Patronsuz Medya

Segovia'nın gitarı

Seyit Balkuv - 28 Nisan 2008  


Andres Segovia (1893-1987) klasik gitara günümüzdeki saygınlığını kazandıran kişi olarak bilinir.

Segovia'nın gençlik yıllarında İspanyol soyluları gitarı çingene eğlencesi, sokak çalgısı olarak görüyor ve müzik okullarına girmesine asla izin vermiyormuş.

Bu yıllarda genç Segovia bir avuç idealist amatör müzisyenin etkisinde kalıp, kendini gitara adamış. Yeteneği ve azmi sayesinde ustalaşmış ve 18 yaşında kendisi için büyük sayılabilecek bir konsere solist olarak davet edilmiş.

Edilmiş ama Segovia kendi gitarını bu büyük konser için yeterli görmüyormuş. İyi bir gitar alacak kadar parası da yokmuş. (Şimdiki azgın rockçular konserlerde gitarlarını parçaladıkça Segovia mezarında bir o yana, bir bu yana dönüyor mudur?) Bunun üzerine o yıllarda sadece bir avuç gitar meraklısı tarafından bilinen, daha sonra çok meşhur olacak, gitar yapım ustası Manuel Ramirez'in kapısını çalmış.

Amacı konser günü için iyi bir gitar kiralamakmış.

O yıllarda konser için piyano kiralandığı oluyormuş ama Ramirez ilk kez bir kiralık gitar talebiyle karşılaşıyormuş. Üstelik tanımadığı genç bir delikanlıdan. Bu Ramirez ustayı güldürmüş.

Ama bir taraftan da meraklandırmış olacak ki Segovia' nın eline iyi gitarlarından birini tutuşturmuş ve bir şeyler çalmasını istemiş.

Segovia gitardan en güzel nağmeleri döktürürken içeri Kraliyet Konservatuvarı'ndan bir keman profesörü girmiş ve o da Segovia'yı dinlemeye başlamış.

Günümüzde konservatuvar mezunları zurnaya nasıl bakıyorsa (oysa zurna ne muhteşem bir çalgıdır, o Koca Arap Zeybeğini çalacak başka bir çalgı var mı?) keman profesörü de Segovia'ya ve gitarına öyle küçümseyen gözlerle bakmış olmalı.

Seçkin, her devirde seçkin. Al buradakini vur oradakine. Ama bir yandan da Segovia'dan etkilenmiş. Ona "çok yetenekli olduğunu, zamanını gitar gibi seviyesiz bir çalgıyla boşa harcamasının çok yazık olduğunu" söylemiş ve hemen oracıkta "gitarı bırakıp, çok geç olmadan keman gibi eli yüzü düzgün bir çalgıya yönelmesini ve konservatuvara katılmasını" önermiş.

"Belâ mısın kardeşim, yürü git" diyememiş tabii genç Segovia. Bu son derece cazip teklifi kibarca reddetmiş. Kemanın değil gitarın kendisine ihtiyacı olduğunu, şan şöhret ve para peşinde olmadığını ve ayrıca gitarıyla yaşayan ve ölen üstadı Francisco Tarrega'nın yolundan ayrılmayacağına yemin ettiğini söylemiş.

Manual Ramirez bu konuşmadan çok etkilenmiş ve en güzel gitarlarından birini Segovia' ya armağan etmiş. "Al oğlum" demiş, "bu gitar senindir, onu elinde büyüt, fiyatını düşünme, bedelini bir gün ödersin ama para olarak değil" .

Segovia gözyaşlarıyla gitarı kabul etmiş ve Ramirez ustayı hiç utandırmamış. Öldüğü 94 yaşına kadar gitarını elinden bırakmamış. Klasik gitarı dünyaya tanıtan, sevdiren büyük virtüöz ve besteci olarak tarihe geçmiş.

İşte iyice meşhur olduğu olgunluk dönemlerinde bir gün, genç bir gazeteci Segovia ile mülakat yapmak istemiş. Aklı sıra, Ramirez ustanın hediyesi olan gitarın ne kadar kıymetli olduğunu tescil ettirmek için Segovia' ya sormuş:

"Gitarınızın fiyatı nedir?"

Segovia da o ünlü cevabını vermiş:

"Gitarım çok değerlidir ama fiyatı yoktur!"

Genç gazeteci şapkasını yere vurup, "ah ben ne sersemim, dilimi eşek arısı sokaydı da böyle dangalakça bir soru sormaz olaydım" diye hayıflanmış mıdır bilinmez. Segovia usta, bir çırpıda verdiği cevapta, değerle fiyatın farklı kavramlar olduğunu, değeri yüksek olan bir şeyin mutlaka yüksek bir fiyat taşıması gerekmediğini anlatmaya çalışmış olmalı.

Değer ve Fiyat

Şimdi gelin, değer ve fiyat kavramlarının ne şekilde çarpıtıldığını kendi iç dünyamızı gözardı etmeden sorgulayalım.

Önce iç dünyamızı keşfetme yolunda tembellik yapıp, sonra vicdanımızı avutmak için, aynaya hiç bakmadan, sadece üçüncü şahısların ne derece sığ ve çiğ olduğu ile ilgili düşünce ve telkinlere sığınmak "züğürt tesellisinden" başka bir şey olmasa gerek.

Neden yeni tanıştığımız birine kıymet biçmek için bu kadar acele ediyoruz ve hangi faktörler zihnimizde o kişinin değerinin belirlenmesinde rol alıyor? Araba, cep telefonu, saat, gözlük bunlardan birkaçı mı? Yoksa diploma, yabancı dil, estetik, seyahat kültürü daha mı önde geliyor?

Kapıcıya, bakkala, emrimizdeki memura ve şirketteki müdüre aynı şekilde selam vermememizin sebebi onların değerlerini fiyatlarıyla belirlemiş olmamızdan mıdır?

İnsanların ne derece kıymetli olduğuna dair bir bellek oluşturmadan ilişkilerimizi sürdürmemiz mümkün değil midir?

Kazandığımız paraya bakarak fiyatımızı belirleyebiliriz. Hatta bu fiyatı beğenmeyip kendimize yeni hedef fiyatlar biçebiliriz. Peki ya bizim değerimizin ne olduğu hakkında başkalarının değil, bizim kendi fikrimiz nedir?

Başkalarının ne derece değerli olduğuna bir çırpıda karar verip, kendimize de ona göre paha biçiyor olmamızın sebebi, bizi bir kukla gibi oynatan "saygı görmeme, değer verilmeme korkusu" olabilir mi? Kuklacı kulağımıza "aslında bizim beş para etmez bir ahmak olduğumuzu ve başkalarının bunu farketmemesi için her türlü madrabazlığın mübah olduğunu" fısıldıyor olabilir mi?

Sahi biz kukla mıyız, kuklacı mı?

Kendimizi çok da bilgili olmadığımız bir konuda atıp tutarken veya uyduruk bir toplantıya çağrılmadık diye tansiyon hapları yutarken buluyorsak veya bir gün haksızlıklar karşısında kükrerken ertesi gün haksızlığa sebep olan gücün yanında süt dökmüş kediye dönüyorsak, birey olarak kendi değerimizin tescili ile ilgili bir takıntı sorunu yaşıyor olabilir miyiz?

Değerli olduğumuzu, önemli olduğumuzu ispatlamak uğruna arsızlaşıp, kalp kırarak, ardından yine aynı uğurda kırdığımız kalpleri onarmaya çalışarak geçen hayatımızda bir tuhaflık yok mu gerçekten?

Tabii tüm bunlara kafa yormaya pek de gerek olmayabilir. Kişiliğimizi, davranışlarımızı nereden eseceği belli olmayan günlük rüzgârlara emanet edebiliriz. Yaşadığımız gerilimleri anlık tepkilerle geçiştirebilir ve kendimize böyle sorular sorma ihtiyacını hissetmeyebiliriz.

Ama en kötüsü, insanın iç çatışmalar, yalanlar ve şahsi menfaatler üzerine kurduğu ve yüzleşmekten imtina ettiği gerçek dünyasının utancını hasır altı edebilmek telâşıyla, kimi manevi değerleri samimiyetsizce kutsaması ve onların ardına saklanması ve bu yolla kendine karşı yaptığı riyakârlıktır diye düşünüyorum.

diYorum

 

Seyit Balkuv neler yazdı?

148
Derkenar'da     Google'da   ARA