş gibi bir hâli olan ses sistemi uzmanına "bugün burada Napoliten parçalar söyleneceğini ve salondaki dinleyicilerin bu müzikten hoşlanacağını zannetmediğimi" söyledim. Ses uzmanı bey "durumun farkında olduğunu ancak elinde klâsik müzik CD'si olmadığını" söyledi. Ben "hiç olmazsa sesi biraz kısmasını, zira yanımda oturan arkadaşımla dahi sohbet edemediğimi" söyledim.

Ses uzmanı bey "bunun da imkânsız olduğunu, çünkü yazlıkçıların salona çekilebilmesi için belediye başkanından sesin köklenmesi konusunda kesin talimat aldığını, yine de beni kırmayacağını, elinden geleni yapacağını" söyledi. Parçayı değiştirdi, sesi azıcık kıstı, falan.

Olsun, ben hiç dert etmedim. Arkadaşımla kulağa bağrışma yoluyla sohbete devam etmeye çalıştım. Çok geçmeden "Eveaaat, elleri göreyim" diye korkunç bir nara duydum. Sahneye baktığımda bu sesi çıkaran kişinin, pantolon askılarını eşek yuları gibi iki yanından sarkıtmış biri olduğunu gördüm. Elinde bir mikrofonla sahnede ve seyircilerin arasında koşturuyor, "eller havaya, hepiniz harikasınız" türü çığlıklar atıyordu.

Sonra "ver müziğeaaa" diye bir çığlık attı ve gümbür gümdür Kenan Doğulu soslu onuncu yıl marşı başladı. Yetmez gibi tüm seyircileri ayağa kaldırdı. Ben de kalktım. Eleman durmak bilmiyor, seyircilerin ellerini kaldırtıyor, marşın nakaratlarını zorla seyircilere söyletiyordu. Arkama dönüp baktığımda, yaşlı genç birçok seyircinin havaya girdiğini, büyük bir coşkuyla adamın söylediklerini yaparak eğlendiğini gördüm.

Büyük çoğunluk mutlu olduğu için bunu dert etmedim. Azdırıcı bey biraz sakinleşince, elindeki kâğıttan isimleri tek tek okuyarak, üç tenoru sahneye davet etti. Bu arada tenorlardan birinin ismini yanlış okudu ve piyanist bayanı takdim etmeyi unuttu. Biz azdırıcı beyin talimatları üzerine sanatçıları büyük bir coşkuyla alkışladık.

Azdırıcı bey tenorları davet ettikten sonra yine pek değeri olmayan bir şeyler söyledi. Ardından tenorların isimlerini bir kez daha okumak zor geldiğinden olsa gerek, üç tenoru eliyle işaret ederek "ve karşınızda onlar" diye bağırarak konseri başlattı.

İlk parçalar Napoliten'di. Bu parçalardan birinde tenorlardan biri küçük bir aksilik yaşadı ve penasını bulamadığı için mandolin benzeri sazını çalamadı. Daha sonra Azerî ve Ege zeybek türkülerinden örnekler söylendi. Tenorlardan biri geçen sene bir izleyicinin Çökertme Zeybeği çalınırken sahnede oynadığını söyleyerek seyirciler arasında zeybek bilenleri piste davet etti. Fakat kimse oynamadı. Arkadaşım bu tür halk konserlerinde seyircilerin sıkılmaması için Napoliten geleneğinin dışına çıkıldığını söyledi.

Buna rağmen seyirciler biraz sıkılmış olacak ki, arka sırada mırıl mırıl tatlı bir sohbet başladı. İstemeden kulak misafiri olduğum sohbette, iki kişi "gerçek sanatçıların bunlar olduğunu, oysa Türkiye'de uyduruk pop sanatçılarının çok para kazandığını" söylüyordu.

Türkülerden sonra tekrar Napoliten parça örnekleri söylendi. Tenorlardan biri "O sole mio" adlı parçayı seyircilere tanıtırken, bu sözün "sen benim güneşimsin" anlamına geldiğini söyleyerek sahnenin arkasındaki devasa Türk bayrağının yanına asılmış aynı büyüklükteki Atatürk posterini işaret etti ve büyük alkış aldı.

Fonda kulakları sağır edici Gülben Ergen müziği ile "Heeaaay, orda mısınız" diye bir feryat duyunca konserin bittiğini anladım. Azdırıcı bey yine herkesi ayağa kaldırdı, el çırptırdı, sakin sakin oturanları "huzurevinden gelenlere" benzeterek herkesi güldürdü. Sonra üç tenorun bir parça daha söylemeleri için seyircilerin alkışlamalarını istedi. Üç tenor seyircileri kırmayarak bir parça daha söyledi.

Parça bitince azdırıcı bey "Sizi seviyorum, hepiniz harikasınıııız" diye çığlık atarak bizi kutladı. Yine bizim ellerimizi kaldırmamızı, havada birbirine vurmamızı söyledi. Ardından bu geceyi düzenleyen ve hiç bir fedakârlıktan kaçınmayan belediye başkanını sahneye davet etti.

Belediye başkanı "bu gece sanat adına gözümüzün, ruhumuzun, yüreğimizin dolduğunu" söyleyerek sanatçılara teşekkür etti. Ardından her birine plaket verdi. Sanatçılar plaketleri görünecek şekilde belediye başkanı ile sahnede poz vererek fotograf çektirdiler.

Ben artık konserin sona erdiğini düşünürken, azdırıcı bey yine bir miktar coşku verdi. Ardından bu kez Büyükşehir Opera ve Bale müdürünü sahneye davet etti. Müdür bey söylenerek sahneye geldi. Azdırıcı bey bir şeyler gevelerken elinden mikrofonu çekerek aldı ve "sahneye çağrılmasının bir miktar anlamsız olduğu" hakkında serzenişte bulunarak sanatçıları bir kez daha alkışlattı. Ve sahneye gelmişken sanatçılardan bir parça daha söylemelerini rica etti.

Sanatçılar müdürlerini kırmayarak bir parça daha söylediler. Parça bitince, tenorlar seyircileri son kez selâmlayarak sahneyi terk ettiler. Bu sırada azdırıcı bey yine avazı çıktığı kadar "evet, ver müziği, ver, veeer" diye bağırarak onuncu yıl marşını tekrar çaldırdı. Yine at gibi koşturarak nakarat kısımlarını seyircilere söyletti.

Arkama dönüp seyircilere baktığımda, herkesin çok mutlu olduğunu, müziğin ritmiyle kendinden geçtiğini gördüm. Yan tarafımda, şık giyimli bir amca coşkuyla sahnenin önüne kadar gelmiş, elini "Allah belânı versin" der gibi ileri geri sallıyor, marşa eşlik ediyordu. Bir yandan da müziğin ritmi ile zıplamaya çalışıyor, fakat epey yaşlı olduğu için, tıpkı iki yaşındaki çocuklar gibi, ancak dizlerini yukarı çekerek çok kısa bir süre için ayaklarının yerle temasını kesebiliyordu.

Kapanış marşıyla olayın dibine vurulmuş ve gösteri tümüyle bitmiş oldu. Sanatseverler henüz açık hava tiyatrosunu tamamen terk etmeden, koca bir BMC kamyon içeri daldı. Korna yerine ara gaz vererek tiyatroyu terk etmekte olanları ezilmemeleri için uyardı. Alanın diğer ucuna kadar gidip durdu. Dört beş kişi hemen plastik sandalyeleri iç içe geçirerek kamyona yüklemeye başladı. Beş dakika sonra korkunç bir gürültüyle bir sıra sandalye kamyondan aşağı yuvarlandı. Neyse ki o bölümdeki seyirci kalmadığı için kimseye bir şey olmadı.

Arkadaşımla vedalaşıp eve giderken tenorların içine düştüğü duruma biraz üzüldüm. Onun dışında hiç bir şeyi dert etmedim. Bir şey hariç. Çok fena çişim gelmişti ve bir an önce bu sorunu çözmeliydim.

Yorumlar

Tatil yörelerinde düzenlenen bu tarz yaz etkinlikleri, aslında yerel yönetimlerin bir sonraki seçim için yaptıkları "patırtı şov" olarak algılanabilir. Sanırım, bir tür karnaval özentisi. Seçim otobüslerinin neden ortalığı velveleye vererek oy istediğini anlayamadığım gibi, bunu da pek anlayamam. Sanırım bizim memlekete özgü bir bulamaç. Hem "kültürlü" görünmek, hem de aslında hiç de kültürlü olmayan bir seçmen kitlesiyle cilveleşmek; amaç herhalde bu.

İyi de, adı üstünde: Tatil beldesi. O konsere gelenlerin kaçı o seçim bölgesine kayıtlıdır?

Emin değilim ama sizin oranın belediyesi kesin CHP'lidir. Böyle kafasızca işler ancak onlardan çıkar.

Cevat Prava - 5 Ağustos 2009 (12:41)

diYorum

 

Seyit Balkuv neler yazdı?

101
Derkenar'da     Google'da   ARA